Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

08 Şubat '11

 
Kategori
Güncel
 

Kara Güneş Dağları

Kara Güneş Dağları
 

İnsanlar yaptıkları, söyledikleri şeylerde her zaman haklı olamayabilirler ama işte uygulama çeşitli nedenlerle onların dediği, istediği gibi olur. Bunun sonucunda doğru düşünce çöpe atılırken yanlış düşüncenin uygulanması da hayatımızı çöplüğe çevirir. 

Günlük yaşantımızdaki her durum ve olayla ilgili olarak, neyin doğru- yanlış ya da kimin haklı- haksız olduğunu anlamaya çalışmak için zamanımız olmadığı gibi biz kendimiz de uğraşmayız zaten. Bu aşamada dört belirgin davranış tespit edilmiştir: 

- İnsanların tamamına yakını yapmaya mecbur olduklarına inandıkları kendilerine verilmiş mecburiyetleri yerine getirirler. 

- Bir kısmı hayatı bunlardan ibaret sanıp ya da tembelliklerinden sırtüstü yatarlar. 

- Ayrıca bunlara ilave olarak bir kısım insanlar burunlarının doğrusuna hareket edip akıllarına ne gelirse onu yaparlar. 

- Ve bir kısmı mecburiyetlere zoraki uysalar da çizginin dışına çıkmak için çaba harcarlar. 

Birinci gurupta yer alanların köle olmadıklarını, hayatlarını kendilerinin belirlemeleri gerektiğini anlamaları için tedaviye ihtiyaçları vardır. 

İkinci gurupta yer alanların ise tedavinin yanında ayrıca sopaya ihtiyaçları vardır. 

Üçüncü gurupta yer alanlara çabalarını daha doğru ve pozitif alanlara yönlendirebilmelerini sağlamak için eğitim verilmelidir. 

Ve dördüncü gurupta yer alanlar takdir edilip topluma örnek gösterilmelidir. Ayrıca bu gurup için alternatif yaşam seçenekleri ortaya konulmalıdır. 

Haklı olduğumuzu söylüyoruz ama gerçekten haklı olup olmadığımızı bilmiyoruz. Tamam, kafalarına vura vura kabul ettiriyoruz ama yaptığımız ve söylediğimiz şeyde haklı değilsek bedelini bazen biz de ödeyebiliyoruz. 

İnsanların yaşamlarında kendileri için en doğru olanı yapmaları gerekir ama bunu nasıl bilecek, anlayacaklardır ya da kim onlara ne yapmaları gerektiğini söyleyecektir? 

Hayatımızın bazı olayları bellidir ve biz bunları beğenmesek de, istemesek de yaşamak zorundayız. Bir nevi kaderimizin yer aldığı bu kara kitap bizim dışımızda yazıldığından, onu yaşamak için doğru ya da yanlış karar vermemiz önemli değil. Örneğin evin yoksa kira ev sahibinin istediği kadardır. Miktarının ne olması gerektiğine sen karar veremezsin ki haklı ya da haksız olduğunu anlayalım. 

Yine de hayatın her yerinde neyin doğru veya kimin haklı olduğu konusunda insanlar karşı karşıya gelirler. Ve bu kesişmelerde doğrunun ve haklının tespitinde yazık ki %50 yanlış karar verilir. Karar verilen bu konular örneğin A filmine değil de B filmine gidelim şeklinde olsaydı yine de sorun teşkil etmez, beğenmeyen ertesi gün C filmine gider istediğini alırdı. Ama işte hayat gül bahçesi ile bıçak sırtı bir garip âlem olduğundan sabah çiçek toplamak için evden çıktığınızda akşam kabriniz çiçeklerle donatılabiliyor. 

Yapılan bir şeyin doğru ya da yanlış olduğu konusunda karar verilmesi bazen hayati önem taşıyabilir. Hangi işte ya da durumda haklılığın önemli olduğunu anlayamayız. Kapının önünde durmak önemsizdir ama burada değil de şurada dur dersin ve belki binanın tepesinden bir şey düşer ve senin önem vermediğin bu karar yüzünden kişi ölebilir. Bu nedenle karar içeren ve kişileri bir davranışa yönelten sözlerimiz bir düşünce ya da gözleme dayanmalı, atmasyon olmamalıdır. Eğer söyleyeceğimiz sözün ve yapacağımız işin doğruluğundan emin değilsek haklılık payesini diğerlerine vermeliyiz. 

Benim iki genç köylüm yıllar önce trafik kazasında öldüler. Traktörü tamir için ilçeye gitmişlerdi. Dönüşte dört yol ağzında karşıya geçerken hızla gelen otobüs çarptı ve parçalanıp öldüler. İkisini de kişilikleriyle tanıyorum. Kaza anında traktörü kullanan burnunun doğrusuna giden, her şeyi kendinin bildiğine inanan, kimseye fırsat vermeyen bir yapıdaydı. Diğeri ise tam tersi. Otobüsün geldiğini gördüler. Dediğim kişi buna rağmen ben geçerim diye koca traktörü yola sürdü. Diğeri de şofördü. Muhtemel ki uyarmıştır, onu dinleseydi yahut da traktörü kendisi değil de diğer kişi kullanıyor olsaydı kesinlikle otobüs geçmeden yola girmezdi ve bu kaza olmazdı. 

Hikmetinden sual olmaz yaratan Azrail’in işini kolaylaştırmak için midir nedir sanki kadere uygun bir dünya yaratmış. Her şey dört dörtlük olsaydı herkes doğru davranır kaza ve kader gerçekleşmezdi. Akıllı olanlar cesur değiller; cesur kişiler de akıllı değiller. O zaman akıl karar versin; cesaret yapsın diyeceksiniz ama olmaz tabii ki. Çünkü aksilik bu ya karar verirken de cesarete ve yaparken de akıla ihtiyacımız var. 

Biliyorum okurken “Ne diyor bu adam ya!” diye sinirleniyorsunuz ama inanın ki çok önemli bir konuda dokuz doğuruyorum. Haklılık bulmacasını çözmeye çalışıyorum. Yukarıda söyledik; yapılan ve söylenen şeylerin doğruluğunda yani doğru karar vermede %50 hata yapıyoruz. 

Haklı olmamız, dediğimizin yapılması, görüşlerimize önem verilmesi bize ne kazandırıyor? Birisi size günde yüz kere ”Sen haklısın” dese ne olur? “Sen bu konuda hatalısın, yanlış düşünüyorsun” dedikleri zaman dünyamız yıkılıyor. Biz bir konuda yanlış düşünemez miyiz? 

Tabii ki boş konuşuyorum zira insanların bu huylarından vazgeçmeleri mümkün değil. Kararlarımızda %50 hata yapmamız bazılarına önemsiz gelebilir. Sırf bu nedenle sadece ülkemizin güvenlik durumuyla ilgili şunu söyleyebilirim ki 1940 tan bu yana 70 yılda ülkemizde önlenebilir nedenlerden dolayı 5 milyon kişi ölmüştür. Hala kimin haklı ve neyin doğru olduğunun tespiti sizler için önemli değilse bu 5 milyon kişiyi hastane morg kayıtlarından( tabii ki kayıt tutulmuşsa) öğrenebilirsiniz. 

Her şeyi biliyor olsanız bile yine de her olayda siz haklı değilsinizdir. Haklılığınızı ikna ve kabul dışında ispat edemezsiniz. İnsanlar susup boynunu bükerek dediğinizi yapıyorlarsa haklı olmanız mümkün değildir. İnsanları siz çağırıyor, tutup kollarından götürüyorsanız yine haklı değilsiniz; kendileri gelmelidirler. 

Kimin haklı, neyin doğru olduğu konusunun yarattığı acı faturanın sorumlusu bunu yapanlar kadar yapılmasına seyirci kalıp rıza gösterenlerdir. Adam sarhoş; arabayı ben süreceğim diye tutturdu. Orada bulunanlar bunu engellemediniz ise baş suçlu sizsiniz. En kötü ihtimal arabaya binmezsiniz. Döverek mi bindirecek? Sarhoş bir şoförün sürdüğü arabaya binen kişi kazada ölürse ben göbek atarım. Salağın salaklığına üzülmek en büyük salaklıktır. 

İsyan, serzeniş, öfke, bağırma, kızgınlık… Ama sonuç yok. Bu haklılığın verdiği keyif tıpkı eroin gibi insanın içine işliyor. Kişi haklı olduğunu sandığı ya da öyle denildiği zaman kendini kaybediyor. Örneğin 8 yıldır ülkemizi yöneten kişi bu süre içinde önlenebilir nedenlerden dolayı tam 500 bin kişi hayatını kaybetmişken dünya lideri seçiliyor ve padişah ilan ediliyor. Hep bir yana yontarsak inandırıcılığımız kalmaz. Diğerleri olsaydı farklı mı olacaktı? Elbette hayır. Biz bu sisteme ve bu kişilerin tamamına karşıyız. 

İsyan, serzeniş, öfke, bağırma, kızgınlık… ama sonuç yok. Şu özellikle entel aydınların başa çıkabileceklermiş gibi tek tek insanlarımıza medeniyet dersi vermeleri şeklinde sorun çözülemez. Davranışları bir disiplin altına sokmak da mümkün değil ama güvenlikle ilgili yazılarımızda insanların bire bir korunması, deyim yerindeyse tavuk gibi güdülmeleri yapılan hataların sonuçlarını azaltabilir. Geyikler ormanda hata yapıp aslana doğru gideceklerdir. Ama işte orada Kerim Korkut olunca bu hatanın bedelini canlarıyla ödemeyecekler. Ülkemde 8 yılda 500 bin kişi haybeden ölecek ben padişahım diyeceğim. Pes doğrusu! 

 
Toplam blog
: 6332
: 653
Kayıt tarihi
: 21.09.08
 
 

Sadece sayfalarda kalan yazılar şaheser olsalar bile önemsiz ve anlamsızdır. İnsanlara ulaşan ve ..