Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

12 Mart '11

 
Kategori
Siyaset
 

İklim Bayraktar ve CHP

İklim Bayraktar ve CHP
 

İnebolu, benden


Ben OdaTV yazarı ve muhabiri İklim Bayraktar'ı Teke Tek programında izledim ve dikkatlice dinledim. Fatih Altaylı konuyla ilgili ve hatta bazan da fazladan sıkıştırıcı sorular yöneltti. Ben İklim Bayraktar'ın yürüyen dava nedeniyle her şeyi söylemese de söylediklerinde dürüst olduğu kanısına vardım. Ancak bu açıklamalara rağmen hem bazı basın yayında köşe sahibi yorumcular, hem Milliyet Blog yazanları ve hem de basın yayın haber başlık ve içerikleri İklim Ayfer Bayraktar'ın komplo tuzağı hazırlayan bir şantajcı olduğu bilgisinin gerçeklik varsayımına bağlı kalmaya devam ettiler. 

Bu olayda benim gördüğüm kadarıyla bilginin doğruluğunu gerçek yapan somut belirti ve kanıtlar pek önemsenmedi. Onun yerine doğru olabilme olasılığı taşıyan bilgilere dayalı yorum ve haberler önemsendi. Oysa öncelikle zaten elimizde var olan doğrulanmış biligilerden yola çıkarak durumu irdelemek sağlıklı düşünme mantığının bir gereğidir. Daha sonra tahmini ve tek yanlı kanıtsız söylemden gelen doğruları kullanarak "bak bu da olabilir" yorumları yapılabilir. 

Önce eldeki doğrulara ve doğru sayılanlara bir bakalım: 

1-Muharrem İnce bir gece İklim Bayraktar'la buluştu ve İklim'in demesine göre CHP'nin Kürt politikasıyla ilgili hoş olmayan bir bilginin yanında AKP yandaşı sayılan önemli biriyle ilgili hoş olmayan bilgiyi de verdi. Muharrem İnce'nin demesine göreyse sadece AKP'li çok önemli bir yandaş hakkında hoş olmayan bir bilgi verilmiştir. Muharrem İnce'nin ne kadar alkollü olduğu hiç önemli değil. Hatta uyurgezer olması bile önemli değildir, çünkü İklim Hanım ne Muharrem İnce'yi ne ondan aldığı bilgiyi zaten haber yapmadı. Olay Ergenekon Davası'yla bağlantılı OdaTV teknik takibine takılan özel görüşmelerin savcılık sorgusuna girmesiyle ortaya çıkmış. Nitekim (10-03-2011) Akşam Gazetesinde çıkan basın açıklamasında Muharrem Bey " (İklim Hanım'a) AKP'li önemli biri hakkında haber olacak bilgi verdim, yüzüne gözüne bulaştırdı" demektedir. 

Burada durup kuşkulanalım bakalım: 

İklim AKP üyesi veya yeminli yandaşı mı da bilgiyi haber yapmadı? 

İklim OdaTV'de AKP casusu mu yoksa? 

Kuşkuların doğru olduğu varsayımıyla bakınca Muharrem İnce'nin kendine bilgi sızdırmış olması bile tek başına AKP lehine kullanılabilecek bir magazin haber olabilirdi. Ama İklim bunu da kullanmadı. Kullanmdığına göre daha büyük bir planı olmalıydı. Belki de Deniz Baykal ile yapmayı düşündüğü röportaja engel olacağı endişesiyle sustu. Görüldüğü gibi kafamıza göre somut gerçekliği oluşmamış bir doğru sanıyı alıp ondan birçok doğruya benzer bilgi üretilebilir. 

Ancak burada CHP'yi ilgilendiren çok önemli bir soru sorulmuyor. Muharrem İnce CHP üst düzey yöneticisi olarak AKP ile ilgili bilgiyi neden Başkan Kılıçdaroğlu ve diğer partili arkadaşlarıyla paylaşmıyor da sadece İklim Hanım'a aktarıyor? Bu soru Muharrem İnce tarafından doğrulanmış bilgiden üretildiği için önemlidir. Diyelim ki paylaştı da bizim haberimiz yok. Bu durumda nasıl oluyor da İklim Hanım'a röportaj için Deniz Baykal ve Kılıçdaroğlu gün veriyor? Sundukları bilgi AKP aleyhine olduğu için haber yapmayan birine özel görüşmeyle açılmak bence siyasi bir hata. 

2-İklim Ayfer Deniz Baykal'ın Meclis Binası'ndaki odasında kendisiyle röportaj yapmak için görüşmeye giriyor. Bu bilginin doğruluğu tarafların onayı ile somut bir gerçeklik olmuştur. 

İddia ne? 

İklim Hanım D. Baykal'ın kendisine taciz edici iltifat yaptığını söylüyor. 

D. Baykal da kendisine komplo ve şantaj tuzağı kurulduğunu söylüyor. 

İklim Hanım söylemini kanıtlamakla yükümlü olmaktan çıkmıştır bana göre; çünkü taciz olayını kendisi ne basına ne savcıya götürmüştür. Sadece olayı Gürsel Tekin'e anlatmış ve Gürsel Bey de sıcağı sıcağına OdaTV patronu Soner Yalçın'a geçmiştir. Soner Yalçın doğrulama almak için İklim Hanım'a telefon açar. İklim Hanım'ın ricası üzerine de konuyu haber yapmaz. Belki CHP mülkündeki HalkTV alımına talip olduğu için işine gelmemiş de olabilir. Belki de sadece CHP sempatizanı olduğu için görmezden gelmiştir. 

3-Deniz Baykal'ın iddiasını doğru sayınca İklim Hanım'ı CHP yıpratımında kullanılan bir ajan veya şantajcı olarak nitelemekte doğrusu ben çok zorlanıyorum. Bu ne biçim ajandır ki röportaja bir kayıt cihazıyla girmiyor? Bu ne biçim taciz tezgâhıdır ki İklim Hanım röportaja henüz başlamışken görüşmeyi terk edip gidiyor? İnsan haliyle bir ajanın avını tezgâha yatırması için zamanı sonuna kadar kullanmasını bekliyor. Ayrıca diyelim ki Deniz Bey tüm kadınsı kışkırtmalara yüksek ahlâkını kalkan yaptı ve tezgâha gelmedi; Bu durumda İklim Hanım'ın eline hiç olmazsa önemli biriyle yaptığı röportaj kalırdı. 

İklim Hanım OdaTV'ye durumu "müsait değilmiş röportaj alamadım" yalanıyla izah ediyor. Kendi gerçeğini önce sadece koacasına anlatıyor. Sonra eşinin de onayı ve önerisiyle durumu CHP Başkan Yardımcısı Gürsel Tekin'e anlatıyor. Kendince sempati duyduğu partiye yardım ettiğini düşünüyor. Gürsel Bey olayı doğrudan Soner Yalçın'a açıyor. Hem de telefonla. Soner Yalçın'ın telefonları dinlendiği için durum savcılık soruşturmasına giriyor. Sorgu metinleri basına sızınca da herkesin haberi oluyor. Bu nasıl bir ajanlıktır ben oturtamadım yerli yerine. Ajan İklim bu taciz olayını ne basına sızdıran kişi ne de gidip AKP yetkilileriyle paylaşan kişi? Benim böyle bir ajanım olsa kendimden utanır intihar bile edebilirim. 

Ancak, zaten taciz edilmemiş olduğu için ajanımızın böyle davranmış olduğunu ileri sürmek bir görüş olsa da ajanlık ahlâkına hiç uymayan bir tavır ve dürüstlük olduğu da kesindir. Her şeyden önce ajanlık mesleğinin onurunu düşünerek röportajı terk etmemesi gerekiyordu. Terk etse bile en azından kendinden röportaj bekleyen patronuna "abuk subuk konuşmaları kafamı bozdu röportajı falan dinlemedim çıktım gittim" diyerek tezgâhın bir ayağını olsun çivilemiş olmalıydı. 

4-Bir iddia da Gürsel Tekin'in Soner Yalçın ile hiç görüşmediğidir. Bu iddia İklim Bayraktar'ın olayı mesaj geçerek OdaTv editörü Barış Pehlivan'a aktardığı ve Barış Bey'in de Soner Yalçın'ı arayarak bilgilendirdiği şeklindedir. 

Dört numaradaki iddianın doğruluğu İklim Bayraktar'ı yalancı durumuna düşürmektedir. Bu durumda olayı Kemal Kılıçdaroğlu röportaj verdiği sırada İklim Bayraktar'ın ağzından ve ilk kez duymuş olur ki bu da İklim Hanım'ı ikinci kez yalanlar nitelikte bir bilgi oluşturur. Röportajı kesmediği ve durumu D. Baykal'a bildirmediği bilgisinin doğruluğuna bakarak Kemal Kılıçdaroğlu'unun İklim Bayraktar'ı inandırıcı bulmadığı sonucu çıkarılabilir. Ancak böyle bir sonuca gelince K. Kılıçdaroğlu'nun "iftiracı" İklim Bayraktar'a röportaj vermeye devam etmesinde bir tuhaflık oluşmaktadır. Hele de K. Kılıçdaroğlu'nun dürüstlüğü göz önüne alınırsa hepten tuhaflaşmaktadır. Aslında olay en baştan tuhaf bir samimiyetsizlik içermektedir. Deniz Baykal kendisine bu tarz bir komplo kurulup şantaj yapılacağını sezdiğini ve bunu yakınlarına da anlattığını iddia etmektedir. Bunun doğruluğu aslında İklim Bayraktar'ın kendisiyle röportaj yapamadan görüşmeyi terk etmesini de açıklayabilir nitelikte önemli bir bilgidir. Ancak aynı İklim Bayraktar daha sonra CHP Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu ile röportaj izni çıkarıyor ve gün alıp röportajı gerçekleştiriyor. Böyle tehlikeli bir karşı basın ajanını sezmiş olan Sayın Deniz Baykal'ın parti yönetimini uyarması beklenmez mi? Beklentiden de öte, parti içi dayanışma gereği ve partiye hizmet etmenin gereği bu bir siyasi görevdir bana göre. Tabi bir de savcının elindeki dinleme kayıtlarının basına açıklanmamış dökümü var. Günü gelip de bunlar açıklanabilir olduğunda herkesin doğrusunun ne kadar gerçek olduğu da ortaya çıkacaktır sanıyorum. 

Her şeye rağmen D. Baykal olayında İklim'in şantajcı ajan olduğu bilgisini doğru varsayalım. Bu varsayım bence dananın kuyruğunu koparacak güçtedir. Çünkü olaydan sonra İklim Hanım Kılıçdaroğlu ile bir röportaj yapmıştır ve bu sefer kaçmamış 40 dakika kadar görüşüp not tutmuştur. 

Sayın Kemal Kılıçdaroğlu öyle anlaşılıyor ki İklim Hanım'la görüşmesinden önce taciz olayından haberdardı. Bunu İklim Hanım'ın ve Kılıçdaroğlu'nun açıklmalarından doğruluyoruz. İklim Hanım "görüşme sırasında Sayın KIlıçdaroğlu konuyu açtı, ben de doğruladım" diyor. Kılıçdaroğlu da önce, "benden kayıt için yardım istedi" diyor. Daha sonra sözünü, "Baykal olayını anlattı ve benden AKP'li yandaşın durumunu kayıt için yardım istedi" diye değiştiriyor. Ayrıca Deniz Baykal Kılıçdaroğlu'nun durumu bildiği hâlde kendsini aramayışına içerlediğini söyleyince Kılıçdaroğlu "önemsiz gördüğüm için Sayın Baykal'ı aramadım" diyor. 

Bunlar doğrulanmış bilgilerdir. Doğru varsayılan bilgilere hiç girmeden, doğrulanmış olan bilgilere yaslanan kuşkunun sorularını soracağım şimdi: 

a- Sayın Gürsel Tekin İklim Hanım'dan duyduğu taciz olayını neden telefonla Soner Yalçın'a geçti? Yayınlansın diye mi, yayınlanmasın diye mi, yoksa sadece bir dedikodu sohbetiyle mi geçti? Üçüne de verilebilecek cevap İklim Bayrakta'rın Gürsel Bey tarafından tezgâhçı bir ajan görülmediği bilgisine ulaştırır bizi. Aksi durumda Soner Yalçın taciz iddiasını öğrendikten sonra "ajan" İlker Hanım'ın işine son verirdi diye düşünüyorum. Çünkü ne de olsa kendisi sıkı bir CHP savunucusudur. Öyle olmasa Gürsel Bey taciz olayını önce ona açmazdı zaten. Gürsel Bey eğer Soner Yalçın ile bu konuyu hiç görüşmediyse İklim Hanım'a iftira davası açmalıdır. Üstelik davanın seyrini kamuoyu ile paylaşmalıdır. Ayrıca bu taciz iddiasını bir biçimde basından önce duymuş ve bilmiş olup olmadığını da kesin bir dille açıklamalıdır. 

b- Sayın Kılıçdaroğlu'nun İklim Hanım'ı gerçekten ajan sayıp saymadığını bilemiyoruz. Ancak Deniz Bey hakkında taciz iddiası yapan biriyle röportaj yapmak üzere görüşmesi bu durumda siyasi ahlâka sığsa bile parti dayanışma ahlâkına nasıl sığdırılacak? Kılıçdaroğlu'nun "(kendisini de komplonun içine çekmek için) AKP yandaşını kayıt için benden teknik yardım istedi" demesi bile İklim Ayfer Bayraktar'ın tezgâhçı ajan olduğu bilgisini yalanlar niteliktedir. Daha bir kayıt cihazı bulamayan ajana kim iş verir ki? AKP bu kadar beceriksizse ona verilmiş oylar oturup hüngür hüngür ağlamalı! 

c-Bence CHP en önemli sorusunu Sayın Gürsel Tekin'e yöneltmeli. "Sen bu taciz duyumunu neden Soner Yalçın'a anlattın?" Çünkü Gürsel Tekin, Soner Yalçını arayıp duyduğu taciz hakkında konuşmuş olmasaydı İklim Hanım da "acemi ajan" durumuna düşmeyecekti... Hiç kimsenin haberi olmayacaktı... Gürsel Bey'in en fazla yapması gereken şey, İklim Hanım'a teşekkür edip bu konuda daha dikkatli ve titiz olmaya çalışacaklarını söylemek ve partisi adına özür dileyerek gönlünü almak olmalıydı. Gerisini sessizlik çözecekti zaten... 

Sonuç olarak CHP kendini ısıran bir siyasi dev görüntüsü verdi bana. Tabi bu arada aile sigortası tasarımı da güme gitti. Kimse bunun tutarlı olup olmadığını irdelemiyor. Bana kalırsa uygulandığ takdirde Türkiye'deki bütün ekonomik dengeler alt üst olur. Nedeni basitçe eldeki ekonomik gerçekliğin tasarıya isyanıdır. Kaynak değil benim takıntım. Benim gördüğüm vahim hata aile sigortasının var olan ekonomik temele oturtulamayacağı bilgisini reddeden siyasi çıkar hırsına kapılmış olmaktır. Kaynak var edilse bile bu tasarımla uyarlı alt yapı sistematiği kurulmadan amaca uygunluk sağlanamaz. 

-Asgari ücretin 630 lira olduğu yerde her yoksul aileye Aile Sigortasından 600 lirayla 1250 lira arasında bir aylık bağlamak adil değildir. Aile Sigortası bu hâliyle uygulamaya alındığ anda milyonlarca düşük aylıklı işçi işlerini bırakabilir. 

-Ayrıca düşük aylıklı emekliler de vardır. Onların yoksulluklarını tamamlayıcı ek önlem yoksa emeklilere de ayıp olur. Ben 25 yıl çalışıp prim ödedikten sonra karşılığında 700-800 lira alayım, öte yanda devlet hiç çalışmayana kafadan ortalama 750 lira aylık versin, eline de bir yeşil kart tutuştursun... Sizce adil bir sosyal devlet anlayışı mıdır bu? 

-Deniliyor ki yoksulluk aylığı sürekli değil. Devlet yoksul aileden çalışabilir olana iş bulacak. İşi iki kez geri çevirecek üçüncüde yardım kesilecek. Kulağa akıllı bir tedbir gibi geliyor ama tedbirin dayanağı çürük. Ülkede ne kadar yoksul ve işsiz var o bile tam belli değil. Ayrıca iş verdiğimiz insana asgari ücret vereceksek adam işi niye kabul etsin. Zaten çalışmadan alacak onu. Tabi bu durumda emekli primi ödemek de bir enayilik olacaktır. Bu yüzden de "patron beni sigortasız kaçak çalıştırmazsan işi bırakıyorum" diyen işçi tipi türeyecektir. 

-Üçüncü iş teklifini kabul eden yoksul o işte ne kadar süre çalışmak zorundadır? Belli değil. Diyelim ki birkaç yıl. Bu durumda işçinin işi kendi nedenleriyle işi bırakma özgürlüğü elinden alınmış olmuyor mu? Hadi diyelim iş verdiğimiz işçinin kendi rızasıyla işi bırakma özgürlüğü yok: bu durumda o işçi bana kalırsa hiç de verimli çalışmaz. Sanırım özel sektöre alındıysa derhal işten çıkarılır ve gene Aile Sigortası'ndan aylık almaya başlar. Devlet sektöünde çalıştırılıyorsa verimsizliği devlet kasasının zararına olacaktır. Ve artık herkes biliyor ki devlet zararı aslında zenginleşememiş vatandaşın zararıdır. Tasarı yoksulluğu kaldıracak diye sunulurken bence daha beter yoksullaştırma tehlikesi içeriyor. 

-Tabi bir de kimin ne kadar yoksul olduğu nasıl belirlenecek? Buna da boşlukta sallanan bir cevap çıkıyor tasarının içinden. Kayıtlı ekonomisi yüzde 95 üsütünde olmayan bir ülkede kimin ne kadar yoksul olduğunu ölçmek pek de kolay bir iş değildir. Aile Sigortası gizlenmiş gelirleri yüzünden yoksul görünen zenginlere de para akıtabilir. Bunu önleyici çapraz denetim tedbirleri ve alt yapısı hazır değil. 

-Aile sigortasını amaca uygun işler tutabilmek için ya işleyen emeğin geliri artırılmalı ve buna eşyürüyen biçimde emekli aylıkları da artırılmalı tabi, ya da nakit aylık yardımı asgari ücretin yarısıyla sınırlı tutulmalıdır. Bu yapıldıktan sonra gerçek bir gelir denetleme sistemi oluşturabilmek için her 18 yaş ve üstü vatandaşın geçim beyanı verme yükümlülüğü yasal bir zorunluluk yapılmalıdır. 

Geçim beyanı aynı zamanda vergi beyanı da ssayılabilecek bir bildiri biçiminde yapılmalı. Tabi ki insanlar emek ve sermayeleriyle üretmiş oldukları o yılın gelirinden vergilendirilecektir. Yoksa kimse geçim beyanında gösterdiği eski birikimlerinden veya sağdan soldan aldığı yardım ya da borçlardan dolayı vergilendirilmeyecek. Herkes gelirin geldiği kaynağı belirtecek. Bu bir başka insandan geliyorsa o insanın TC kimlik numarası eklenecek. Kira geliri gösterildiğinde kiracının TC kimlik numarası eklenecek. Öğrenci babasından alldığı para için babasının TC kimlik numarasını verecek. Böylece geçim bayanında gösterilen gelirlerden yola çıkılarak çapraz denetim yapılabilir. Öğrenci babasından ayda 500 lira alıyor da babasının gelirine bakıldığında sadece 700 liralık bir emekli aylığı görünüyorsa baba, 200 lirayla geçinemeyeceği için gelir açıklması için vergi dairesine çağırılacaktır. Öğrencinin babasını değil de başkasını göstermesi durumu değiştirmez. Hatta seyyar satıcılık yaptığını söylese bile durum değişmez. Çünkü o zaman da seyyar satıcılıktan kazandığı geliri en azından satmak için aldığı malların faturasını ibraz ederek belgelemek zorunda kalacak. Bu başlı başına ayrı bir konu. Ben şimdilik sadece insanların gerçek gelirlerini belirlemek için bir sistem kurulu değilse veya kurulması düşünülmüyorsa aile sigortasının istismara çok açık kaldığını iddia ediyorum. 

Birbirinden farkl iki konudaki öznel tespitim CHP'nin kafa karışıklığına gömüldüğüdür. Tabi ki bir CHP'linin kafası ne kadar karışıyor bunu ancak CHP'li olan bilebilir. Belki de asıl kafası karışık olan benimdir. Kim bilir? Gene de seçim deneyimlerimden çıkardığım şahsi bilgime göre kafası karışık seçmen genelde oyunu gider kafasını karıştıran partiye verir. Kafası hiç karışmayan seçmenin oyu her seçim banko partinindir zaten. Bu bakımdan CHP ne kadar kafa karıştıran tasarı üretirse bence seçilme şansı da o kadar artacaktır. Bizim millet arada bir geleceğini zara yatırmayı sever. "Ya herro, ya merro!" der basar oyunu. Ne anlama geldiğini tam da bilmem. Ancak, "Ya tutarsa?" sorusundaki umudun heyecan vurumundan çıkan bir ünlem olduğu kesin görünüyor... 

EK BİLGİ: 

Sayın Deniz Baykal'ın İklim Bayraktar'a iftira davası açtığını duydum. Bu olayda büyük ihtimalle İklim Hanım tazminata mahkûm olabilir. Çünkü ortada tacizin gerçeklik kanıtı yok, fakat İklim Hanım'ın ağzıyla taciz diye konuşulduğunun kanıtı var. Bu konuşmanın teknik takibe takılması hukuki sorumluluğu kaldırmaz sanıyorum. Sonuçta ister Gürsel Bey’e, ister Barış Bey’e olsun Baykal’ın tacizde bulunduğu İklim Hanım tarafından duyurulmuştur. Kanımca aşağılayıcı dedikodu yapanın bir bedel ödeme hukuku vardır. Bu bedeli ödemekten kurtulmanın tek yolu İklim Hanım’ın bir şekilde ortaya çıkan bu taciz söylemini kanıtlayabilmesidir. Ya da mahkeme taciz söyleminin kamuya açılan bir dedikoduya dönüşmesinde İklim Hanım’ın doğrudan bir gayreti ve dahli olmadığı vicdani kanısıyla İklim Hanım’a hukuki bedel ödetmeye gerek olmadığı kanısına da varabilir. Ancak unutmamak gerekir ki hukuka uygunluk sonuçları her zaman gerçeğin tam adını vermeyebilir. Kuşku ve sorular da zaten bu yüzden yargı önünde hesaba çekilir ve adalet kuşku ve cevapsız soruya yer bırakmayacak bir gerçekliğe göre tartar hükmünü. Bu yüzden adalet hukuka uygunluğu hakka uygunluktan ileri tutar; çünkü hukuka uygunluk ölçülebilir bir şeyken hakka uygunluk öznel ve göreceli olabiliyor...
**
Sayın Kılıçdroğlu'nun ağzından ve tanıtım reklamlarından duyduğum yoksul sayılan her aileye aile sigortasından en az 600 lira verileceği bilgisiydi. Ancak CHP'den gelen bazı açıklmalara bakılırsa her yoksul ailenin geliri en az 600 liraya tamamlanacakmış. Yani ailenin 300 lira geliri varsa ona 300 lira verilecek. Peki bu 1250 liraya çıkabilecek ödemenin koşulları nedir? Ailenin sıfır gelirli, özürlü bir üyesi, gelirsiz yaşlı anne babası ve kaçı kaç liraya bilmiyorum ama çok çocuklu olması koşulu aranacakmış. 

Daha asgari ücret geliri bile tam kayıt altına alınamamışken bunun altında kalan bir geliri saptayabilmek ülkemiz ekonomisi ve gelir beyanı sistematiği içinde son derece zor ve zahmetli bir iştir. Hatta bunu tam saptayabilmek için yapılacak denetim giderleri yardımların yarısını bile aşabilir. Bu koşul bu yüzden var olan sistem içinde uygulanabilir değildir. Öncelikle vatandaşın geçimini nasıl sağladığını çapraz denetimle ortaya çıkarabilecek bir gelir beyan sistematiği kurulmalıdır. Bunun için her 18 yaş ve üstü vatandaş yılda bir gelir ve geçim kaynaklarını bildiren bir beyanda bulunmalıdır. 

Yok eğer devletin zaten yapmakta olduğu sosyal yardımların üstüne aile sigortasından ek yapılacağından söz ediliyorsa bunun da açıkça belirtilmesi gerekir. Hani var ya özürlü bakım yardımı, yaşlılık aylığı, okula gönderilen çocuklar adına yapılan yardım, yüksek öğrenim yardımları gıda ve kömür yardımları gibi... Bu var olan yardımları kaldırmıyorsa aile sigortasının işlevliği daha başlamadan sorgulanır olabilmektedir. Bu durumda aile sigortası bana sosyal yardım çemberine yeni bir bürokratik halka takmaktan başka bir şey ifade etmiyor. Eğer böyleyse bu ek halkanın önemli bir sosyal adalet tasarımı gibi sunulması vatandaşta CHP'yi küçülten bir hayal kırıklığı yaratacaktır.
** 

Muharrem Soyek 

 
Toplam blog
: 363
: 1765
Kayıt tarihi
: 04.08.08
 
 

Parasız yatılı Darüşşafaka Özel Lisesi'nde iki yılı hazırlık sınıfı olmak üzere yedi buçuk yıl ok..