Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

18 Eylül '10

 
Kategori
Mavi Yolculuk
 

Kaptanın seyir defteri

Kaptanın seyir defteri
 

Sabah gün doğarken...


Mavi yolculuğa çıkacağımı duyduğunda "Ev tadilatı yaptı, başımıza inşaatçı kesildi. Domates biber ekti, en hakiki çiftçi oldu. Şimdi tekneye gidiyor, kaptan olur gelir" demişti adı rehberde ilk sıralarda olan biri.

I-ıh...

Kaptan olmadım...

Ama dümene bir el atmaktan da geri kalmadım.

Dümen oldukça büyük, vites ise yetersiz, sadece bir ileri bir geri bir de boş vitesi var teknenin. Kaptırıp giderken “Motor bağırıyor, vitesi dörtleyeyim” diyemiyorsunuz.

Tekne ile ilgili verebileceğim bir diğer önemli bilgi ise şöyle; İlk gece bakir bir koyda gecelemek üzere demir atıldığında, güverteden denizin en lacivert rengini izleyin, arkadaşlarınızla sohbet edin, gecenin geç bir vaktinde kamaranıza çekildiğinizde tekne hafif hafif sallanırken yatağınıza uzanıp kulaklıkla müzik dinleyin ancak sakın kulaklığı çıkardığınızda alttan gelen su sesini duyup “Kaptaaan… Tekne su alıyor, batıyoruz!” diye bağırarak kamaranızdan fırlamayın.

Kaptan, “Sintineye baktım, her şey yolunda” dediğinde “Ama alttan su sesi geliyor” diye ısrarcı olmayın. Yoksa “Teknedesiniz ve her yanınız su… Tabi ki su sesi gelecek…” şeklinde bir cevap alabilirsiniz. Kamaranıza gidip yatın ve teknenin keyfini çıkarın… Tüm tekneyi telaşla ayağa dikmenin alemi yok.

Aslında mavi yolculuğun başlangıç noktası olan Bodrum’a giderken de benzeri bir olay yaşamış olabilirsiniz. Uçağa bindiniz, kapılar kapandı, hafiften hareket ettiniz ve pist başına doğru ilerlemeye başladınız. Cam kenarında oturuyorsunuz ve uçağın sağ kanadı tam önünüzde. Ama o da ne? Kanadın altından sarkan bir kablo var! İşte o anda sakın ayağa fırlayıp “Uçağı durdurun! Kanat… Kablo…” diye panik içinde anlamsızca bağırmayın. Yoksa uçak durup, kanat incelenip, “Sorun yok” denilene kadar epeyce gecikirsiniz. Üstelik yolculuk boyunca da tuhaf bakışlara maruz kalırsınız.

Neyse… Mavi Yolculuğa dönecek olursak;

Sabah gün doğarken güvertede olup güneşin ilk ışıklarıyla aydınlanan Ege’yi seyretmek… Çarşaf gibi pürüzsüz bir koyda yüzünü bile yıkamadan denize atlamak… Bir balık sürüsünün zaman zaman suyun yüzeyine atlayarak geçip gitmesini izlemek… Tekneden atılan bir lokma ekmeğin başına üşüşen yüzlerce irili ufaklı balığın ortasına atlayıp onlarla birlikte yüzmek… Gidilen her koyda farklı bir renk, farklı bir güzellik keşfetmek… Tekne yol alırken bazen yan tarafta tekneyle yarışan bir yunusu fark etmek… Kaçmasın ya da çalınmasın diye sahibi tarafından minik adacıklar üzerinde yaşamaya mahkum edilmiş keçilere denk gelmek… Ege açıklarında demirlemiş Savarona’ya rastlamak ve duygulanmak…

Arkadaşlarının babalar gibi çeken Modafon hattına karşılık daha Bodrum’dan açılır açılmaz kapsama alanı dışına çıkan bir Murkcell hattına sahip olup çıldırmak… Bozburun açıklarında fırtınaya yakalanıp 1, 5 metrelik dalgalarda savrula savrula ilerlerken teknenin burnunda kahramanca fotoğraf çekmek… Çarşaf gibi denizde tekneyi kimseciklere emanet etmeyen kaptanın, fırtınada dümeni miçoya bırakıp alt bölmede gazete okumasına içerlemek ve “Acemi nalbant işi gavurun eşeğinde mi öğreniyor?“ düşüncesiyle gözünü miço’dan ayırmamak… Berrak bir koya gelindiğinde şnorkel ve gözlükle dalıp metrelerce derinlikteki deniz dibine dokunabilecekmiş gibi hissetmek… Akşam gün batımını izlerken her koyda farklı bir manzara yakalamak… Ve gecenin en karanlığında kamara yerine güvertede yatıp samanyolunu seyrederek uykuya dalmak…

Diyerek toparlayabiliriz.

Bu mavi yolculukta, Mersincik, Knidos, Palamut Bükü, Kargı, Bencik, Dirsek, Bozuk Kale, Kadırga ve Dalgıç isimli koylarda mavinin her tonunu gördüm. Bodrum’dan Marmaris’e uzanan koylarında demirlemiş tekneleri ile Ege, etekleri dantelli elbisesinin ceplerine renk renk şeker doldurmuş sevimli bir çocuk gibiydi.

Hayatımda ilk kez karaya ayak basmadan bir teknede olağanüstü bir hafta geçirdiğim bu mavi yolculuğu organize eden arkadaşım Şiir Kocabekir'e ve Halikarnaslım adlı teknesiyle en rahat, en temiz, en keyifli yolculuğu yapmamıza gayret eden Nebil kaptana ve ekibine teşekkür ederim.

Kimliği belirsiz Datçalıya özel not:

Epey önce bir karar almış ve uygulamaya koymuştum. Okuduğum bir kitabı bitirdiğimde ilk sayfasına adımı ve mail adresimi yazıp değişik parklardaki bankların üzerine bırakıyordum. Adını da “serbest dolaşım” koymuştum.

Mavi yolculuğa çıkmadan bir kaç gün önce sahaflarda Jerzy Kosinski’nin “Boyalı kuş” isimli kitabını görünce hemen aldım. Ödül üstüne ödül almış, senaryolaştırılıp filme aktarılmış olan bu romanı masmavi sularda salınırken keyifle okurum dedim. Kitap için eleştirmenler “Bunu okuyan asla unutmayacak ve mutlaka sarsılacak. Tam anlamıyla sersemletici…” şeklinde söylemlerde bulunmuşlar. Haklılar! Kitap altı yaşında bir çocuğun gözünden, kafa koparmaları, göz oymaları anlatıyor. Okurken gerim gerim geriliyorsunuz. Tekne zaten sallıyor, bir de bu kitabın sarsmasını kaldıramam dedim ve Datça’da bir saatliğine karaya çıktığımda yarısına ancak geldiğim kitabı marinada bir bankın üzerine terk ettim. “Boyalı kuş”u bulup okumaya kalkan Datçalının ruhsal dengesini bozduysam özür dilerim!

 
Toplam blog
: 61
: 2350
Kayıt tarihi
: 24.01.08
 
 

17 yaşımdaydım yazmaya ilk başladığımda. Dünyayı tanımaya çalışırken kendimi de tanıdım zaman içinde..