Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

15 Ağustos '12

 
Kategori
Kültür - Sanat
 

İşkembe-i kübra tarihi

İşkembe-i kübra tarihi
 

İşkembe-i Kübra Tarihi diye aratınca bu resim çıkıyordu detaylara bakmadım... (Yazı ile ilintili bir eylem! :)))


Zaman, insanların yaşam şekillerini, geleneklerini ve davranışlarını değiştiren en önemli etkendir.  Nesiller arasındaki kültür farkının da sebebi zamandır.  Bir insan ömrüne bazen dört-beş kuşak sığabilmektedir.  Mesela çocukluğunuzda tanıdığınız en yaşlı insanlar ile yaşlandığınızda tanıdığınız gençleri göz önüne getirecek olursanız ömrümüzün çok üzerinde bir tarihsel sürece dokunduğumuzu fark ederiz.

Bugün, yakın tarih dediğimiz bazı olayların canlı şahitleri ile konuşabiliyoruz.  Güncel tarihsel tartışmaların çoğunun 100 yıllık bir geçmişi bile yok.

Mesela, Kurtuluş Savaşının canlı şahitleri düne kadar aramızda dolaşıyordu.  Son birkaç tane kaldığında medyanın dikkatini çekmişti ve TV programlarına gazete sayfalarına taşınmıştı… 

Üzerinden 100 yıl geçmediği halde, birçok tarihsel olayın nasıl yaşandığı ile ilgili tartışmalar var.  “Öyle oldu”, “hayır, böyle oldu” diyenler bir yana “hiç olmadı” diyenler bile tartışmaya katılıyor!

Bu kadar yakın bir tarih için bunca ‘ciddi’ tartışma sürerken, bizler üzerinden asırlar geçmiş olayların tarihsel kayıtlarına nasıl inanacağız?

O ihtişamlı Osmanlı tarihi acaba aslında o kadar ihtişamlı değil mi?  Hangi Osmanlı Padişahı kendi tarihçisine avda yanlışlıkla poposundan ok yediği ile ilgili kayıt tutturur.  Yada tarih sayfalarında; bozguna uğrayıp düşman ordusunun önünde kaçan bir padişah gördünüz mü? Ama son 300 yıl hep kaybettik!  Demek ki bizler, “şanlı zaferler ile kaybetmeyi başaran bir devletmişiz!” (Ne kadar salak bir ifade oldu!!!) Bu sadece bizde değil.  Üzerinde güneş batmayan İngiltere İmparatorluğunun tarihinde de böyle…

Ama gerçeklerin böyle olmayabileceğini görüyoruz.  Nereden görüyoruz.  Tarihçiler daha 80-90 yıllık olayları bile net ve somut bir şekilde, tartışmayı kapatacak deliller ile açıklayamıyor.  Üstelik bu tartışılan meseleler o günleri yaşayanlar ile canlı-canlı iletişime geçebilen tarihçilerin bugün bile var olmasına rağmen böyle.

Her ihtilaflı olayda, olayın iki tarafı da, yaşananları kendi bakış açısı ile anlatır.  Bu doğal bir durum ama doğal olmayan şu: Olayın içinde olmayan, içinde olanlar ile ilişkisi bile olmayan, sadece olayın açıklanma şeklinden siyasi çıkar elde etmeyi uman (benim, çok defalar ‘kemirgenler’ olarak tanımladığım) birileri, masa başında, hiçbir kitap, kaynak, makale, evrak ve mekan incelemeden, kütüphane tozu yutmadan, –işkembe-i kubra’dan- tarihsel faraziyeler üretebiliyorlar.

Daha da acı olan tarafı, kendi siyasal düşüncesi ile uyuşan birilerinin tezlerini desteklemek için uyduruk tezler ile, mesnetsiz faraziyeler üreterek, daha önceki dönemlerde üretilmiş bu tür uyduruk ürünleri ‘kaynak’ olarak, dayana olarak kullanarak ortaya yeni ‘ürünler’ çıkarıyorlar!

Bir kitap çıkıyor, haremle ilgili, roman(MIŞ)!  Hanımefendinin biri yazmış, Londra’daki evinde, ofisinde yazmış durmuş…  (Kalınından 3 cilt) Topkapı Sarayına hayatında bir kere girmiş.  Ama ‘tarihsel’ kitabında ne padişah bırakmış, ne harem ağası, ne de cariye…  Asıl acı olan ne biliyor musunuz?  Bir başka ‘tarihçi’ çıkmış, bu hanım teyzenin romanını kendi eseri olan, ‘tarih bilimi’ ile ilgili kitabının kaynakçasına koymuş.  Bir de utanmamış, ‘Seçilmiş kaynakça’ diye belirtmiş.  (Seçmese ne olacaktı merak ediyorum.)

Büyük kitapçılarda rafların üzerinde bölümler yazar:  “Tarih” ve “Tarihsel roman” diye…  Ayrı tutarlar ki, bu ‘tarihçi’ gibi tarihçilikte ‘ayrı’ yeri olanlar yerlerini karıştırmasınlar.

Başka bir örnek: İngiltere’nin yeşil çayırlarında geçen ‘tarihi’ bir dizi film var.  Dizinin adı, “Downton Abbey”. İşte bu dizide ünlü Osmanlı diplomatı Kemal Pamuk, aşk hayatının hızlına dayanamayıp ölüyor.  Dizinin senaristi Julian Fellowers, hem dizisine Türkiye’den ilgi toplamak, hem de medyada öne çıkabileceği haberler üretilmesini sağlamak için gerçek hayata uyarladığı bir senaryoyu gazeteciler ile paylaşıyor:

Fellovers, kaynağının bir arkadaşı olduğunu belirtiyor  Bu ‘arkadaşın’ büyük bir malikanesi varmış.  15 yıl önce büyük halasının günlüğünü bulmuş.  Günlükte, zamanında malikaneye gelen bir diplomatın ölümü de anlatılıyormuş.  Olay, 1890’larda olmuş.

İngiltere’nin –Türkiye’de de çok bilinen– meşhur yayını The Times, “TV’de en ikonik anlardan biriydi” diye başlık atmış.  The Guardian ise, “Ölü bir Osmanlı diplomatı ile cinsellikten öte olaylar yaşandı mı?” diye sormuş. 

Bizim meraklı tarihçiler bu haberleri yabancı medyadan öğrenince hemen araştırmışlar.  O tarihlerde, İngiltere’de ölen bir diplomat bulmuşlar: Rüstem Paşa!  Hemen diziyi izleyip olayları Rüstem Paşanın üzerine yıkıvermişler.  Vay, vay, vay!…

* * *

Bu tür roman tarihçileri ve dizi tarihçileri yaptıkları işi o kadar ciddiye alıyorlar ki!  Şimdi onların da anlamakta zorlanmayacağı ciddiyette bir açıklamayı buradan ben yapayım da bombayı patlatsınlar:

Sarrah Connor’i öldürmek için gelecekten gelen Ron adındaki Terminatör bütün Amerikalıların gözünün içine baka-baka 4 yıl boyunca Kaliforniya Valiliği yaptı.  Biriniz FBI’ı arayın da, bu canavar, Sarrah Connor’u öldürmeden yakalansın!

            Hep sevgi ile kalın.

             Murat SEVGİ
            www.twitter.com/muratsevgi

 
Toplam blog
: 370
: 1092
Kayıt tarihi
: 10.07.08
 
 

1969 doğumlu. Tasarımcı, endüstriyel otomasyon sistemleri için yazılım geliştiriyor. Yüksek öğren..