Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

22 Eylül '09

 
Kategori
Felsefe
 

İnsan yokluktan neden korkar

İnsan yokluktan neden korkar
 

Bu günkü gezi biraz daha uzun sürsün“Evet, yokluk üzerine konuşuyoruz. Üzerinde tartışılamaz en son mesele belki, ama bir zorunluluk. Mutlak gerçeklikler için parmakla gösterilebilir gibi: ''İşte bu'' şeyler temel kıstas alınmış. Bir şeyin parmakla gösterilme olanağı yoksa gerçek dışıdır. Yokluğu, hiçi, olmazı fiziki bir işaretle göstermek mümkün değil. Ama anlamın en kutsal kategorileri bunlar. Bilinen gerçeği anlam olarak sabit tutan, algısallığın içrek metaformları. Değişken anlam malzemelerinin mutlak kaynağı.

Peki bu görünenler ne. Dünya, Gökyüzü, Ay felan.

Onlar, senin dediğin gibi görünenler. Anlamları var mı. Sanmıyorum. Zamansal algılanım formundaki devingenlik varlığı var olarak kabul etmeyi ve ona kalıcı bir anlam vermeyi engelliyor. Varlığı açıklama modellerinin hemen hepsi, ister dinsel, ister rasyonel motifli olsun, herzaman bir yokluk önselliğinden hareket ederler: (En iyisinden bir fenemonolojinin elinde bile, ayrımlaya ayrımlaya sonuçta hiç bir şey kalmaz, çünkü her ayrımlama bir ayrıklamaya açılır) hiçlik, en azından tamlama kategorisi olma durumunu herhalükarda devam ettirir. Varlığın hiçlikle tamlanması.

Zamansal algılanım formunun devingenliği... Sizin sözleriniz ve cümleleriniz hep -yor'lu veya -dir'li bitiyor. Hırçın bir dil. Bir öğretmen gibi.

Evet. Ama ben önce kendime öğretmenim.

Maaşından memnun olmayan bir öğretmen herhalde.

İstersen ben devam edeyim. Biz yaşamımızda dün diye bir şey biliriz. Dünü, yani bugün Çarşamba ise, hayatımızdaki son Salı'yı. Onu sağlımız yerindeyse iyi biliriz, ama sadece biliriz, yani sadece bilincimizde vardır, ama artık hiç bir realitesi yoktur. Yukarı baktığımızda görünenlerin kendi aralarındaki birbirlerine olan görünürlükleri de bizim için bir defaya mahsus olmak üzere bir dünlük oluştururlar. Dün dediğimiz şey hiç bir zaman aynı dün değildir. Bu, dış görüngü malzemelerinin oluşturduğu bir ardısanımsal/zamansal dinamiktir. Dün kavramı tek ve aynı olguya tekabül etmez. Dün kavramının karşıtı değişkendir. Aklın zamansal algı formu da içsel açıdan Kant'ın düşüncesiyle görünenin bilinmesini olanaklı kılan bir refleksiyondan başka bir şey değildir. Bu şu mutlak devingenliğe götürüyor. Dün algılanımı başı başına bir yanılgıdır. (Tamam ... şimdi tarih bir yanılgıdır diyecek) Dışdünyanın varlar fenomeni, zaman tanımaz. Yani ontolojik anlamda zaman diye bir şey yoktur. İçdünyanın zaman algılanımı ise görmeye kavramsal çerçeve sunar. Biri -dışarıda olan- görünenlerin relativitesi, diğeri ise -içeride olan- aklın görme yoluyla aldıklarının zihinsel izdüşümünde geçici bir kodlamadır. İşte tam burada yokluk (veya hiçlik) ile varlık arasında anlamsal bir ilişki olduğunu seziyoruz (hiç bir tamlama kotagorisi olma özelliğini anlam yükleme eylemiyle örgünlestiriyor). Yani varlık dediğimiz şey, sınırsız olan anlam kategorilerini bir bakıma yokluk transformasyonundan alıyor. Yokluğun gerçekten yok olarak düşünülememesi de aklın bilme yapılanımında belirginleşen zaman ve mekan gibi algı belirleyici formlarının çıkarımcı zorunsallıklarından kaynaklanıyor. Biz aslında bir mekanı boş olarak düşünebiliriz. Nesneleri ama mekansız düşünemeyiz. Yokluk ama mekanın da dışında (yok) olma durumuna denktir. Oysa bu formlar dış dünyaya ait değildirler, ve zihinsel karşılıklarının deneysel olmayışı, onların akıla dışarıdan giremeyecekleri varsayımını beraberinde getirir. Biz ne zamanın ne de mekanın bir sınamasını yapabiliriz. Çünkü karşılaştırma yapılabilecek mutlak denklikleri yoktur; zamanın değişime mekanın da sürekliliğe eşlenerek algılanmasının icap ettiğini düşünerek, kıyas tutmaları matematiksel düzlemde bile mümkün değildir. İşte bizi de kapsayan dışarıdaki varlık, kendini, karakteri bizde olan zaman ve mekan boyutlanımlarıyla saltıklaştırıyor. (Üstü altı, yukarısı aşağısı, yanı bu yanı, ötesi berisi, sağı solu, başı sonu, güneyi kuzeyi, doğusu batısı, içi dışı, öncesi sonrası, bu tarafı öte tarafı; işte bunların özüne yöneltilen soruların hepsinde ilkin bir yokluk analizi var oluyor; Eflatun'un karşılaştırmalarında da, Aristo'nun mantığında da, Gazali'nin üçlemli eleştirilerinde de, Aquinolu'nun bakışında da, Kant'ın dualizminde de, en son modern sistem teorilerinin 'bu ayırmalar bütünü algılayabilmek için en basite indirgeyici kognitif çıkarımlardır' derken hiçin tarif sunumlarını okuyor) Yokluğun zaman (sallık) ve mekan (sallık) içerme durumu var mıdır? gibi bir sorunsal da bu bağlamda ortadan kalkıyor. Varlık anlam yoluyla hiçsel bir tamamlamanın özüdür. Varlık ve yokluk anlam yoluyla birbirini tamamlarlar. (Anlamsal yol tarifsel bir içerik alma durumunda; mitolojik, dinsel, tanrısal, okkultistik, eşatolistik (sonsallık), eskapistik, (gerçeklikten kaçma), doğasallık, nedensellik, maddesel, idesel, teleolistik, kybernetik, deterministik, diyalektik, evrimsel, biyosürümsel, fenomenolistik, ideeol, içsellik, normatif, dilsel (varlığı dilin sorunu yapmak), analitik, sentetik ve daha birçok düşünce versiyonlarıyla kaplanır. Her biri yokluğu kendi adına ve kendi gereksinimciliği, motifselliği, paradigma bağımlılığı, eğilimliği dağılımlılığı zorunsallığıyla (farklılıkları biyo-fiziksel olarak düşünme ve bilmenin, yani kognitonun biyo-fiziksel yasalarına, tinsel olarak bilincin varlıksal sosyalizasyon ve belirgenleşirliği çoğulsallığına dayanır) varlık tanımı için alternatif oluştururlar.

Neden?

İnsanın varlığa anlam verme zorunsallığı (Bütün bunların anlamı ne) en başta yokluk durumunu kabul edememeye dayanıyor. Bu mutlak ve aynı zamanda ebedi bir korkudur ve yüzyıllardır tartışması yapılır. Yokluk olasılığını en mutlak, en güçlü tranzendent bir olgunun (tanrının) ortadan kaldırdığına, kaldırabileceğine) inanılıyor (Gazali de dahil). Burada ama korku için belirleyici olan yokluğun kendisi değil, onun akılsal ifadesidir. (Tanrıya inanışın temelsel, öz açıklanabilirliğini, zihinselleştirilmesi beklenen tanrı idesinin en son kalıcı tasavvurunu kendi bilinci için sürüncemede bırakan, ona koşullanmış bireylerin oluşturduğu ruhsallık sisteminin analizinde denemek de bir hiçlik, ve bir yadsıma edimine yönelmektir.

Peki böyle olunca korku, anlamın temel motiflerinden mi sayılıyor?

Hayır, öyle değil. Anlamın temel motifi korku değildir. Korku hiçbir zaman anlam vermenin temeline giremez. Korkuyorum öyleyse varım? Bunu kim diyebilir. (Bu çeviri Descartes'ten zaten yanlıştır; Cogito ergo sum, 'Düşünüyorum öyleyse varım' anlamına gelmez, burada 'öyleyse' vurgulaması fazladır, aşırı siyasetenlik belirir bu tercümede, 'Düşünüyorsam varım', düşündüğüm sürece varım, anlamına gelmektedir) Anlamın temel motifi korkuyu art sarmalı yapan yokluktur. Korku anlamın temel ifadesi arasına alınırsa, bu bir anlamda hiçliğe tekabül eder, bu da kelimenin tam anlamıyla yersiz bir tanımlamadır. İnsanın yokluğu kabul etmesi demek, korkusunun yersizleşmesi demektir. İnsan yokluğu yadsıdığı sürece korkuyu kendi güvensizliğinin yedeğine alır. Neden bu böyle. Çünkü bir insan her zaman korkmaz. Korku ruhun negatifinde görünen bir şey değildir. Yokluk ama zaman bile kabul etmeyen mutlak bir varlanımdır, evidensel bir tamlamadır. Çok basit ... 1) Yokluğu var kabul edersek, korkmuyoruz. 2) Yokluğu yadsıyınca korkmaya başlıyoruz 3) Korkmaya başlayınca deforme olmuş tanrısallıklar karşımıza çıkıyor 4) Yokluktan korkmamız da bize anlam dağarcıkları versiyonları sunuyor. -Anlaşılan yokluğu varlığın tezatı olarak var kabul etmeyecek, ışık süzmelerini tanım-lam-ak için karanlıklar araştırmasına gerek duymayacak, geleneksel tarzda beynimizin tüm varlığı bir ben için anlaşılır hale gelebilmesinin zorunsal koşullarına istemeden tahammül edeceğiz .. deduktif çıkarımların dil için mecburiyet dayatmasında bize anlam veren bir senlerin oluşmasına, kuşun kanat çırpışını olanaklı kılan hava gibi, yokluk düşüneceğiz, mistik anlatım derdinden kurtulma, antika vaziyetlerinden sıyrılma, Beyazıt Bistami örneğinde çulumuzun altında tanrıdan başka bir şey yoktur yerine görünen halimizin altında çulumuzdan başka bir şey yoktur, altında yoktan başka bir şey yoktur diyeceğiz.

Tüm tanrısallıklar kelam yığılmalarının uç tercümeleridir, bu nedenle de yazılanın aynılığını gerçekte aramak nafile olabilir”.

Ali Mercimek

 
Toplam blog
: 29
: 500
Kayıt tarihi
: 17.08.08
 
 

İstanbul ve Münster Üniversiteleri basın yayın mezunuyum. Gazeteci olarak çalışıyorum. İlgi alanl..