Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 
 

GAMZE SAĞIROĞLU Kendini Bil Farkındalığına Aracı

http://blog.milliyet.com.tr/gamzesagiroglu

02 Kasım '13

 
Kategori
İlişkiler
 

Karanlık Odalar

Aşk’ın sevgiden talebi karanlık odaların kapılarından içeriye girebilmek... Kapıları kapalı bıraktığımızda belki de hayat daha güvenli geliyor, belki daha az incitiyor bizi yaşadıklarımız… Risk almıyoruz. Bununla birlikte dönüp dönüp karşımıza gelen aynı yaşam deneyimlerinden yorulduğumuzu farkına da varamıyoruz. Bizi seven, el üstünde tutan, değerimizi hissettiren, bizi olduğumuz gibi kabul eden, sonsuz aşkın deneyimini bütünleşerek yaşayabileceğimiz, yaşamı paylaşarak anı deneyimleyeceğimiz kendi karanlık odalarından geçmiş bir sevgili tanımlıyoruz hayalimizde… Dışarıda arayıp duruyoruz.  Ve işler genelde öyle gitmiyor. Tanımladığımızın tam da tezatı olan bir ilişkinin içinde kendimizi bulmamıza sebep oluyor yada tanımladığımız kişiye rastlayamadığımızda yalnız olmayı seçiyoruz.

Yaşam deneyimi içinde en çok tıkandığımız yer ilişkiler… İlişki sadece bir eş veya sevgili anlamında değil aslında yaşamla olan ilişkimizi ifade ediyor. Bu,  aile, para, iş arkadaşları, iş , kendimiz, hayatın akışı, eş, karşı cins , çocuklarımız ve aklımıza gelebilecek her türlü realiteyi çağrıştırıyor. Biz hayatımız boyunca realiteyi kendi çıkarlarımıza göre düzenlemek ile uğraşıyoruz. Peki kendi çıkarlarımız ne? Konforlu alan denilen illüzyon… Çünkü sonsuzluğu olmayan her şey bana illüzyon geliyor. Tek bir şey hariç ruhumuz… Ruh diğer ifade ile gerçek olan varlığımız… Varlığımızın çerçeveleri, tanımlamaları, sınıflandırmaları ve ayrışması yok… Buna rağmen onun önünde duran büyük duvarın ardında olan küçük karanlık odaların önünde bekliyoruz biz… Bizi karanlık odaların içine zorunlu olarak sokmayacak konforu tanımlıyoruz sürekli kendimize… Bu yüzden hepimizin iç dünyasında girmeyi göz alamadığı karanlık odaları var. Ve bunları kabul etmekle işe başlamak lazım…

İnsan zamanı geldiğinde kendini bulma yolculuğuna çıkarken pek bir hevesli oluyor. Çünkü başlangıçta kendini bulma yolculuğu, kendin olma deneyimi sanki çevredeki dinamikleri göz ardı ederek öylece yaşamak anlamına geliyor. İçinden gelenleri yapabilmek, cesaret, kendi hikayeni yazmak, iz bırakmak vb… Sonra yalnızlaşıyorsun… Belki hedefini gerçekleştiriyor, kısmen akışı yakalıyor, başarılı oluyorsun. Hatta artık seni hiçbir şeyin üzmeyeceğini, hayata pozitif baktığını , sürekli çoşku ile enerjini yükseltmeye çalışıyorsun. Sonra dualiteyi deneyimleme zamanın geliyor. Daha doğrusu içinde bulunan dualitenin diğer tarafı ile tanışıyorsun. Hayatta başına gelmeyeceğine ihtimal bile vermediğin deneyimleri yaşatan ilişki aktörleri, aktrisleri, nesneler, olaylar, durumlar akmaya başlıyor hayatına… İşte o zaman ne olduğunu şaşırıyorsun. Ve ilk söylediğin şey belki de bu dünyadan kaçıp gitmek… Üzerine, üzerine geliyor büyük sınavların… Acıyı da deneyimleyip içinden geçebileceğini anlamak zaman alıyor… Ve acı olarak tanımladığın şeyin bir zamanlar açmaktan korktuğun içindeki karanlık odaların soğuk, derin siyah karanlığı olduğunu fark ediyorsun. Anlıyorsun ki insan olma deneyimi dualiteyi içinde taşıdığın ve hiçbir zaman bu duyguyu asla deneyimlemem dediğin her şeyden oluşuyor. Kendin ile işte o zaman buluşmaya başlıyorsun. Gerçek olan varlık ile… Her duvar yıkıldıkça sanki yenisi yaşadığın tecrübelerden aldığın güçle daha güçlü çarpıyor yüzüne… Ve sen arkaya geçmeye çalışıyorken tahammül edebileceğin kadarını yıkabiliyorsun. Yeniden güçleniyor, güçleniyor ve yeninin içinden geçerken kendine bakıyorsun, daha önceki duvarlarını yıkarken çektiğin acılar seni artık o kadar acıtmıyor.

Her ne konuda ilişki olursa olsun, en önemli en kritik yer insanın kendisiyle olan ilişkisinde inşa ettiği karanlık odaları… Dualiteye olan direnci… Kalıpları, çerçeveleri, tanımladıkları… Sanırım asıl cesaret deneyimi dualiteye kendimizi açıyor olmaktan geçiyor. Ve içimizdeki gerçek varlığa ulaşmanın yolu ise kendi karanlık odalarımızda hapsettiğimiz tezatlarımızın birer birer realitede karşımıza geliyor olmasına olan tepkimizi yeniden gözden geçirmek. Yaşantımıza ne gelirse gelsin bir rolü var…   Dirençlerimizin farkına vararak duvarların ötesine birlikte geçmek bizim sevgiyle olan ilişkimize bağlı… İçimizdeki sevgi kaynağı ile karanlık odaları aydınlatarak kendimizi ilişkiye açabiliyor muyuz? İşte o zaman AŞK bütünlenme ile kendini ifade yolunu bulacak… Çünkü birinin bizi sevmesi mükemmel olmamız koşulu taşımıyor.  Kendimizi içine sokmaya çalıştığımız kılıfları üzerimizden sıyırdığımızda , sevilmeme korkusuyla kurguladığımız senaryoları bir yana bıraktığımızda sevilebilir olduğumuzu anlamaktan geçiyor.  Çünkü gerçek Aşk, önce kendine sonra sevdiğin her kim yada neyse ona karşı en açık ve korunaksız olmaktan geçiyor. Yoksa , yaşam taktığım maske ne kadar derin olursa olsun onu düşürüp beni kendime ulaştırana kadar benimle oyunu oynamaya devam edecek .

Bu arada yolun sonu yok… Yolun kendisi yaşam… Bu yüzden dualiteye olan tavrım şu ; ben insan olma deneyimini yaşayan bir varlığım… Ağlarım, gülerim, üzülürüm, neşeli olurum, iyiyim, kötüyüm, doğruyum, yanlışım, etiği,etik değilim tezat olan ne varsa… Bu yüzden kimse kendi olma yolculuğunda dış referansların tanımladığı mükemmel olma haline ulaşmaz, Zaten içindeki varlığın mükemmel olduğunu bilir.  Ve yaşama dair ne varsa kendini o deneyime açar ve ne hissediyorsa onu da rol yapmadan yaşar.

Sevgiyle kalın…  

 
Toplam blog
: 6
: 275
Kayıt tarihi
: 09.03.13
 
 

Kendini Bil Farkındalığı, Bilinçli Rüya çalışmaları , Kurumsal eğitimler Kadının ince çizgileri v..