Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

08 Haziran '08

 
Kategori
Futbol
 

İmparatorun korkusu ya da Korku İmparatorluğu

İmparatorun korkusu ya da Korku İmparatorluğu
 

Öğrendik ki, İmparatorlar da korkarmış.


Önce şunu belirtelim Türk Milli Futbol Takımı Portekiz karşısında izlediğimiz takım değil. Turnuvanın açılış gününde millilerimizin sergilediği futbol hem 1996 hem de 2000’deki futbolumuzun gerisinde kaldı. Uzatmak gereksiz, bu silik ve şahsiyetsiz futbolun bir numaralı sorumlusu Fatih Terim’dir. Milli Takımlar Baş Sorumlumuz her ne kadar maç sonunda “Kötü değildik. Şanssız goller yedik.” dese de aslında kendisi de gayet iyi biliyor ki, ay-yıldızlılara uygulatmak istediği taktik anlayış sahada toptan iflas etti. Attığı 2 golden başka Portekiz’in direkten dönen üç topu ve çok ince bir ofsayt kararıyla iptal edilen golü var. Futbolun enteresan gecelerinden biri yaşansa ve bu toplar ağlarımızla buluşsa olası bir “utandıran” skoru kim nasıl açıklayacaktı?

Bir maç başlamadan kaybedilir mi? Hep birlikte gördük ki, kaybediliyormuş. Türk Milli Takımının defansif zaaflarını Zimbabwe’den turnuvayı takip edenler bile biliyorken, Otto Rehhagel’in Yunanistan’ına öykünüp mantalite klonlamak ne kadar gerçekçidir? Santrayla birlikte sahaya yayılışımız “Xmas Tree” (4-3-2-1) gibiydi ama henüz on dakika geçmeden “0-0 da iyi sonuç” demeye başladık. Hazırlık maçlarında orta sahanın üçüncü oyuncusu olmaya en yakın aday olarak görülen Hamit sağ beke çekilmiş, Aurelio ve Emre’nin partneri olarak Kazım görevlendirilmişti. Tek santrfor oynayamadığını hazırlık maçlarıyla tescil eden Nihat ileride tek, kanatlarda da Tuncay ve Mevlüt. Dünya futbolunda giderek daha çok tercih edilmeye başlayan bu anlayış aslında kötü bir taktik değil ancak oyunu dengeli oynadığınızda. Ortadaki üçlüden birinin baskın “playmaker” özelliklerine sahip olduğu genel uygulamada (ki bu isim bizde Emre Belözoğlu) kanatlardaki futbolcuların da hareketli oyunlarıyla rakip defansların dengesini bozması gerekiyor. Ya bizdeki uygulama? Evlere şenlik.

Sanki üç ön libero oynuyormuşçasına defansın önünde çakılı duran orta sahamız, Mevlüt ve Tuncay’ın statik oyunları, Nihat’ın rakip defans içinde kayboluşu. Emre Belözoğlu bu takımda ön libero niyetine kullanılacaksa emin olun o işi Mehmet Topal çok daha iyi yapar. Emre’yi Emre yapan rakibi kovalaması olduğu kadar gereğinde “10 numara” gibi oynayabilmesi, oyuna yön vermesi değil mi? Peki siz Portekiz karşısında böyle bir Emre izleyebildiniz mi?

Maç sonu istatistiklerine baktığımızda şunu görüyoruz. Topun oyunda olduğu sürenin %53’ü Portekizli futbolcuların ayağında geçmiş. Takımların kat ettikleri toplam mesafeler ise şöyle: Portekiz 98,9 kilometre Türkiye 102,2 kilometre. Anlayacağınız Scolari’nin talebeleri hem topu hem de millilerimizi bol bol koşturmuşlar. Bu arada defanslarında bize doğru düzgün pozisyon vermeyip kalemize 16 şut çekmişler. İstatistikler tek başlarına futbolu açıklamaya elbette yetmez ancak rakamların dünyasında futbola dair ipuçları bulmak mümkün. “Zaten üzerimizdeki Turkuaz-Beyaz formalarla Türk milli futbol takımına benzemiyorduk, sahadaki performansımızla bir de üzerine tüy diktik.” Evet, 90 dakika sonunda hem sahadaki futbolun hem de istatistiklerin bize söylediği bu. İnsanı sıkıntıya düşüren tablonun müsebbibi Fatih Terim’in kalan maçlarda şapkasını önüne koyup etraflıca düşünmesi gerekiyor.

75.dakikada gerçekleşen Hamit-Semih değişikliğinin bizi götürdüğü nokta olan 4-4-2’ye dönmek İsviçre ve Çek Cumhuriyeti karşısında bizi başarıya ulaştırır mı? Bu soruya verilecek şahsi cevabım “Hayır” olur. Açılış maçında karşılaşan ekiplerden Çek Cumhuriyeti Koller’i ileride tek bırakarak beşli bir orta sahayı tercih ederken, Jakob Kuhn’un öğrencileri de 4-4-2 gibi gözüken ama aslında 4-4-1-1’e daha çok benzeyen bir taktikle sahaya çıktılar. Bu iki ekip de takım halinde topun gerisinde kalmaya özen gösterip orta alanda mücadeleci bir futbol sergiliyorlar. Zaten Karel Brückner’in hamlesi olmasa İsviçre-Çek Cumhuriyeti maçı da büyük ihtimalle 0-0 sona erecekti. Koller oyunda kaldığı sürece ona top şişirileceğini düşünen Brückner, Koller-Sverkos değişikliğini yapıp bir anlamda takımını araya oynamaya itince maçı da kazandı. Bu nokta bizim açımızdan hayli önemli. Çünkü takımımızın turnuvaya geldiği kadroyla oyun içinde böyle anlayış değişikliklerine gitmesi çok mümkün görünmüyor. Bilhassa kapanan takımlara karşı etkili olmayan millilerimiz bir şekilde skor üstünlüğünü ele geçirdikten sonra çok daha tehlikeli pozisyonlar geliştirebilir. Ancak bu noktada da her şey dönüp dolaşıp Fatih Terim’de düğümleniyor. Terim Portekiz karşısında olduğu gibi ofansta takımı dizginlemeye devam ederse, grup sonunculuğunun en büyük adayı oluruz.

Milli Takım turnuvaya tartışılan bir kadroyla geldi ama tüm spor kamuoyu “Fatih Terim’in bir bildiği vardır” diye düşündü. Daha sonra takımdan Yıldıray, Halil ve İbrahim Kaş gönderildi, buna da fazla itiraz gelmedi. Sahaya çıkan on bire de “hocanın görüşü” diyebiliriz ama ortaya konan korkak futbolu Türk halkına hiçbir şekilde açıklamak mümkün değil. Evet, pivot santrforumuz yok ama bu 23 kişiden çok daha kişilikli bir futbol izlememiz mümkün. Yeter ki, Fatih Terim “İmparator” lakabının hakkını versin. Yapılacak şeyler var. Mesela Emre’nin ataklara katılmasını sağlamak gibi… Tek santrfor olarak randıman vermeyen Nihat’ın 4-3-2-1’in sağ kanadına alınması gibi… Ya da Hamit’i orta sahaya döndürmek ve Arda’ya şans tanımak gibi… Her şeyden önemlisi karşı tarafta da bir kale olduğunu hatırlamak gibi… İsviçre ve Çek Cumhuriyeti karşılaşmaları oyunu daha önde kabul edip defansımızı daha ileride kurduğumuz maçlar olabilir. Koller ve Streller geniş alanda yakalanabilecek oyuncular. “Peki ya Barnetta, Behrami, Sionko ve Plasil gibi oyuncular ne olacak?” diyebilirsiniz. Ama bilin ki, risk almadan başarıya ulaşmak mümkün değil. O iş, Rehhagel ve talebelerine mahsus!

Fatih Terim’i bu noktaya getiren ve Türk futbolunun İmparator’u yapan hücum futboluna yaptığı yatırımlar değil mi? Eğer bugün Chelsea’nin müstakbel teknik direktörleri arasında Fatih Terim’in de adı geçiyorsa bu bilin ki, Mourinho ile arasındaki düşünce farkından. Futbolun geleceği adına endişelenen herkes Mourinho’ların Terim’leşmesini beklerken, Fatih Terim’in Mourinho’laşması neden? Söz konusu olan kaybetme korkusu ise Portekiz’e karşı “korkarak” oynadık ve maçı 5-0 kaybedebilirdik. Gayet iyi bildiğimiz “kokunun ecele faydası yok” deyişini bir kez daha yaşayarak öğrenmek zorunda kaldık. Umarım kalan maçlar, millilerimizin gerçek yeteneklerini sahaya yansıtmasına vesile olur. Kazanmak, kaybetmek ya da gruptan çıkıp çıkmamak değil mesele. Siz orada performansınızla kendinizi alkışlatın, elenseniz dahi bu halk sizi hava limanında alkışlarla karşılar.
 
Toplam blog
: 235
: 717
Kayıt tarihi
: 21.06.06
 
 

Yazar 1976 yılında İstanbul'da doğdu. Tüm eğitim ve öğretim hayatını burada tamamlayarak, 1999 yı..