Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

13 Ekim '07

 
Kategori
Gezi - Tatil
 

Karadeniz yaylalarında bilinmeyene yolculuk

Karadeniz yaylalarında bilinmeyene yolculuk
 

Kayıp Alevi köyünü bulmak üzere yolumuza devam ediyoruz, etraf bozkırlaştı, kartallar ileriden bizi takip ediyor, yol yok, iz yok, merakımız ve heyecanımız iyice artmış durumda.

Sonunda uzaklarda bir yerleşim yeri fark ediyoruz, cipimizle dalıyoruz içerilere doğru ve köyün bakkalını buluyoruz. Burası, yaşayan Alevi halkın %80' inini kadınların oluşturduğu, yaş ortalamasının 80 civarında olduğu, evlerde yakıt olarak tezek kullanıldığı, çamaşırların elde ve derede yıkandığı, hiçbir medeniyet belirtisinin olmadığı, 50 yıl öncesinde kalmış bir yer. Hayretle bakınırken “gerçek bir yer olamaz, film platosu gibi” sözleri dökülüyor ağzımdan. Etraf o kadar görülmemiş, alışılmamış sahneler içeriyordu ki, günümüz dünyasıyla hiçbir ilgisi olmayan, kopmuş bir yer.

Köyün alışveriş yapılabilecek tek bakkalında gözlerim tanıdık bir marka arıyor ısrarla, ama bir tane bile yok. Her şey var, kola, makarna, şeker, ama markalar yöreye özgü, hiç duyulmamış isimler. Bakkal efendi köyün en uyanık adamı, atının üstünde ben buraların Vehbi Koç'uyum edasıyla geziyor, oğlu da var , sohbet ediyoruz biraz. Bizim artık doğu sınırına çok yakın bir yerde olduğumuzu ve oraları da görmemiz gerektiğini söylüyor. Birden uyanıyoruz, “nerelerdeyiz, burada başımıza her şey gelebilir” diye düşünüyoruz, vakit de akşamüstü olmuş çoktan, etrafta bir Allahın kulu yok, yollardayız, veda edip ayrılıyoruz.

Daha sonra taş ve topraktan yığma evlerin ( ev demek zor, barınak gibi) önüne çıkan kadınların fotoğraflarını çekmek istiyoruz, ancak büyük bir tepkiyle karşılaşıyoruz, hemen uzaklaşıyoruz .

Köyün etrafında yüzlerce çeşit endemik bitki türü var. Oraya özgü şifalı otlar olduğunu ve ilaç yapımında kullanılabileceklerini öğreniyoruz.

Kadınların yaşadıkları her bir sıkıntının yüzlerindeki kırışıklıklardan okunduğu, görülmemiş yoksulluk ve mahrumiyet içinde olan bu yerden, yanımızda olan bisküvileri çocuklara bırakarak, içimiz buruk ayrılıyoruz.

Dönerken , “bizdeki ne cesaret, Allahın bir kulunun geçmediği bu yollara çoluk çocuk döküldük” diye konuşuyoruz, yorucu bir seyahatten sonra, Karagöl’deyiz tekrar.

Kendimizi güvende hissetmenin verdiği mutlulukla keyifli bir göl akşamı daha geçiriyoruz, ilerleyen saatlerde bardaktan boşanırcasına dolu yağıyor, apar topar otele kaçıyoruz. Ay ışığı, yağmur ve şimşeklerin gölün üzerinde yarattığı manzara, bana korku filmlerini hatırlatıyor. Bugün olağanüstü, film gibi bir gün yaşadık diye geçiriyorum içimden.

Karagöl, büyüleyici bir yer. Uzun orman yürüyüşleri yapıyoruz gölün etrafında , kırmızı mantarlar görüyoruz ilk kez hayatımızda. Fora pansiyona dönüyoruz akşamüstü.

Ertesi gün Türkü Turizm’in kocaman cipine doluşup, Çamlıhemşin milli parkını, fırtına deresini ve 300 mt.lik bir kayanın üzerinde yükselen Zilkale’yi keşfediyoruz. Buralar ipek yolu güzergahıymış, önemli tarihi kalıntılar var.

Artık bütün bedenimiz oksijene ve doğaya doymuş, dinlemiş olarak koyuluyoruz Ankara’ya dönüş yoluna. Sümele var Trabzon’da daha görülecek, ama ne yazık ki “küçük çocuklar var grupta , nasıl tırmanacaklar?” diye düşünüp, vazgeçiyoruz. En iyisi Hüsrev’de bir yemek molası verelim diyoruz ve acayip kazık bir hesap ödüyoruz, kuru fasulye pilav için.

Ordu’dan dönüşte, fasulye ve mısır unu almayı ihmal etmiyoruz. Aldığımız mısır unuyla ( kavrulmuş ve az rafine) Kader’den aldığım tarifleri uyguluyorum, markette satılan pakettekilerle denemedim henüz.

Karadenizin olağanüstü doğası, insanları, değişik yemekleri bende esaslı bir iz bırakmış ki, aradan geçen zamana rağmen bunları yazabiliyorum. Yazarken yaşıyorum tekrar, o yüzden gezi yazısı yazmayı seviyorum.

Herkese mutlu bayramlar.



Not : http://blog.milliyet.com.tr/Blog.aspx?BlogNo=68332 bloğumun devamıdır.

 
Toplam blog
: 144
: 1429
Kayıt tarihi
: 12.09.07
 
 

ODTÜ İşletme mezunuyum, felsefe bölümünde master eğitimi aldım, uzun yıllar bankacılık ve finansm..