Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

12 Mayıs '10

 
Kategori
Öykü
 

İstanbul'da kabus...

İstanbul'da kabus...
 

resim alıntıdır. "İstanbul İstanbul olalı böyle aşk görmedi can özüm. "


İstanbul İstanbul olalı böyle aşk görmedi can özüm. Öyle bir sevda ki, gittikçe büyüyor yüreğimde. Uzaktan bakınca nesi var ki, niye bu kadar tutkunlar demişimdir hep. Oysa daha Haydarpaşa tren garına ayak bastığımda başlıyor. İlk nefes alışımda buram buram doluyor ciğerlerime. Adım adım ilerledikçe Eminönü’ne doğru bedenimin her bir hücresine yayılmaya devam ediyor. Balık ekmek yerken sahilde, bayram ediyorum martılarla birlikte. Altın Boynuz Haliç’e doğru uzun uzun bakıyorum selam verircesine. Galata kulesinden havalanıp Hezarfen gibi, zeplin olup süzülüyorum semalarında. Boğazda tekne turu yapıyorum, yunusların yarenliğinde. Emirgan’da çay içiyorum, lalelerin koynunda. Sarıyer’e uzanıp, balık tutuyorum en sonunda.

_ Beşiktaş…son durak, yolcu kalmasın….

Duyduğum sesle irkiliyorum birden. Sarıyer’deydim en son, şimdi nerden çıktı Beşiktaş’ın son durağı. Avare avare etrafıma bakarken kısa bir şekerleme anında rüya gördüğümü anlıyorum. Ne güzel rüyaydı, keşke bitmeseydi diye söylenmeye başlıyorum. Şoför çatlak sesiyle tekrar bağırıyor orta yere:

_ Son duraktır bey abicim…

Çaresiz iniyorum minibüsten. Beşiktaş sahilinde, elimde bir demet karanfil öylece kalıyorum. Gelen geçen bana bakıyor, bazı öğrenciler bakmakla kalmıyor kıkır kıkır gülüyorlar birde. Komik bir halim mi var acaba diye düşünürken vapur iskelesinin camlarında kendimi görüyorum. Elimde tuttuğum çiçek değil de, şemsiye sanki. Neredeyse yüzüm görünmeyecek hani. Yakam paçam dağılmış, gözlüğüm yana kaymış. Ne ara bu hale düştüm ki? Demek sandığımdan fazla uyumuşum. Apar topar inince de kendimi daha çok dağıtmışım. Bir de kendim gülüyorum bunun üstüne. İndiriyorum çiçekleri gözümden. Ne çok para verdim bunlara da. Cimrilikten değil de, solacak yarın öbür gün. Verdiğim para boşa gidecek işte. Bu kadınlarda ne çok seviyorlar böyle börtü böcek şeyleri. Sanki çiçekle sevecek beni. Aman canım, sevmesin zaten. Ben halimden şikâyetçi değilim ki.

Sonra saate bakmak aklıma geliyor. Öyle ya, randevum vardı benim. Annem ısrar etmese gelmezdim ya, ne işim var tanımadığım biriyle. Ne güzel ana oğul yaşıyoruz işte. Şimdi yabancı biri girecek hayatımıza. Yok kız istenecek, yok düğün dernek kurulacak. Ardından çoluk çocuk derken bir sürü hengâme. Annem, “ yaşlandım artık, bak sakat bacakla sana bakıyorum. Bir ayağım çukurda zaten. Dünya gözüyle evlendiğini göreyim” demeseydi, zor gelirdim buraya. Ah anacık ah, ne hallere düşürdün beni. Tam da şiir yazıyordum, sonuna gelmiştim neredeyse. Belki bu defa dergide yayına alacaklardı. Bitiremedim sayesinde. Şimdi gidince devam etsem, aynı duygu seli gelir mi hiç? İlham bu, istediğin anda çalmaz ki kapını. Hey Allahım ya…

Derin bir of çekerken etrafa bakıyorum, tarife uyan biri yok gibi. Gerçi verilen tarifte aklımda yok ya, öyle bakıyorum işte çevreye. Ne demişti annem. Kızıl saçlı, orta boylu, balık etinde…yoksa saçları kızıl değil miydi? Telefon edip sorsam mı acaba? Tam telefon kulübesine yönelirken karşıdan kırmızı mantolu bir bayan bana doğru yaklaşıyor. Gülümseyerek geldiğine göre pek muhterem Zerrin Hanım bu olsa gerek. Tahminim tam isabet, yanıma gelip elini uzatıyor bana:

_ Selim Bey…ben Zerrin efendim…

- Ah öylemi! Ben de Selim hanımefendi…

Bayan çan sesi gibi kahkaha atıyor birden. Donup kalıyorum ona bakınca. Bir pot mu kırdım acaba?

_ İlahi Selim Bey, pek hoşsunuz ayol. Ben tanıyorum zaten sizi.

Allah Allah, daha önce tanışmadığımıza eminim hâlbuki. Anlamsızca bakıyorum yüzüne doğru. Simsiyah saçları var, kıvır kıvır. Gözleri fıldır fıldır hareket ediyor. Dudakları kırmızı boyalı, kenarında bir ben. Annemin balık eti dediği de balina falandı herhalde. Sonuçta o da balık yani. Çenesinin altında bir çene daha, parmakları tombul tombul. Yok yok, bu iş bana göre değil. Kurtulmam lazım acilen. Hemen bir bahane bulmalı. Ne söylesem de ayrılsam yanından.

Sanki düşüncelerimi okuyormuş gibi sinsi bir bakış fırlatıyor bana:

_ Hiç uğraşmayın. Bu dolambaçlı yollara alışkınım ben. Bugün benden kurtuluş yok size.

_ Yok canım…öyle demedim ben…

Kara gözleriyle ilerdeki çay bahçesini işaret ediyor bana. Elimde tuttuğum karanfilleri uzanıp sökercesine alıyor benden. Sonra işveli bir eda ile koluma giriyor. Masalardan birine sürükleyerek çekiyor neredeyse. Bu garsonda ne ara gördü bizi. Hemen tepemizde bitiverdi. Ben daha gıkımı çıkaramadan çayları söylüyor, yanında tatlı bir şeylerde getirsinmiş. Ah canım, çok ihtiyacın var ya senin. Devamlı konuşuyor benimle, neler anlattığından çok ellerinin ve dudaklarının sürekli hareket etmesi ilgimi çekiyor aslında. Onunla kendimi aynı evde düşünemiyorum o anda. İçimden dua etmeye başlıyorum.

Allahım, sen koru beni. Bugün yekpare eve dönmemi sağla. Sakin, huzurlu evim, annem, kedim Mısra, yarım kalmış şiirim, denemelerim...

Gözlerimi kapamamla yine onun sesiyle açmam bir oluyor. Bu kadın müneccim mi nedir?

_ Selim Bey… ne çok dua ettiniz öyle…korkmayın canım, ben adam yemem.

 
Toplam blog
: 71
: 569
Kayıt tarihi
: 25.11.08
 
 

1969 doğumluyum. evliyim, iki çocuğum var. Kitap okumayı ve şiiri severim. ..