Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 
 

AYFER AYTAÇ GAZETECİ YAZAR

http://blog.milliyet.com.tr/ayferaytac

03 Kasım '18

 
Kategori
Deneme
 

Kapıya Konuldu

Kapıya Konuldu
 

25 yıl aralıksız çalıştığı iş yerinde
Kriz bahanesiyle kapıya konuldu
 
Hayat kimileri için demlenmiş bir çay keyfinde, dinlendirici geçer. Kimileri için de delilenmiş bir ırmak gibi, hiç güzellik yansıtmadan çevresini yıkar geçer. Azgın akan ırmağın suları, yıkımın ardından geride hep yoksulluk bırakır. 
 
Yoksulluk, bu ırmağın suyuna kapılanların yasıdır. Aslında bu yas, bir yazgıdır. Kimsenin değiştiremeyeceği hayat sınavının en acıtıcı sınav sorusudur yoksulluk. 
 
Gücün yetiyorsa yoksulluğuna ağla, ağlamak soruyu ve sorunları çözüyorsa, yoksulluğu bitiriyorsa katıla katıla ağla. 
“Erkeğim” diye utanç duyma, bağıra bağıra ağla. Ağlamak sesi, hoşa gitmeyen bir musikidir. Ama ağlayanı en dinlendirici ilaç da, ağlamaktır.
 
Biri çıkıp bunu Tevfik Cemal'e dillendirsin, o da bir güzel dinleyip, ağlamasını öğrensin, biraz hayatı boş versin. Zira yoksulluk yası, gözyaşlarını içine akıttıkça, gönlü güzellikleri tanımaktan uzakta bırakıyor. 
 
Lakin boş vermek te olmaz ki; hayatı boş verse, boşa yaşamış sayacak kendini Tevfik Cemal. Boşa yaşam, ot gibi sessiz ve sabit yaşam demek Tevfik için. Onun için mücadele ederek yaşıyor hep, hayatının her gününü. 
 
Tüm çabasına rağmen ne yazık ki, yoksulluğu dün de bırakamıyor, ertesi gün yine kapısında yoksulluk. Dahası kapısından içeriye sızıp yakasına da yapışıveriyor. Ne menem şey şu yoksulluk, yakaya kene gibi yapıştı mıydı bir kez, bir daha söküp atılamıyor.
Oysa anası onu doğurduğunda adını Tevfik koymuştu. Tevfik’in anlamı ‘koruyan, kollayan, yardım eden, bolluk, gürlük içinde yaşatan’ demekti. 
Bir adı da Cemal’ di Tevfik’in. Güzellikleri kendinde toplayan, güzel sima, demekti Cemal adı. Her iki isim de Allah’ın güzel isimlerindendi. Ama Anacığı bu adların anlamını bilmiyordu ki, o yalnızca iki dedesinin adını taşıyan olsun diye, Tevfik ve Cemal isimlerini biricik oğluna neslimizi sürdürsün maksadıyla koymuştu.
Nereden bilsin ana baba, hayatlarındaki her şey Tevfik Cemal’in doğumundan sonra renk değiştireceğini? 
 
Anası demişti Cemal’in babasına, yani kendi kocasına. “Köylük yerde yaşamak zorlaştı. Verimden kesilen tarlayı satan, şehre yerleşiyor. Biz de gidelim Isparta’ya yerleşelim. Bebemiz Isparta’da büyüsün, belkim de okur büyük adam olur. Bizde oğlumuzun gölgesinde olur olur gideriz.” 
 
Köyleri çok güzeldi. Tabiat ananın en güzel kızlarından biriydi belki de köyleri. 
Eğirdir Gölünü görüyordu uzaktan köy. Lakin Eğirdir gölü onların tarlalarının yeşermesine yeterli olmuyordu. 
 
O zamanlar Ispartalı Süleyman Demirel’de iktidarın başında olmasına rağmen, daha köyleri sulama suyuna kavuşturucu kanalları döşetmemişti. Biraz da bu yüzden Cemal’in babasının da, karısının düşüncesine aklı yattı. 
Karısının lafıyla, köyündeki ağaçların gölgesinden kaçıp, şehir hayatının karmaşıklığı içine karıştı bu köylü aile. 
 
Fakat ne yazık ki;  Tevfik Cemal’in onları dinlendirecek bir gölgesi hiç olamadı şehirlik yerde.
Tevfik Cemal, ilkokuldan sonra okuyamadı. Şehirdeki yaşam şartları buna müsaade etmedi. Ergenlik çağına gelene kadar simit sattı, kahvehanelerde çay dağıtıcılığı yaptı. Bir de daha 18 yaşına girer girmez, dayısının yanında sığıntı gibi büyümüş, anadan- babadan garip bir kızla everiverdiler Tevfik Cemal’i. 
 
Eline geçen üç kuruş parayla karısına, anacığına, babacığına baktı Cemal. 
Olmadı, olamadı. Az gelirle, çok fakirlik yaşıyorlardı. Fakirlikte dayanılması zor bir hastalıktı onlar için. Bu hastalık Tevfik’in anasıyla babasını ardı ardına elinden aldı. 
Sonra karısıyla baş başa kalan Tevfik, konu komşunun acıma duygularının şahlanmasıyla yardımlar gördü. En büyük yardım da onun üst kat komşusunun yardımıyla bir fabrikada işe yerleştirilmesi oldu.
 
Artık Tevfik Cemal’in bir işi olmuştu. Hayattan korkmuyordu. Gerçi çok çalıştırıyordu fabrika sahibi, mesaisinin iki katı hizmet alıyordu işçisinden, buna karşın az ücret veriyordu. Ama olsun, eline geçen para onları muhtaçlıktan kurtarıyordu. Gülmeyi öğretemese de, ağlatmıyordu da kazancı. 
 
Gülmeyi bilmemek, elde para olunca ağlatmayı da bildirmiyordu. ‘Erkekler ağlamaz’ı çok iyi bellemişti Celal. Ağlamak yerine çalışmayı yeğliyordu. Zaten çalışmayı da seviyordu. 
Askere gitti geldi, yine aynı yerde, aynı şartlarda çalışır oldu Cemal. Lakin yoksulluktan hiç sıyrılıp çıkan olamadı.
 
Yoksul yaşantılarında, ayaklarını yorganlarına göre uzatıyorlardı. Yorganlarını uzatmak mümkün olmadığından, ayaklarını bükük tutuyorlardı.
Karısı iki yaş aralıklarla üç çocuk doğurmuştu Cemal’e; beş kişilik yuvalarında fabrikadan kazandığıyla geçim sağlıyordu Tevfik Cemal. 
 
Çocuklarını büyütüyor, kendi okuyamadığı okullarda onları okutuyordu. Fakir ama şikâyetsiz hayatları, zamana uyum sağlayıp akıp giderken, hiç ummadıkları bir gün, yakalarındaki yoksulluk kemesinin yanına kanser illeti de yapışıverdi. 
 
Tevfik Cemal’in üç çocuğunun anneleri, kanser hastalığına; çaresiz derdine şifa bulamadı. Kısa süre içinde hayata veda etti. Aslında onun ölümüne birazda yoksulluk neden olmuştu. Parasızlıktan doğru dürüst tedavi görememişti kadıncağız.
 
Karısının ölümüne de ağlamadı Cemal, o acıyla da ağlamayı beceremedi. “Erkekler ağlamaz” sözü benliğine oturmuştu bir kere. Ne yapılsa, sabitleşmiş yerinden kaldırılamıyordu.
Ağlamak yerine, hayatla çalışarak mücadele etmeyi tercih etti yine Tevfik Cemal.
 
Çalıştığı fabrikası onun ekmek kapısıydı. Önce bu kapının menfaatlerini gözetmeliydi. 
Bu nedenle öksüz çocuklarının bakımını ihmal etmeye başladı. İkisi erkek biri kız, üç çocuğu evde babanın getirdiği ekmeği yiyorlar, ama ana sevgisinden, baba ilgisinden mahrum büyüyorlardı.
 
Yine komşuları girdi devreye; Cemal’e “bu çocuklar başsız yaşayamaz. Bunlara başlık edecek, bir ana bulmalısın. Biz sana yeniden evlenmen için elimizden gelen yardımı ederiz” deyiverdiler.
 
Isparta’nın İstiklal Mahallesindeki, İstasyon Caddesinin arka sokakların birindeki sıralı hanelerdeki komşuluklar iyiydi. Henüz ‘yozlaşma nedir?’ bilmiyordu Cemal’in komşuları. Duyarlılıklarını daha yitirmemişlerdi. Hal böyle olunca, komşular el ele verip Tevfik cemal’i yeniden evlendirdiler.
 
“İki çıplak bir hamamda yakışır” sözü, Cemal’in evine de yakışmıştı işte. 
Fakir ailenin kızı olan ikinci karısı Gülşen, Cemal’e maddi destek sağlayamıyordu. Ama üç öksüz çocuğa da üvey analık yapmıyordu. Onlara öz anne yakınlığı gösteriyordu. 
 
Bu iyi yürekli kadıncağız da Tevfik Cemal’e kısa aralıklarla iki çocuk doğurdu. 
Tekstil işçisi Tevfik Cemal beş çocuk babası olarak, daha bir işine sarıldı. Evde yedi nüfus olmuşlardı. Yedi boğazın doyması için işinden olmaması gerekiyordu. Bu sebeple patronun mesai fazlası çalıştırmışlığını, mesai ücreti almasa da sineye çekiyordu.
Bu şekil bir zor hayatta seneleri geride bıraktı Tevfik cemal. 42 yaşına gelivermişti. Fabrikadaki çalışma süresi üzerinden de tam 25 yıl geçip gidivermişti. Emeklilik priminin dolmasına az bir süre kalmıştı. Bir- iki yıl sonra emekliliğe hak etmiş olacaktı. Lakin yaşı daha genç olduğundan, emekli olma yaşını yine çalışarak bekleyecekti.
 
İŞTEN ÇIKARILMA KÂBUSU OLDU 
Tevfik Cemal içi rahat olarak işine devam etmekteydi. Bir sabah yataktan sıkıntılı bir rüya görmüş olarak uyandı. Karısı, Cemal’in rüyasındaki kara köpek ısırmasını hayra yormasını istedi. 
Bu hayır temennisiyle fabrikadaki işine giden Tevfik Cemal, üç kuşaktır yanlarında çalışmış olduğu fabrikanın sahiplerince işten çıkarıldığını öğrendi. Sorgusuz sualsiz kapı önüne konuluvermişti işte. Bahane olarak ekonomik kriz gösterilmişti.
 
Rüyası hayır değil, şer getirmişti Cemal’e. Gördüğü rüya, hayatının en korku verici kâbusu olmuştu. “Meğer işverenler için ne kadar kolay oluyormuş insanları limon gibi sıkıp kapıya koyuvermek” diye düşündü Cemal. İşverenlere “beni işten çıkarmayın, beş yavru büyütüyorum” diyerek yalvardı, yakardı. İşe yaramadı. 
 
Fabrikaya bir daha sokulmadı. İş kapısı yüzüne kapanıvermişti. Ekmeğini kazandığı yerde, adeta kanına ekmek doğranmıştı. ‘Hayır’ Ağlamak istediyse de, ağlayamadı Tevfik Cemal. “Erkekler ağlamaz” sözü, gözyaşlarını içine akıttırdı.
 
Sağa sola baş vurdu, hakkını arayamadı.Çaresiz, boynu bükük evine döndü, karısına derdini anlatmaya çalıştı. Karısı hemen gözlerinden yaşları boşaltıverdi. O kadın olduğundan, ağlamaktan gocunmuyordu. Kadının adı, biraz da gözyaşı demek değil miydi? Kadınlar biraz da her olumsuzlukta, hemen ağlayanlar oldukları için zayıf bulunmuyorlar mıydı? Tevfik Cemal’in karısı da, patronların üflemesiyle bir anda sönüvermiş ocakları için, dağdan kopmuş sel gibi gözyaşı döküyordu. Şimdi ne olacaktı halleri?
 
Yoksullukları, ‘ekmekten de yoksun’ luğa dönüşüvermişti. 
Evin en büyük oğlu 18 yaşındaki Osman. Bu kadere isyan edip, gizlice İstanbul’a kaçtı. Cemal oğlunun arkasını arayamadı. "Düzgün bir yol bulur, hayatını kurtarır" diyerek oğlunun ardından dua etti."
 
Okutacağım” dediği çocuklarını okutamamıştı işte. Üstelik onları sıkıntılı yaşam bahanesinden dolayı birer birer kaybetme tehlikesiyle de karşı karşıyaydı Tevfik Cemal. 
“Şimdi ne yapacağım? Derken, beni çare bildi. Geldi, derdini anlattı. Derman olmamı istedi.  Ben onun bu yazgısı için ne yapabilirdim ki? Nihayetinde yalnızca kalemimi vesile ederek, kısık sesini duyurabilirdim. Karısının, çocuklarının gözyaşlarını, açlıktan guruldayan mide seslerini yansıtan olamazdım. Çare Allah’tandır şüphesiz. Allah fabrika sahiplerinin yüreğine merhamet verirse, onlarda çalışma tazminatı vermemek için, hiç nedensiz işten çıkardıkları Tevfik Cemal'i tekrar iş başı yaptırarak çareye vesile olabilirlerdi.
 
Bu vesileyi devreye sokmak adına ben de vesileye köprü olmaya çalışarak diyorum ki: 
“Tekstil fabrikasının çalıştırıcıları, gelin yalan dünya için garibin hakkını yemeğin. Tevfik Cemal tekrar işinin başına dönsün, çoluk çocuğunun karnını iş gücü kazancıyla doyursun. Onun bunca yıllık emeğini, hırs uğruna hiçe saymayın. İyi insanlar iyilik bulur, vebal taşıyanın dünyası da, ahireti de karanlık olur. Sizin duyarlı insanlar olduğunuzu var sayarak. Tevfik Cemal'in hayatını, birazda size özel olarak yansıtmaya çalıştım. Gerisi sizin vicdanınızın boyutuna kalmış.” Allah yüreğinizi merhametten uzak tutmasın ki, elemanlarınızın hakkını veresiniz. işçilerinizin çoluğunu çocuğunu üzmeyiniz. Devran döner, siz de işsiz kalabilirsiniz. Hayırlı iş yapın ki hayır bulasınız.
 
Ayfer AYTAÇ - ayferaytac.com
 
 
 
Toplam blog
: 622
: 205
Kayıt tarihi
: 08.12.14
 
 

Gazeteci-yazar ..