Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

04 Nisan '12

 
Kategori
Deneme
 

Kalk yerine yat

Kalk yerine yat
 

Telefonunun hatırlatmalar kısmına "ölüm var" yazarak, saat başı carpe diem'leşme çabasındaki adamdan...


Bu sene çok pis kış oldu, yaz gelse de yüzsek artık. Kuşkusuz yazı seviyorum, kendim yazarsam daha bir ayrı seviyorum, hele ki yazın soğuk birşey içerken yazmanın tadına doyamıyorum. (Kavram kargaşası bu olsa gerek.)

Belki de bugüne değin binlerce kez ona dokundum, onu iki parmağımın arasında tutup deliklere soktum çıkardım, eğer o olmasaydı o kadar deliğe geçiremezdim. Gel gelelim daha düne kadar adını bile bilmiyordum, insan evladı olarak bu nedenli nankör olmayı kendime ve benzerlerime yakıştıramadım. Agletten söz ediyorum; ayakkabı bağcığınızın ucundaki metal ya da plastik aparattan. Bugüne kadar agleti bilmeden, tanımadan, onun sorunlarına eğilmeden, onun psikolojisini öğrenmeden nasıl yaşadım, sabah akşam onun seviyesine nasıl inmeye kalkıştım aklım almıyor. Sevgili aglet, şu yaşıma kadar seni görmezden geldiğim ve hakkettiğin değeri sana gösteremediğim için lütfen beni bağışla, tamamen benim sığırlığım. Bence bir insanın agleti bilmeden, uzun ve mutlu bir yaşam sürmesi mümkün değil. Şunu belirtmeliyim ki kendisine iadeyi itibar yapmak ve onu onurlandırmak adına sanal alemde bundan sonra alacağım tüm nicklerim “aglet” olacaktır.

Rüyamda Michael Jackson ile semt pazarında dolaşıyorduk. Akıllı okuyucunun tahmin edebileceği üzere, Michael moonwalk (ay yürüyüşü) tarzında geri geri yürüyerek dolaşıyordu. Aynı esnada sohbet de ediyorduk: Michael öbür tarafta Arafland diye bi yerde yaşadığından, keyfinin yerinde olduğundan, Zeki Müren diye biriyle tanışıp çok iyi anlaştığından bahsediyordu. Hatta Zeki Müren’le “Gitme Enivicivokke, Sana Muhtacım Bilijin” diye beste bile yapmışlardı. Pazarın sonuna doğru CD satan bir tezgâha yanaştık. Tezgâhın başında Sakıp Sabancı vardı.  Sakıp ağaya: “Ağam burada ne işiniz var?” dedim. Sakıp Ağa: “Çorba kaynasın dalgasındayız Yiğenim” dedi, “Fetih-1453 var, sinema çekim ama görüntü şahane” diye de ekledi. Michael bana dönüp: “-korsansa alma bilader” dedi. Bunu duyan Sakıp ağanın müteşebbis gözleri ışıldadı: “KorsanSA! Şahane bir şirket ismi lan bu” dedi ve bi yere not aldı. Ağa tezgâhın altından başka CD’ler çıkartıp Michael’a: “Yiğen isterseniz zencili film de var” dedi. Akıllı okuyucunun tahmin edebileceği gibi, Michael: “Black or white fark etmez” diye cevap verdi. “Sakıp ağam, az ötede ki Battalbey’e dürüm çiğköfte yemeye gidiyoruz, gel sana da söyleyelim” dedim. Sakıp ağa: “Sağol yiğen zabıta gelmeden şunları okutayım, zaten evden ekmek arası sucuk getirdiydim onu yirin ben” dedi. Michael ile ağaya, “hayırlı pazarlar olsun” deyip oradan ayrıldık. Michael yol üzerinde incik boncuk satan bir tezgahtan Zeki Müren için birkaç hediye aldı ve Battalbey çiğ köftecisinin yolunu tuttuk. Michael 2. dürüm çiğköfteyi bitirirken, göğsümün üzerindeki kitap yere düştü uyandım, ayraç ta koymamışım kaçıncı sayfadaydım.

Renkli lens tutkunu hatunların, vakti gelip anjiyo olduklarında, "renkli stent diye tutturacakları" kanısındayım. 

Bu arada, hafifçe göbek yapmış birine “kaç aylık diye soran” bizden değildir, onlardan da değildir, ne olduğu belli değildir. Yatıcak yeri yoktur. (Suret-i Kerime)

Herkesin gönderemediği bir aşk mektubu varmış ya, benim bir klasör dolusu var. Onlardan ilki, anlatım bozukluğu dahil orijinal haliyle:

Ben şimdi bunu yazıyorum ama, sen zaten kim olduğumu bilmeyeceksinn. Ben seni ilk gördüğümde kalbim aşırı çarpışmıştı. Şimdi de seni görünce çarpıyor ama o kadar aşırı değil. Sen Emre’de gördüğün kalemliği çok beğenmiştin ya, aslında o kalemliliği ilk ben almıştım. Onu Emre bende gördü de aldı. Ben çok fazla konuşkan olmadığımdan o zaman kalemliliği sana getirip gösterememiştim. Ama ilk benim aldığıma inanmazsan Turan’a sorabilirsin o görmüştü. Bu mektubu tenefüsteyken çantana koycam. Lütfen okuyunca öğretmene gösterme, zaten yazımı da değiştirdim, ben olduğumu anlayamaz. Ben seni seviyorum, Emre de bence sana aşık ama ben daha aşığım. Eğer sen de beni seveceksen çantama mektup yaz. Sen tahminen beni ne zaman seversin?

Gönderemediğim ilk mektup 7 yaşındayken yazdığımdır, o günden bugüne anlatım da çok fazla ilerleme kaydettiğim söylenemez he mi? (Edit Not: He Suret he.)

Benim eserlerimi sağda solda okuyan ve hatta okutan insan, sen kendin süperkulade olmakla kalmıyorsun bi de süperkulade insanlara beni takdim ediyorsun. O insanlar da gelsin benim arkadaşım olsunlar. Maddi durumlarına göre bana bişiler ısmarlarsınlar. Çaydan arpa suyuna uzanan skaladan kendilerince ve meşreplerince seçsinler.

Ben şimdi biraz yalnız kalıyorum, o zaman “yalnız kalmanın yanlış kalmaktan daha evla olduğuna” kanaat getiriyorum, bilmiyorum hiç bilemiyorum.

Eski sevgilinin senin yanında yeni sevgilisine “seni seviyorum” demesi, kahır bela dediğimiz budur başka bişi değil, birine beddua ediceksen: “Allahtan dilerim eski yavuklunun, başka birine -seni seviyorum- dediğini duy!” diyeceksin, daha da iflah olmaz o adam, iki eliyle bi yüreğini doğrultamaz, bi çaresi de bulunmaz sanırım.

Bu arada “yemin ossun” diye yemin eden adamın, yeminine pek itimat etmesem de kendisine düşük yoğunluklu bir sempati beslediğimi itiraf edesim gelir.

Bi de her cümlesini “bu anlamda” diyerekten diğer bir cümleye bağlayan adama çok gıcık oluyorum bu anlamda, o adam-a(ı) dilim döndüğünce sövmek ve gücüm yettiğince dövmek istiyorum. Hatta Migros’un peynir reyonundaki, zar gibi küp küp kesilmiş tadımlık peynirlerin içine bıraktığım az çiğnenmiş sakızımın bu arkadaşa denk gelmesini diliyorum. (Evet bundan kelli, tadına bakacağım güzelse alacağım, yalanıyla marketlerde ailecek peynire kürdan saplamanızı istemiyorum.)

Her şey bi tarafa da, şu hayatta “kalk yerine yat” diyenin yoksa, çok pis yalnızsın be arkadaş, bir çift agletten bile daha fena durumun, daha bireysel duyumun.

Eroir

Uyandığımda yine iğrenç kokan gömleğimi giydim

Alkolden ya da tütünden değildi pis koku

Yalnızlık ve anlamsızlık sinmişti gömleğin üstüne

Belki de biraz ihanet ve anlaşılmazlıkla lekelenmişti önü

Hiçlik ve huzursuzluk işlemişti iliklerine

Hayattan kopmuştu düğmeleri

Yakasına yapışmıştı onmaz çaresizlik

Kollarından sızıyordu kasvetli mutsuzluk

Giymiştim yinede, çünkü çıplak gömülmezdin bile

Özlü Laf: Hani en güçlüydü, en etkiliydi, en kraldı, en güzeldi, en karizmatikti, en inançlıydı, en romantikti, en zekiydi? Bak ne oldu şimdi? Börtü böcek.

Ben Buldum.

Not: Biliyorum sürekli beni okumak isterdiniz ama evren –migrosculeyin- en iyi şeylerden sadece tadımlık sunar, kuşkusuz arada az çiğnenmiş sakıza da denk gelme ihtimaliniz var. Agletle kalın.

 

 

 
Toplam blog
: 41
: 815
Kayıt tarihi
: 27.01.10
 
 

En güzel hikayesini henüz yazmamış olan, Smyrna'da yaşayan, henüz yolun yarısında bulunan, kamu g..