Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

31 Temmuz '14

 
Kategori
Ben Bildiriyorum
 

Kanuni Sultan Süleyman'ı kim falakaya çekmiş?

Kanuni Sultan Süleyman'ı kim falakaya çekmiş?
 

Şehzade dayak mı yer?

Yer tabi, neden yemesin?

Çocuk ne olursa olsun, hangi sıfatı taşırsa taşısın çocuktur.

Mesele onun çocuk olduğunu bilmek bence.

Çocuk olduğunu idrak edip büyümesi sırasında onu şekillendirmek değil midir?

Hep eğleniriz ve deriz ki;

“0 – 5 yaş arasını anlatır mısın?”

Aslında dalga geçtiğimiz bu hususun ne kadar önemli olduğunu bazen atlarız. Karakterimizin ilavelerini ençok bu yaşlarda edindiğimizi, bu yaşta algılarının en yüksek hali olduğunu da unuturuz.

Çocuk nakış gibi, düz beyaz pırıl pırıl bembeyaz.

Mesele onu iyi işlemekte!

Bizlerin mevkilerinin ne olduğu çocuklarımızın ruh durumunu etkilememeli ki, kendilerini bilebilsinler, bulabilsinler.

Elbette aileden çocuklara geçecekler olacaktır, bunu biraz daha katkılandırılarak yaptırırsak ortaya gerçekten muhteşem güzellikler çıkar.

Nedir bu muhteşemlik.

İyi bir yürek, iyi eğitim, saygıyı ve sevgiyi yüreğinde hissetmek. Hak yememek, yalan söylememek, çalışkan olmak. Dinini, dilini ve vatanını bilmek...

Ailesine inanmak ve kendine inanılmasını, güvenilmesini sağlamak...

Aşk’ı bilmesini sağladığımız çocuklarımızın bir çok meselelerini de halletmiş oluruz.

Aşkı bildiklerinde yürekleri hassas olur, vicdanlı ve kibar olurlar.

Hürriyetin sadece kendileri için olmadığını, aynı özgürlüğün başkaları içinde geçerli olduğunu bilmek ve uygulamak gerektiğini sanıyorum çocuklarımıza öğreteceklerimizin başında gelir.

Eskilerin eğitim şekilleri daha bir farklı!

Her yaptıkları doğru mu? Tartışılır.

Hep derim ya hasihat tecrübedir, nasihat yaşanmışlıklardan anlatılardır.

Yaşanılmış neticesi iyi olarak dönmüşse bunu başkalarına da aktarmanın yararı vardır elbet.

 

Yaz tatilleri şimdilerde tam tatil haliyle geçiyor. Çocuklarımıza ilave eklentilerimiz yok gibi. Eskilerde okullar tatil olduğunda, özellikle babalar bir yan meslek edinsin, hayatın gerçeklerini görsün, çalışmanın ne olduğunu anlasın düşüncesi içinde özellikle erkek çocuklarını, tanıdık bildik esnafların yanına koyarlardı. Bu konuda birde ünlü sözleri olurdu.

“Eti senin kemiği benim.”

Bu elbette çocuğundan vaçgeçmişliği değildi. Bu tam tersi çocuğu hayta olmasın, kötü alışkanlıklar edinmesin, yanlış insanlarla arkadaşlık edip, istenmeyen alışkanlıklar ve davranışlarda bulunmasın düşüncesi içinde uygulanan bir metotdu.

Benimde kardeşlerim okul tatilende rahmetli babamın tandığı esnafların yanına çırak olarak giderlerdi.

Çok şeyler öğrenmişlerdir o kısa aralıklarla yaptıkları çıraklıklardan.

Ustaya saygıyı öğrendiklerinde, büyüklerine nasıl davranılacağını da bilmiş oluyorlardı. Eskilerde yaşam gibi ahlak anlayışıda farklıydı. Köşeyi dönmekten ziyade haram yememek makbul olandı. Rahmetli babam:
“Çocuklarımın gırtlağından beş kuruş haram para geçmemiştir” derken ne kadar övündüğünü şimdi daha iyi anlıyorum. Bu önemli elbette... Kimsenin malında, parasında, namusunda gözün olmaması!

Güzel olan o, makbul ve şık olanda o.

Nereden nereye gittim yine?

Bir minik okumuşluk bana neleri hatırlattı.  

 

Padişahlarımızın hemen hemen hepsinin bir sanatı olduğunu biliriz. Kimi marangozdur, kimi de iyi bir kuyumcudur, mücevher yapar?

I.Mahmut el işleri yapar, pazarda sattırırmış. Kazandığı paranın bir kısmını kendi ihtiyaçları için alır, bir kısmını da fakirlere dağıtırmış. Veziri bir gün:

“Sultanım, milletin hazinesi sizin, siz niye böyle uğraşıyorsunuz” dediğinde.

“Doğru söylersin milletin hazinesini millete harcamak gerekir. Ayrıca alın teri dökülerek kendi kazandığın paranın tadına doyum olmuyor.”

I.Mehmet, yay ve kiriş ustasıymış. Yay gerdiren anlamına gelen ‘kürüşçü’ lakabı da bundan söylenmiş. 

II. Beyazıd hattatmış. Marangozmuş, şairmiş.

Yavuz Sultan Selim’de kuyumcuymuş. Tabi bununla da kalmıyor onun meslekleri. Çok kitap okuyan padişah, kitap sayfalarının takibi için altından hillaler yaparmış. Hilallerin uç kısımlarına kıymetli taşlar yerleştirirmiş.

 

Yavuz Sultan Selim, belkide bu nedenle oğlunun kuyumculuğu öğrenmesini istemiş.  O dönemlerde meşhur bir kuyumcu ustası varmış. Kostantin adındaki kuyumcu çok iyi bir ustaymış.

Yavuz Sultan Selim, oğlu Süleyman’ı onun yanına çırak olarak vermiş.

Şehzade, belirli saatlerde ustanın yanına gidiyor, çıraklık yapıyormuş.

Daha yeni gittiği günlerde ustasını kızdırmış. Ustası şehzadeye bağırmış.

“İşleri iyi çıkarmazsan sana bin değnek vuracağım” demiş.

Şehzade ustasından kormuş, bunu annesine söylemiş.

Annesi Hafsa Sultan, kuyumcu ustasını yanına çağırtmış. Oğlunu affetmesini rica etmiş ve ona altınlar vermiş.

Usta dükkâna döndüğünde, aldığı altınları şehzade Süleyman’a vermiş.

“Al bunları, eritip beş yüz tel çubuk haline getir!” demiş.

Şehzade, Kostontin Ustanın söylediği gibi altınları, beşyüz tel çubuk haline getirmiş.

Usta,’ bin değnek vuracağım’ sözünden dönmediği için altınları tel çubuklar haline getirtmiş. Ve ince beşyüz teli Kanuni Sultan Süleyman’ın ayaklarına iki kez vurmuş.

Böylelikle ustasından dayak yiyen şehzade olmuş. Üstelik dünyanın görüp göreceği en büyük padişah olmuş.

 

Burada dikkate alınacak ne kadar güzellikler var.

Hafsa Sultan’ın koskoca Yuvaz Sultan Selim’in eşinin zarifliğine bakınız lütfen.

Hem anne hem sultan olarak ne kadar güzel bir hareket yapmış. Oğlunun yaptığı hatadan dolayı onun ustasından özür dilemiş ve ona ihsanda bulunmuş.

Usta ne kadar büyük bir güzellik yapmış. Şehzadenin ayakları altına vuracağı sopayı hanım sultandan aldığı altınları şehzadeye erittirip ince can yakmayacak teller haline getirerek sözünden dönmediğini göstermiş.

İçinde ne büyük incelikler ve zerafet var.

Kanuni Sultan Süleyman, padişahlar içindeki en iyi mücevheratçı yani kuyumcu.

Bunda ustasının payını düşünebiliyor musunuz?

 

 

 

Nazan Şara Şatana

 

 

 
Toplam blog
: 1731
: 4678
Kayıt tarihi
: 09.12.10
 
 

Turizmci; Genel müdür Yazar ; Romanlar, senaryolar müzikkaller... Sinema filmleri, TV filmleri.....