Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

05 Nisan '12

 
Kategori
Deneme
 

Karşı gelmek, karşı koymak, karşı durmak "Karşıcı"

Karşı gelmek, karşı koymak, karşı durmak  "Karşıcı"
 

BAŞKA DA GİDECEK BİR YERİM YOK, AMA....


Haksızlığa karşı, karşı koymasını istemeyen çevrelere karşı, karşı bir güç oluşturmuştu. Kendisini, "Karşı Mahalleli" olarak görenlere karşı, "ötekileştirenler"e karşı, karşı durması, boyun eğmemesi; hemen, dedikodulara sebebiyet vermiş, adı, kısa zaman içinde, "karşıcı"ya  çıkmıştı.
 
Oysa, tüm çabası, 'karşı duygu' beslemenin normal olduğu; fakat farkedildiğinde, bu karşılaştırmalardan vazgeçilmesinin gerektiğini, her karşı karşıya geldiklerinde - her karşılaşmalarda- karşısındakilere, karşı koyarcasına, karşı dururcasına, karşı gelircesine - karşı gerilim - yaratılmasına rağmen; her türlü karşıtlığa, karşı görüşe karşı - sevimsizlik duygulari yarattığını bile bile - antipati yarattığını göre göre; bildiği doğruları anlatmaya karşı, kendini tutamaz, yine de, karşı koyardı..

Karşılık verilmesinin, "karşı gelmek" olmadığını, karşı çıkılma'nın, saygısızlık anlamına gelmediğini, anlata anlata, dilinde tüy bittiği halde, sadece `karşıtlamak`adına, - karşı sav - sürenlere karşı da, karşılık vermede, karşı koymada, karşı durmada, hiç sakınca görmezdi.

Karşıdan bakanların kafaları karışsa da, karşısına çıkmak, karşısına dikilmek istemezler; fakat, "KARŞICI" ya karşı olduklarını; 'KARŞICI'yla karşılaşmanın iyi karşılanmayacağını, her fırsatta belli ederlerdi. Öyle ki, 'KARŞICI'nin, kavramlarla, felsefe yapmasının, her konuya maydanoz olmasının, bilimsel karşılıklar vermesinin derecesini ölçüp de, yanına uğramamaya, ayrı bir özen, ayrı bir çaba gösterirlerdi. "Karşı görüş bildirme zorunluluğu doğmasın" diye, Karşı Mahalledekiler'in sokağa çıkmadığı zamanlar bile olurdu.

Karşı partiden olmak, karşı takımı tutmak; demokratik bir hak olarak görülmez, karşı koymalar, karşı durmalar, karşı gelmeler hemen, su yüzüne çıkardı. Ufak bir karşı yorumda hemen, kılıçlar çekilir, kalkanlar ele alınır, karşı cepheler kurulur ve  "savunma" durumuna geçilirdi. (Oysa, sadece kendini suçlu hissedenler"savunma yapma" gereği duyardı.)

Karşı olmak, bir düşünceye katılmamak, Eski Mahalleciler tarafından hemen bir  "karşı çıkma - karşı koyma - karşı durma - karşı gelme  olarak algılanır, edeple  edepsizlik karşılaştırmaları yapılır ve bu durumda "Yeni mahalleciler" de, - karsi cephe - oluşturmada bir behis görmezlerdi. O zaman da; birbirlerine karşı olan, fakat, zorunlu olarak karşı karşıya gelerek - birbirlerinin yúzlerine bakarak yaşamak zorunda kaldıklarının -  anlatılması "KARŞICI" ya düşer; karşılıksız çeklerin ceremesini, yine "KARŞICI" çekerdi.

KARŞICI'ya, gizliden gizliye duyulan 'hınç'ın, haklı sebepleri de yok değildi hani!

- Durgun sularda kürek çekmek varken, azgın dalgalarla mücadele etmeyi öğretmek (!) sana mı düşmüş?... Yok, "kurumuş çöllerde deniz olmak yetmiyorsa, okyanus olacakmışsın" da... yok, "davranış olmayınca düşünce bir işe yaramazmış" da... yok, "sevgi anlatılmaz, yaşanırmış" da... yok, "söz dinlenmediğinde gürültüye dönüşürmüş" de...

- "Öğretme" işinin demokratik bir "baskı unsuru" olduğu; bu yüzden öğretmenlerin tekme-tokat aşağılandığı bir toplumda, sana mı düşmüş, akıl vermek?

- Karşıtlığın her zaman - şartlar her ne olursa olsun; haklılık - haksızlık gözetilmeden, 'saygısızlık' anlamına geldiğine şartlanan beyinlere karşı; karşı durmak, karşı koymak, karşı gelmek, boyun eğmemek, senin haddine mi düşmüş?

- Karşılıklı, Karşı Mahalleler kurulmuş - kurulmamış, sana ne? Sen; istediğin kadar, Yeni Mahalle'ye yeni taşındığını, alışkanlık olarak, - bir yaşam biçimin olarak -  evinin önünü temiz tutmak istediğini, anlat dur! Sana ne, el-àlemin evinin önünden? Sen, kendi evinin önüyle mesgul ol! Mahalle'nin Muhtarlığı sana mı düşmüş? Kapısının önü, temiz değilse, sen de, oradan geçmezsin, olur-biter!

- Yok, aynı zincirin halkalarıyız da; yok, halkalar güçlü olursa, zincir de görevini iyi yaparmış da..?  Geç, bu kolaycılığı geç. Ortalıkta zincir mi kalmış ki, halkası güçlü olsun?

KARŞICI, o zamana kadar, neye karşı olduğunu, bir kez daha gözden geçirdi:

"İNSANLAR, HERKESTE HERKESÇE KABUL EDİLEN, ORTAK BİR DEĞERE DAYANMIYORLARSA, İNSAN İÇİN İNSAN ANLAŞILMAZ" KALIYOR DEMEKTİR.

Ìnsanlık, böyle ortak bir değer oluşturabilseydi, tarihte efendi - köle ayırımı mı olurdu? Tarih boyunca, Efendi, efendiliğini, köle, köleliğini bilecek şekilde şartlandırılmış beyinlerin; "ha" deyince, değiştirilebilmesi mümkün  görünseydi Tanrı, Cennet ve Cehennemi yaratmaya hiç gerek duyar mıydı?

Birileri egemen olacak, diğerleri de boyun eğecek! Karşı koymak, karşı durmak, karşı gelmek; "boyun eğmemek" anlamına gelir.

Boyun eğmemek de, ne demek?  Aksine, "boynumuz kıldan bile incedir". Köle, "adalet" istemekle başlar, "Krallık" istemekle bitirir işi. Değişen -yine- bir şey yok.

'Evet' ve 'Hayır' arasındaki sert gerilimden yorulan insanoğlu ise, kendisini en sonunda, 'boyun eğiş'te bulup, tekrar doğacağı günü beklemekte...

Alaettin Morgül / 05.04.2012

 

 
Toplam blog
: 193
: 1086
Kayıt tarihi
: 02.02.10
 
 

İsveç`in Göteborg şehrinde oturmaktayım;  evli ve bir kiz bir oglan iki çocuğum var. İsveç`te..