Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

20 Ağustos '07

 
Kategori
Ben Bildiriyorum
 

İmdat!

İmdat!
 

Kuşadası kan kusuyor! Help! Hilfe! Auxilio! SOS! 17.08.2007 Cuma öğle sıcağı bir grup insan Adliye sarayında, savcılığın önünde toplanmış yazdıkları imzaladıkları dilekçeyi vermek için bekleşiyorlar.

Aralarında kimler yok ki, Hollanda İsviçre Almanya İngiltere’den gelmişler Türkiye! Bu güzel ülkede yaşamak ve ölmek için!

Bir iki kişi haricinde hepsinin adı veya soyadı Türkçe, gururla taşıdıkları her hallerinden belli! Davaları uğruna yekvücut olmuşlar!

Türk Adaletinden, Savcısından yardım istiyorlar, asil temsilci onları fazla bekletmeden makamına buyur ederek şikâyet dilekçesini kabul ediyor!

Niye yüzmeye gitmiyorlar? Neden şık bir barda soğuk birayı yudumlamıyorlar da, Körfez matbaasının önünde bakkaldan aldıkları bir damacana suyu paylaşıp dizlerini dövüyorlar!

Almanya merkezli bir vakıf :”Alın bu paraları eskiden mapusane olan bu yeri sokak tüylüleri için yaşanacak bir mekâna çevirin, kısırlaştırın aşılarını yapın sığınsınlar bir sahip bulana dek, Waldtraut deneticimiz yaptığınız güzel işleri bize bir bir rapor etsin, bizde üyelerimize bakın sizin aidatlarınızla ne işler beceriyoruz diye hesap verelim!”

Gönderdikleri Kuşadası’na ulaşmasına ulaşırmış da tüylü garibanlara ulaşamaz olmuş!

Görevlilerden bazıları köpek mamasının tadına doyamıyormuş! taşıma araçlarının akşam dolan depoları sıcaktan olsa gerek sabaha değin buharlaşıyormuş!

Sigara ve çaydan sapsarı dişlerini göstere göstere merkep gibi çalışan deneticinin nasıl çalıştığını, sırıtarak seyrederlermiş!

Başka işe yaramadığını düşündükleri psikolojik sorunları olan M. D.yi sorumlu müdür etmişler. Adını sürgün koymuşlar bu atamanın. Eline de bir tüfek tutuşturmuşlar hem bayıltan hem de öldüren cinsten. Yasak olan bu maddeyi kullanırken(bayıltıcı etkisinden çok öldürücü etkisi olan bir kimyasal) Tanrı rolünü üstlenmeyi tercih edermiş! ”Sen öl! Sen öl! Sen de! diyerek”

Zindana ne kadar az canlı girerse onun payına bir o kadar çok köpek maması düşermiş ve daha az iş daha çok sırıtmak için zaman kalırmış Allahın ibret için yarattığı bu kullarına!

Hâlbuki taş ocakları var kazma kürek, saldırgan genleri yumuşatabilecek! Sorumlular onu elinde tüfek salıveriyorlarmış şehrin sokaklarına sorumsuzca. Orgazm olsun diye!

Saçı kısa aklı uzun derin mavi gözlü Waltraud: Başını alan giden mamaların, buharlaşan benzinin sırrını çözmüş soru sormaya yeltenmiş ”Neden yapyorsuz siz böyle, günah değil mi? Bütün bular, ben her şey biliyo” Elin gâvuru para versin, burnunu oto moka sokmasın, biz bedavadan yaşamasını, bu hafiye bacıya da haddini bildirmesini biliriz” Diyerekten almış tüfeği eline, John Wayne yanında halt etsin! Bir sağa bir sola dönüp hedef arar gibi yaptıktan sonra, son anda Waldtraud’un yaşamını bağışlayıp, karşıda duran sağlıklı aslan gibi tüylü çocuğu katletmiş, sarı dişlerini göstererek!

Silifke’nin yoğurdu ah anam seni kimler doğurdu, seni doğuran ana bir sağa bir sola dönmez mi mezarında!

Gözdağı vermenin rehaveti çökmüş üzerine azıttıkça azıtmış!

Tüm bunları bana arada tercüman olmadan anlatabilmenin rahatlığı, pembe pembe yanaklarına yansıyor, Waltraud’un gözyaşları serin maviliklerde donuyor, akamıyorlar!

Kendimi onun yerine koyuyorum, 20 yılını vermiş hizmet ediyor benim vatanıma, bense onu sadece dinliyorum!

Yaban ellerde benim başıma gelmiş olsa bu gibi işler, tepkim ne olurdu diye kafa yorarken donup kalıyorum! İçimden geçenleri kimselere anlatamamanın zehri damarlarıma yayılıyor!

Mapusane çeşmesi yandan akar iken Dikenlinin gazabından kurtulup kısırlaştırma masasına yatabilenlerin, ameliyat sonrası ameliyat yerleri patlıyor yine paçayı kurtaramıyorlar, nedenini umut veren doktor biliyor ( Tüm resimler bu yazıya eklenecek)

Veteriner Nevzat Bey öyküyü anlatırken resimleri elime veriyor “Bakamıyorum” Diyorum! “Bakmalısınız yoksa bu işlerin peşini bırakın” “Bırakamam” Diye isyan edesim geliyor!

İçimdeki ses uyarıyor!
Boynu kalın Kurt! Bu sefer tek başına değilsin etrafına bir baksana! İskender Avcı:Günlük siyasi yerel gazetenin sahibi (Kuşadası Demokrat) ön sayfada haber ediyor olanı biteni!

Waltraud Gallenberger: Vakıf görevlisi, ne tür azap çektiğini yüz hatları ele veriyor!

Klaus+Christina Kempter çifti: Aktif tüylü dostları

Marianne Richner: Hayatını adanın sahipsizlerine adayan aktif gönüllü

Sabine+Orhan Yaylalı çifti: Garibanların yardımcıları

Andrea Görkem: Aktif gönüllü senelerdir Kuşadası’nda yaşamakta

Nadide Özcan, Emine Özküçük ve Meral Eraslan: Eşi enderi az bulunan sevgi yüklü kadınlarımız aktif gönüllüler!

Gönlü güzel, genç dinamik ve bir o kadar da dingin varlığı huzur veren yorulmak bilmeyen Sevgili Ebru Başaraner! İstanbul’dan Kuşadası’na tatile geldiğine inanmak mümkün değil! Kısa sürede başardığı işler saymakla bitmez!
Teşekkürler Ebru Melek, Tanrı Sizi korusun bağışlasın! Örnek olabilecek çalışmalarınızdan ötürü Sizi yürekten kutluyorum!

“Kuşadası’nın Belediye Başkanı yok mudur, sahipsiz midir beldemiz?” Diyenleri görür gibiyim. Olmaz olur mu var! Şık bir bürosu yazı masası yardımcısı Nedret Bey var! Başkanı arayan soranlara “ Başkanımız yurt dışında, Size ayıracak boş dakikası yok” demek ve yolunda gitmeyen işlere, yol bulmak için!
Beslediği iyi niyetlerden ötürü, Allah yardımcısı olsun!

Sokaktaki vatandaşın sesi ebruli değil! Bu da geçer, 1, 5 Sene kaldı! Ondan sonra Allah Kerim elbette Kuşadası yaraşanı yakışanı seçecektir diye hem bizleri hem de kendilerini avutuyorlar!

Bir teselli ver Yarabbi! Mutsuz umutsuz kullarına yürekleri kan ağlıyor!

Sevgili Blog dostları, Sevgili Milliyet Okurları gerçek bir haberi okudunuz, abartısız fakat sansürlü beklememiz gereken kararlar var kesinlik kazanır kazanmaz bilgilerinize sunulacak!

Sahipsizlere onlara gönül verenlere desteklerinizi bekliyoruz, nasıl mı? Gündemde olan olayları kınayarak, şimdiden teşekkürler!

Link: *Türkiye birincisini seçelim

 
Toplam blog
: 584
: 853
Kayıt tarihi
: 01.03.07
 
 

Dinleyenin olmadığı yerde anlatmanın önemi! Nasıl YAZAN oldum. 'Yalnız doğar, yalnız göçer' eskile..