Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

07 Mayıs '18

 
Kategori
Deneme
 

İstanbul'dan Kaçış

İstanbul'dan Kaçış
 

   Daha önceleri Harbiye Nezareti olarak kullanılmakta olan ana yerleşkenin en göz alıcı kısmı kapısıydı. İki saat kulesinin yanlarından destek olduğu ortadaki gösterişli giriş, biri epeyce yüksek, diğer ikisi ise ona göre nispeten alçak iki gözden oluşmaktaydı.

   Muazzam dev kapıdan geçtikten sonra büyükçe bir bahçe beni karşıladı. Yeşil bir halı gibi binaların ortasına serilmiş bu bahçe, içinde çam, manolya gibi ağaçları barındırıyordu.

   Girişin ilerisindeki sağdaki bina, bulutsuz ilkbahar günlerinde gözlemlerin yapıldığı Astronomi ve Uzay Bilimleri binasıydı. Şanslıysan Satürn ve halkalarını buradan gözlemleyebilirdin.

   Tam karşıda ise Hukuk binası yer almaktaydı. Binadaki amfiler, derin odaların içlerine kaydırakvari dizilmiş kahverengi sıralarla oluşmaktaydı. Geleceğin hukukçularının kimi amfilerde ders saatini beklemekte, kimileri ise holde derin bir muhabbete dalmıştı. Fakülteden çıkıp kütüphane kısmına geldiğimdeyse, birkaç dakikalığına kendimi ülke sınırlarının dışında hissettim. Bana Harry Potter serisindeki Oxford’un Duke Humphrey kütüphanesini hatırlatan Hukuk Fakültesi Kütüphanesi’yle büyülendim.

   Türkiye’nin ilk üniversitesinin temeli 1453’te, fethin sonrasında atılmıştı. Fethin sonrasındaki ilk cumadan itibaren Ayasofya’nın kenarındaki keşiş odaları ve Pantokrator Kilisesi -günümüzdeki Zeyrek Camii- medreselere dönüştürülerek İstanbul Üniversitesi ilk öğrencilerini yetiştirmeye başlamıştı.

   Kütüphaneden çıkıp, Üniversite’nin arka kapısına yöneldim ve köşede büfenin bulunduğu hafif eğimli yokuştan aşağıya doğru yol aldım. Yokuşu yarıladığımda solda yer alan Beyazıt İlköğretim İlkokulu’nun giriş kapısından girip kalabalığı yarıp, sınıfa doğru ilerledim. Sınıf oldukça kalabalık ve tanıdık yüzler göze çarpıyordu. İlk gün 1999 depreminin artçıları olarak nitelendirilebilecek sarsıntıyla kesiliyordu. Eğitim hayatımın ilk günü ‘’sarsıcı’’ olarak nitelendirilebilir.

   Okulun ilk sınıf öğrencileri Belediye Kreşi’nin devamı niteliğindeydi. Yabancılık çekmeye olanak yoktu. Sınıflardaki oturma düzeni ikili, hatta üçlü kombinasyonları bulabiliyordu. Bir sınıfa elli insanı dağıtmak çok kolay olmasa gerek.

   Belediye’ye bağlı bir kreşten gelen çocuklar olarak belediye binasından kopmak pek de olanaklı sayılamazdı. Öğle yemeklerimizi okulda almak yerine belediyenin dört gözlü tabildotlarında yemeyi tercih ediyorduk. Fakat ramazan aylarında belediyede yemek çıkmadığından mütevellit, ‘’memuriyetimize’’ bir aylık ara veriyorduk. Bu ayda anneler yemekleri bize getirmeye başlarlardı. Bu yemekler kimi zaman şeffaf kare bir plastiğin içine boylu boyunca uzanmış limon sarısı kızarmış patateslerden, kimi zaman da üzerlerinde hafif yanmış hissi uyandıran dairesel pidelerin içindeki dönerlerden oluşmaktaydı. Bir gün anneler gelmedi. Bu kabul edilemez bir durumdu. Ya başlarına bir şey gelmişti ya da bizi unutmuşlardı. Bizi tabii ki unutmayacaklarında hem fikirdik. Bu yüzden diğer seçenek hemen değerlendirilmeliydi. Konsey toplanıp belediye binasına gitme kararı aldı. Sonuçta neden gelmediklerini bizzat gözümüzle görüp öğrenmeliydik. Çalışkan ikilerin peşindeki mini mini birler olarak el ele tutuşmuş İstanbul Üniversitesi’nin gösterişli olmayan ikinci kapısına doğru yokuşu tırmanmaya başladık. Küçük boyutlarımızla dev Kapalı Çarşı kapısını geçip ortalarına doğru ilerledik. Yıllardır orada kuyumculuk yapan amcayı selamlayıp gidilecek yol hakkında ufak bir tüyo alarak Çarşı’nın diğer kapısından çıktık. Artık belediye binasına ulaşmak için aşılması gereken tek bir engel kalmıştı. Devasa tramvayların sürünerek geçtiği yılankavi raylar. Bu son engeli de biraz adrenalinle atlattık ve kraliyet mavisi binaya ulaştık. Bu zafer bize, daha altılı yaşlarda Eminönü turisti unvanını bahşetmiş olsa gerek. Binaya girdiğimizde memurlar bizi canı gönülden selamladılar. Bittabi hiçbir memur bizi orada gördüklerine şaşırmadı. Çünkü biz de onlardan biriydik. Boyut ve yaş farkının aramızda lafı bile olamazdı. Biz metal tabildotlarımızdan çorbalarımızı kaşıklarken, anneler okula varmıştı. Bizi okulda bulamayan anneler büyük telaş içindeydiler. Gerekli haberleşmeler sağlanıp belediyede olduğumuzu öğrendiklerinde rahat bir nefes alabildiler. Biz ise ilk turistik gezimizi asla unutmayacaktık.

   Yıllar sonra tekrar İstanbul Üniversite’sinin heybetli kapısından geçiyorum. Akşam vakti olduğu için bu sefer en çok dikkatimi çeken şey yeşil halı değil, Beyazıt Yangın Kulesi. Seksen beş metre yüksekliğindeki kule bembeyaz ışıkla büyülü bir biçimde parıldıyor. Tepesi sarı ışıkla aydınlatılmışsa sisli, kırmızıysa karlı, yeşilse yağmurlu, maviyse açık hava olacak demekti. Şansıma bugün çivit mavisiyle parıldıyor. Astronomi ve Uzay Bilimleri’nin en üst katına çıkıyor, kalabalıktan sonra gelen sıramla Satürn ve halkalarını ilk kez, bir gözden görme fırsatını elde ediyorum.

 

 
Toplam blog
: 15
: 438
Kayıt tarihi
: 21.06.15
 
 

İstanbul Üniversitesi İnşaat Mühendisliği eğitiminin bana kattığı sayısal düşünme yetisini yedi y..