Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

03 Aralık '10

 
Kategori
Gündelik Yaşam
 

İletişim

İletişim
 

Son zamanların en favori kavramı, iletişim. Ben bu kelimenin anlamını düşünürken yeni davranışlar ve eylemlerle ilişkili olduğunu ve bir davranışlar bütünü olduğunu keşfettim. Belki aha önceden keşfetmiş olanlarınız vardır. Bulabildiklerim şöyle; İletmek, iletişmek, etkileşmek, ileti, etki, itişme, ilişme. İtişme ve ilişme deyince olumsuzluk hissi olsa da iletişim denildiğinde olumlu bir hava esiyor ve iletişim hepsinin üstünü şefkatle örtüyor.

Kelimelerin tek başına hiçbir anlamı yok. Şuraya yazıp bırakın bakalım ne oluyor, öyle duruyor orada. Ancak birisi birisine o kelimeyi ilettiğinde bir manaya dönüşüyor. Dönüşüme uğrayan mana iletisini karşı taraf nasıl alıyor acaba? Veya tam tersi olduğunda neler oluyor? Kelimeler, birbirimize bir şeyler iletmek üzere aramızda gidip gelirken evrim geçire dursun sonuçta gönderenin niyeti ile alanın kabulü aynı olmayabiliyor. Niyet ve kabul farklı yerlerde iken nasıl anlaşabiliriz? Bunun en basit cevabı şöyle; “Benim anladığım şu, senin demek istediğinle örtüşüyor mu” diye sorup emin olabiliriz. Bilgisayar dünyasında “feedback” yani geri besleme yani teyit deniliyor. Deniliyor denilmesine de duygular işin içine girdiğinde durum karmakarışık bir hal alıyor. Çünkü duygu iletişimi bambaşka bir boyut taşıyor. İşte o boyuta varabilmek için önce kendi duygularımızı iyi tanımak gerekiyor. Yaşadığımız tecrübelerimiz ve duygularımızın konuştuğumuz kelimelere binip karşı tarafa gittiğini ve karşı tarafın da bizim yaşadığımız kadar emin olduğunu zannediyoruz.

İletişim konusuna hayatın gerçekleri penceresinden bakacak olursak; uçak, tren, metro, otomobil, gemi, deniz otobüsü, vb. hava, deniz ve kara araçları da bizi bir yerden alıp bir yere götürür. Yani nakil hizmeti vererek bir şeyleri bir yerlere iletiyorlar. Araçları hareket ettiren teknoloji ve mekanizmanın yanı sıra onu kullanan insan faktörü önemli. Kaptan, pilot, sürücü, vb. kişiler aracı kullanıyor. Bizler bu kişilere güvenerek gideceğimiz yere ulaşmak için kendimizi onlara emanet ediyoruz. Kullandığımız araçlar bazen toplu taşıma, bazen kendimizin oluyor. Toplu taşımada sürücünün dikkat ettiği şeylere dikkat etmezken, aracı kendimiz kullandığımızda dikkatimiz en üst seviyede faaliyettedir. Çünkü, kendimizle birlikte araçta bulunan diğer bireylerin, ailemizin, çocuklarımızın sorumluluğunu taşıyoruz. Hava ve denizde tecrübesi olanların farklı örnekleri olabilir elbette. Ben kara trafiğinden yola çıkarak örnekleme yapacağım.

“Hızlı yaşa genç öl cesedin yakışıklı olsun” misali yol yüzeyine değmeden geçip gidenler, temkinli olmak adına frene ve debriyaja çok sık basarak balataları yiyenler, fren yapma gereği duymayacak kadar tedbirli sürenler, bir gazlayıp bir frene basarak mide bulantısına sebep olanlar, emniyet şeridinden gidenler, limitleri aşarak ceza yiyenler, kuralsız ve sorumsuz yaşayanlar, ötekinin haklarını hiçe sayanlar, gereksiz korna çalanlar, selektör yapanlar, taciz edenler, kullandığı araçla özdeşleşenler var trafikte…

Evrende eşi benzeri olmayan ve son derece hızlı giden kişiye özgü başka bir araç daha var. Aracı iyi kullanırsak sağlıklı olarak hedefine varıyor. Yoksa bu aracı iyi kullandığımızı zannederken aşırı hız ve dikkatsizlik nedeniyle kazalar olabiliyor.

Hayat yolculuğumuzda kullandığımız aracımız. Bu aracı kullanmak için yetkili makam tarafından verilen bir ehliyet belgesi yok. Bunun sınavı hayat boyu her an her dakika yapılmakta. Yetkili makamı da belgeyi hak eden de aynı kişi.

Peki bu aracı yaşam yolculuğunda kusursuz kullanabilir miyiz? Bunun için nakil araçlarını kullanırken gösterdiğimiz özen ve dikkatin aynısını iç dünyamızdaki iletişim trafiğinde gösterebilmek yeterli.

Yetişkinlik öncesi ve sonrası bulunduğumuz yaşla orantılı olarak değişik şekillerde algıladığımız zaman kavramı ile ölçülen ömür, ne yazık ki sadece iki ezan arası kadar kısa. Dünyaya merhaba dediğimizde ezan eşliğinde kulağımıza okunan isimle başlayan hayat hikâyemiz bir gün musalla taşında okunan ezanla son buluyor.

Göz açıp kapayıncaya kadar bir düş gibi çabuk geçen hayat gerçek mi yoksa rüya mı?

Düş de olsa etkileri gerçek.

Etkileri, etkileşimi gerçek mi? Gerçek gibi!

Düş, hayal, rüya, yalan dünya, hepsi çağımızın iletişim icadı bilgisayardaki sanal âlem gibi…

Yaşadığımız hayat ve gördüğümüz düşler nedeniyle kendimizden başka kimi sorumlu tutabiliriz ki bazen mutlu bazen bulutlu.

Bazılarımız bunu erken fark edebiliyor, bazılarımız orta yaşlarda anlıyor, bazılarımız da idrak etmeye çeyrek kala veda ediyor. O halde kuyuya atıp bir gün çıkarırız diyerek orada unuttuğumuz iç sesimizi bir an evvel duymaya başlarsak fena olmaz. Kendimizle iletişimimizde sevinçlerimiz, kederlerimiz, kavgalarımız, barışımız gibi geniş bir yelpaze var. Hepsi de güzel, yeter ki onları duyabilelim, yani kendimizle dertleşip iletişebilelim.

Yalan dünya dediğimiz yeryüzünde yüzyıllar boyu unutulmayacak güzellikte eserler bırakanların yanı sıra kimilerinin geride bıraktığı izler farklı olabiliyor. Asırlarca dış etkenlerden aşınmayan eserleriyle iz bırakanlar. Ya da kullanılsa da aşınmadığını iddia ederek kelimelerle, sözleriyle, yaptıklarıyla, davranışlarıyla, hoyratlıklarıyla izler bırakanlar…

Varoluşumuzdaki zenginliği çoğaltarak veya har vurup harman savurarak ya da değerini bilerek yaşamakla kendi kendimizin değerini arttırabilir miyiz acaba?

Ey güzel yürekli, kolay ve koşulsuz inanan, pes eden, aşağılık ruhlu, kalleş, kahpe, günahkâr ve iyi insanlar…

Ne yazık ki “iyi” olmak hepsini ve daha çoğunu içeriyor. Yani beş para etmez değerleri bir araya getirdiğinizde bile topla, çıkar eşittir değerli bir şey ortaya çıkabiliyor. Eh normal değil mi? Yerin altında toprağın ve çamurun arasında nice değerli madenler bulunabiliyor.”Altın yere düşmekle pul olmaz” diyerek avunuyoruz. O değerli madenler zaten yerin altında idiler. “Mademki öfkeliyim o halde haklıyım” diyerek öfke duygusunun kuyruğuna takılıp hayatı kuyruk üstünde geçirmek de mümkün. Topraktan gelip toprağa gidecek olduğumuzu bilerek içimizdeki değerli madeni çıkarmak ya da çamura bulanmak da mümkün.

Kalemi kuvvetli olan kelimelerle, dili kuvvetli olan sözlerle, ruhu güçlü olanlarsa duygularıyla
severler, sayarlar, söverler, döverler… Hepsi içimizde, yüreğimizde, hangisini istersek o taraftan alabiliriz, seçim serbest.

İletişimin güzelliği bu işte.

Dilin kemiği yok, duyguların var mı?

Güçlü ruhlara sahip olmak dileğiyle

Sevgiyle…

 
Toplam blog
: 23
: 587
Kayıt tarihi
: 24.10.07
 
 

Müdahale edilmediği sürece barış ve denge içinde sürüp giden doğa hayranı ve doğal yaşam sevdalıs..