Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

28 Eylül '21

 
Kategori
Ben Bildiriyorum
 

İmam Hamzet

İmam Hamzet

Dağıstan Kahramanları

İmam Hamzet’i öldüren Hacı Murat, bu hıyanetinin mükâfatı olarak Çarın ve Generallerin büyük taktirlerini kazanmış, rütbe, nişan ve bol para verilmiş. Ama ne olmuş, İmam Hazmet ölünce; eşsiz zafer ve gaza arslanı Şamil’in başbuğ ve imamlığı, o güne kadar görülmeyen zaferleri gördürmüş.

Çavuş, askerlere işaret etti, geldiği gibi hızla çıktı. 

“Bu adamlar bizi nasıl bu kadar küçük görür anlayamam. Yani, senelerdir halıcılık yapan sen, halıdan mı anlamayacaksın?”

“Biri benim Moskova’da okuduğumu söylemiş. O da bunun baba mesleği olduğunu bildiğinden işkillenmiştir.”

“Boş ver kardeşim. Defolup gitti. İçeri girdiklerinde kafamdan aşağı kaynar su döküldü.”

“Haklısın, bu aşağılık herif hayıra gelmezler çünkü!”

“Neyse bunu da atlattık. Yarın akşam nikâhı kıyıyoruz.  Sümeyra’yı gelin alıyorsun.”

Şamil ‘Sümeyra’ adını duyunca her zaman olduğu gibi derin bir iç çekti. Sonra yine daldı. Cabbar’ın çıkışını bile duymadı.

 

Gece arka bahçe kapısına vurulunca, zaten son zamanlarda diken üzerinde yattığından Şamil hemen kalktı, aşağıya gitti.

“Kim o?” Ilgın’ın sesini duydu.

“Şamil aç, benim.” Şamil kapıyı açtı. Cabbar ile Ilgın içeri girdiler… Cabbar Ilgın’ın koluna girmişti. Şamil, allak bullak olan suratlarına baktıktan sonra,

“Neyiniz var, bir şeyler olmuş?” Cabbar sessizce,

“Yanılmamışım. Bizi ihbar eden Baho’ymuş.”

“Yapma ya bu kadar alçak olabilir mi bir insan?” Ilgın sinirle;
”Ama sen insan diyorsun. O insan değildi ki!”

“Nasıl değildi ki!” Cabbar yine sakin bir ses tonu ile

“Ilgın Baho’nun hesabını gördü.”

“Yani Baho?”

“Evet, geberdi gitti.” Ilgın bunları söyledikten sonra anlatmaya başladı.

“Evde bir şeyler atıştırdım. Baho’nun evinin karşısındaki sokağın köşesine gittim. Beklemeye başladım. Biraz sonra Baho çıktı. Uzaktan takip ettim. Şu aşağı mahallede Rusların meyhane gibi bir yerleri varya oraya gitti. Camdan bakacağım diye anam ağladı. Yerlerde sürünerek camın yanına gittim. Kenarından baktım. Bu piç, Gelingenkof ile içki içiyor, hararetli - hararetli bir şeyler anlatıyordu. Deliye döndüm. Bekledim. Bir saat sonra ikisi çıktılar. Ayrılmadan. Baho’nun şu sözlerini duydum. ‘Tamam, çavuşum merak etmeyin. Şamil’in nikâhı düzmece ise ben yakında öğrenirim. Bu işin içinde bence de bir bit yeniği var.’ Çavuş da sırıttı. ‘Baho sen tam Rus olacak adammışsın. Dedi. Baho ne dedi biliyor musunuz?”

“Ne dedi?”

“’Ben zaten öyleyim’ demez mi? Deliye döndüm. Düştüm peşine evlerine giden dar sokakta da kıstırdım. Ben bıçağı sapladıkça o hala:

‘Ben ne yaptım, ben suçsuzum?’ diyordu. Kendimi kaybettim. Çıktım oradan Cabbar’a gittim. Cabbar da ‘eğer bulurlarsa Şamil’den bilirler haydi oraya gidelim’ dedi. Geldik.”

“İyi etmişsiniz. Gören oldu mu?”

“Olmadı. Zaten çok geç saatti. İnsanlar gündüz çıkamıyor sokağa gece nasıl çıksınlar?”

“Bunlar ne zaman bulurlar Baho’yu, yahu öldüğünden emin misin? Bu ölmediyse yaralıysa konuşur vuranın sen olduğunu söyler.”

“O kadar yaradan sonra yaşayacaksa yapacak bir şey de yoktur zaten!”

“Yok, bence o çoktan gebermiştir.”

“Bir türlü hazmedemiyorum kardeşim. Bizden, içimizden biri nasıl böyle bir kalleşlik yapar?!”

“Yapar Şamil, yapar. Tarihte de buna benzer bir olay olmamış mı? İmam Hamzet’i öldüren Hacı Murat, bu hıyanetinin mükâfatı olarak Çarın ve Generallerin büyük taktirlerini kazanmış, rütbe, nişan ve bol para verilmiş. Ama ne olmuş, İmam Hazmet ölünce; eşsiz zafer ve gaza arslanı Şamil’in başbuğ ve imamlığı, o güne kadar görülmeyen zaferleri gördürmüş.”

“Evet, bunları biliyordum.” Üçü de sabaha kadar karanlık odada oturdular. Ama gelen giden olmadı. Sabaha kadar konuştular, konuştular…

Nikâhın kıyıldığı saate kadar, Şamil ne yapacağını bilemedi. Odasında yürüdü, saçlarını defalarca taradı. Odalarını birkaç kez düzeltti. Şaşkın vaziyette zamanın geçmesini bekledi. Sümeyra’lara geldiklerinde, dizleri titremekten kendini taşımakta zorluk çekiyordu. Başı dönüyordu. Kendine durmadan ‘sakin ol, biraz sonra nikâh kıyılacak, Sümeyra senin karın olacak’ diyordu. Cabbar arkadaşının suratına baktıkça hafifçe gülüyordu. Bir ara yanına geldi. Kulağına,

“Şamil rengin bembeyaz, ister misin nikâhtan önce düşüp bayılasın da nikâh ertelensin?”

“Yapma Allah aşkına kalbime mi indireceksin?”

Hoca sedirin başköşesine oturmuş nikâhlanacak gençlerin gelmesini bekliyordu. Şamil gelmişti. Genç kız bekleniyordu. Biraz sonra beyazlar içinde Sümeyra içeri girdi. Ona bakarken Şamil’in içi titriyordu. Karnında kelebekler dans ediyordu sanki! Duvağından yüzü görülüyordu. ‘Bu yaşıma kadar böyle güzellik görmedim’ dedi içinden. Sümeyra geldi. Hocanın karşısına, Şamil’in yanına oturdu. Hoca dua etmeye başladı. Nikâhları kıyıldığında kalkıp büyüklerinin ellerini öpmeleri gerekirdi. Şamil’in dizleri tutmuyordu ki kalksın. Cabbar’la, Ilgın kollarından tutup kaldırdılar. İkisi de gülüyordu. Büyüklerin elleri öpüldü. Sümeyra’nın annesinin gözlerinden akan yaşlar hıçkırıklara dönüşmüştü. Oğluna ağıt yakıyordu. Daha fazla dayanamadı ve bayıldı. Sümeyra annesine koştu. Kendine gelen acılı kadın, kızına sarıldı, ağladı. Ana kızla birlikte, oradakiler de ağlıyordu. Düğün evi, düğün evi olmaktan çıkmış, yine ölü evi olmuştu. Asar Efendi daha fazla dayanamadı.

“Biz artık gidelim. Hepinizden Allah razı...” Sözlerini tamamlayamadı. Evin kapısı kırılırcasına vuruluyordu. Musa Efendi pencereden baktı.

“Hayırdır inşallah, askerler gelmiş.” Ilgın ani bir hareket yapmak istedi. Cabbar omzunu sıktı sessizce; ’dur’ dedi. Merdivenlerden çıkan ayak seslerinden, gelenlerin bir hayli kalabalık olduğunu anladılar. Nikâh kıyılan yer, bir anda askerlerle dolmuştu. Başında yine çavuşları Gelingenkof vardı. Çavuş kükredi.

“Rusları bıraktınız da şimdi de kendi adamlarınızı mı öldürmeye başladınız?” Arife hanım bunları kaldıramadığından yine bayıldı. Huriye ile Sümeyra, bayılan kadının yanına koştular. Gelingenkof direk Şamil’in yanına gitti.

“Bana bak. Dün gece neredeydin?” Şamil cevap vermeden, Asar Efendi,

“Evdeydi çavuşum, nerede olacak?”

“Sana sormadım. Kes sen sesini?” Şamil babasına bağıran çavuşa bir adım attığında yine Cabbar durdurdu. Çavuşa oldukça sakin,

“Nikâh şimdi kıyıldı. Tebrik etmeye geldiyseniz geç kaldınız?”

“Benimle eğlenmeyi ben size gösteririm.” Caminin yaşlı hocasının kartal gibi bakışları, Gelingenkof’un sözlerini tamamlamasını durdurdu.

“Hoca Abdülmuttalip Efendiye saygım olmasaydı, o burada olmasaydı! Neyse şu andan itibaren gözüm ve adamlarım sizi yakın takibe aldı. Haberiniz olsun.” Gelingenkof ve adamları geldikleri gibi hızla ve oldukça gürültülü olarak merdivenlerden indiler ve gittiler. Orada olan herkes yere oturmak zorunda kaldı. Bir süre kimse konuşmadı. Asar Efendi, biraz önce söylediklerini tekrarladı. Daha sonra,

“Allah düşman zulmünden korusun bizi.” diyerek kalktılar. Sessizlik içinde yürüyorlardı. Devriye askerlerinin gözleri üstlerindeydi. Eve geldiler.

İki genç büyüklerinin ellerini öpüp, ‘hayır dualarını’ aldıktan sonra odalarına çıktılar. Şamil şaşkın ne yapacağını ne söyleyeceğini bilmiyordu? Hayal kurmuştu hep Sümeyra için. Ama böyle değildi hayalleri. Onun düşlediği rüyalarında, ‘Sümeyra da onu seviyor, hasretle kavuşuyorlardı.’ Hâlbuki buz gibi Sümeyra, hiç konuşmadan hatta Şamil’in yüzüne bakmadan odaya gitti. Yatağın üzerine oturdu. Şamil kapının yanındaki duvara yaslandı. Yatağında oturan genç kızın duvağını açsın mı, açmasın mı; karar veremiyordu. Biraz öyle beklediler. Şamil yanına geldi.

“Sümeyra görücü usulü evlenmedik. Neden evlendiğimizi biliyorsun. Sana minnettarım. Ama annemler gerçeği bilmiyor.

Senin de bilmediğin bir gerçek var… Ben seninle sadece silahların dükkândan çıkması için evlenmedim. Ben…” Sümeyra ayağa kalktı. Duvağını açtı.

“Tamam, o zaman annenler bilmiyorsa biz de bildirmeyiz. Ben Allah’ın izninde senin karınım. Ne istersen yaparım. Ama senden bir isteğim olacak. Ben sadece bu iş için evlenmedim seninle.” Şamil heyecanlanmıştı.

“Yani sen...”

“Evet, bundan sonra da sizlerle çalışmak istiyorum. Ben hiçbir şeyden korkmam. Her işi yaparım.”

Şamil bir an başka bir şey duyacağını sanmıştı. Hâlbuki kızın niyeti belliydi.

“Tamam, önce birbirimizi tanımamız lazım. Sana güvenmemiz gerekiyor.”

“Nasıl yani?”

“Seni sadece Melik’in bacısı olarak tanırım. Seni senden dinlemek isterim. Sen istemedikten sonra bana karılık yapmak zorunda değilsin. Bizim önce dost olmamız gerek. Birbirimizi tanıyalım. Senin istediğin gibi bir şey olursa da senden yardım alırız.”

“Dost derken ne demek istiyorsun. Seninle Melik ağabeyim gibi mi?”

“Hayır, öyle değil. Dostlukla kardeşlik başka şey! Sen benim karımsın ama dostum da olman gerekiyor. Bu bir anda olmaz, zamanla olacak.”

“Tamam. Ben nerede yatacağım?”

“Burada beraber yatacağız. Korkma söylediğim gibi sen istemeden sana dokunmam.”

“Sen bilirsin? O zaman arkanı dön, üstümü değiştireceğim.” Şamil arkasını dönünce, Sümeyra lambayı kapattı. Şamil pencerenin önündeki sedire oturdu. Dışarı bakınca yine askerleri gördü.

“Bunlar aynı yerlerindeler, görmeseydim şaşırırdım zaten.” Sümeyra üstünü değiştirdikten sonra sedire oturdu. Camdan dışarı bakıyorlardı ama dışarıdakilerin, kendilerini görmemesi için geride duruyorlardı. Şamil:

“Bugün çok soğuk değildi.” Sümeyra:

“Ben çok üşüdüm. Bizim evden buraya gelene kadar içim titredi.”

“Demek ki ben heyecandan üşümedim.”

“Heyecandan?”

“Boş ver…” Şamil genç kızın yüzüne baktı. Ayın şavkı yüzüne vurmuştu. Ay parçası gibi görünüyordu. ‘Allah bu kızı özene bezene yaratmış.’ dedi içinden yine. Sonra,

“Sümeyra, sana bir şey anlatacağım. Tanrıların tanrısı Zeus, akıldan yana üstün Prometheus’a, kendisine karşı, insanlardan yana olduğundan, dinmez bir öfke duymuş, ceza olarak ateşi insanlardan saklamış. Prometheus da ateşi Zeus’tan çalıp insanlara geri vermiş. Zeus, Prometheus’u Kazbek Dağında bir kayaya zincirlemiş. Ölümsüz Prometheus’un kendini sürekli yenileyen karaciğerini yemesi için de başına bir kartal dikmiş. Bu Prometheus’un payına düşen sonuçmuş. Sana göre benim payıma düşen sonuç nedir.” Genç kız şaşkınlıkla Şamil’in yüzüne baktı.

“Bu söylediklerinden hiçbir şey anlamadım.”

“Anlamadın değil mi? Biliyorum. Sana dost olacağımızı söylediğimde benim anlatacağım, her şeyi senin anlamanı beklediğimi bilmeni isterim. Onun için sana bazı şeyleri öğreteceğimi söylemek istemiştim.”

“Sen Moskova’da okuduğun için her şeyi biliyorsun.”

“Sen de bileceksin. Durmadan okumanı isteyeceğim. Benim vereceğim kitapları okuyacaksın.”

“Okuyacağım. Öğreneceğim. Bizim buralarda kaç kişi biraz önce anlattığını anlar ki! O dediklerin kim? Tanrı diyorsun. Tanrı sadece Allah’tır. Başka kimse Tanrı değildir.”

“Tabi öyledir. İşte sana anlatacaklarım, öğreteceklerim, bizim davada olman için. Çok şeyi bilmen, öğrenmen gerekecek. Çok okuyacak, çok dinleyecek çok öğreneceksin ki, hata yapmayasın.” Sümeyra biraz şaşkın, biraz da hayranlıkla ilk kez uzunca bir süre Şamil’in yüzüne baktı. Oda karanlıktı ama bu soğuk gecede ay parlıyordu.

“Ben çabuk öğrenirim. Ağabeyim şaşırırdı. Bana anlattıklarını hiç ikiletmemişimdir. Kitap okumaya olan düşkünlüğüm onun ısrarları sonucu olmuştur. Ondan öğrenmiştim. Anlattıklarını saatlerce dinlemeye hazırım. Öğrenirim söz veriyorum.”

“Tamam anlaştık. Ama bu gece değil. Çok yorgunum günlerdir doğru dürüst hiç uyumadım. Bu gece içimde derin bir huzur var. Yatalım mı?”

“Yatalım...” İkisi yatağın iki ucuna adeta kıvrıldılar. Şamil huzur içinde uyuyacağını sanırken, uykusu hepten kaçtı. ‘Bu nasıl servet, Sümeyra yanımda benimle yatıyor. Nefesini duyuyorum. Ama bu kadar… Bana şimdilik bu da yeter.’

Sümeyra kısa bir süre sonra derin uykuya daldı. Şamil onu uyandırmamak için hiç kımıldamamıştı. Sümeyra’nın nefesi ağırlaşınca iyice daldığını anladı. Hafifçe doğruldu. Dirseğini yastığına koydu, başını avucunun içine aldı. Sümeyra’yı seyretmeye başladı. ‘Melek gibi’ Şamil ne kadar öyle durduğunu, Sümeyra’yı ne kadar seyrettiğini bilmiyordu. Uyandığında Sümeyra’nın başı omzunda idi. Genç kız uyanmasın diye hiç kıpırdamadan yattı. Sümeyra uyandığında da kendinin uyanık olduğunu anlamasın diye, uyuyor gibi yaptı. Sümeyra kalktı. Üstünü değiştirdi. Dışarı çıktı. Şamil ondan sonra kalktı. Kahvaltı hazırdı. İki genç anne babalarına gerçekten evlenmişler gibi mutluluk tablosu çizdiler.

Şamil dükkânına doğru yürürken, ‘O benim evimde, benim yatağımda, benimle uyudu…’ içi ürpermişti. Kendini izleyen askerleri sevincinden fark etmemişti.

Ondan sonraki günler de, Şamil yine erkenden dükkânına gidiyor, Sümeyra onun kahvaltısını hazırlıyor, onu gönderdikten sonra, ev işlerini de bitirince, Şamil’in verdiği kitabı okumaya başlıyordu. Şamil akşamları geldiğinde, Sümeyra onu kapıda karşıladığında, Allah’a şükrediyordu onun evde olmasına... Bazen de karısına ufak tefek hediyeler getiriyordu. Cabbar’ın atölyesine uğruyor, ona el oymacılığı minik biblolar alıyordu. Yemeklerini yiyip odalarına çekildiklerinde ise imtihan başlıyordu. Şamil neredeyse her gece, karısını imtihan ediyordu. Gerçekten, genç kız çok çabuk kavrıyor, söylenen hiçbir şeyi kolay unutmuyordu. Birbirlerine iyice yaklaşmışlardı.

 

 

Nazan Şara Şatana’nın Şeyh Şamil’in soyundan gelen Dedesinin hayatını yazdığı ASAR ŞAMİL VE RUS TERZİ Kitabından…

 

 
Toplam blog
: 1731
: 4678
Kayıt tarihi
: 09.12.10
 
 

Turizmci; Genel müdür Yazar ; Romanlar, senaryolar müzikkaller... Sinema filmleri, TV filmleri.....