- Kategori
- Sinema
Kaybedenler Kulübü
2011 yılının sinema yapımlarından biri olan Kaybedenler Kulübü, 90'lı yıllarda Kent Fm bünyesinde radyoculuk yapan Kaan Çaydamlı ve Mete Avunduk’un gerçek öyküsünü anlatmaktadır. Bir lokma, bir hırka felfesiyle yaşayan bu iki modern dervişin, sistemin bütün kurallarını ihlal eden, sıra dışı programları, hiçbir şey anlamadan dinleyenler sayesinde bir numaraya oturmuştur. Programda hiç kimsenin konuşmaya cesaret edemediği konular, bu iki radyocunun buğulu ses tonuyla birleşerek geniş bir dinleyici kitlesine kavuşur. Gelin görün ki, bu başarı onların mali bütçelerine yansımaz. Çünkü ücretli köleliğe geçtikleri takdirde, özgürlüklerinin kısıtlanacağından korkmaktadırlar.
Genel anlamda bakacak olursak, toplumsal değerlere karşı çıkarak kendi özgürlüklerini korumaya çalışan radyocularımız programlarını, duman altı oldukları bir mekanda, bilinç akışı yoluyla yapmaktadırlar. Programda; yemek tarifinden tutun da muhtelif seks pozisyonlarına kadar her türlü muhabbet dönmektedir. Dinleyenler esprili yollarla çeşitli konularda enforme edilirler. Örneğin; Kaan komünist ideolojilerin kurucuları Marx ve Engels ile 1917de aynı masaya oturur. İdeolojilerinin devrim yaratacağı ve önlerindeki yüzyılı komünizmle mahvedecekleri yönünde onları uyarır. Başka bir örnekte ise, toplumsal değeleri %100 benimsemiş olan bireyin, bunlara değer verirken niye değer verdiğini bilmeyişini eleştirir. Toplum içinde erimiş olan bireyin, sırf koleje girmek değer sayıldığı için, hiç düşünmeden ve sorgulamadan koleje girmeye çalıştığından bahseder. Bunların dışında, evinde balyoz bulunduranlara ve Rtük’e hicivli taşlamalar da sohbet konuları arasında yerini alır.
O yıllarda, radyocularımızın yaptıkları bu programlar; kitlelerin yalnızlıklarına derman olurken, kendi yalnızlıklarına ne yazık ki çare olamaz. Aslında tüm popülerliklerine rağmen, Kaan ve Mete de, sistemin yabancılaştırdığı ve yalnızlaştırdığı insanlar arasındadır. Bu yalnızlığı alkol ve sekse endeksli bir yaşam biçimi sürdürerek de gideremezler. Tüketmekten başka çıkar yol bırakmayan mevcut ekonomik sistem, onları da çepeçevre kuşatarak köşeye sıkıştırmıştır. Onun içindir ki, sisteme karşı alternatifler üretmek yerine, kadın bedenini tüketim nesnesi olarak kullanırlar. Kadını bir seks objesi olarak görmeye devam etmeleri yüzünden de yozlaşmışlıkları gitgide artar. Ayrıca belirtmeliyim ki, bu iki adamın kadınlara karşı seksist yaklaşımının özünde, kadınların aşırı isterik ve talepkar tutumları olduğu da yadsınamaz bir gerçektir.
Radyocu dostlarımızın bir de miskin bir ev arkadaşları vardır. Mesleği çevirmenlik olan bu genç, bütün gün koltuğundan kalkmamakta ve bin bir türlü hale girmektedir. Yayın evi sahibi olan Kaan, bu miskin çevirmene hergün çevirileri tamamlayıp tamamlamadığını sorar. Ne var ki, uyuşukluk iliğine kadar sinmiş olan bu genç bütün gün hayvanlar alemi belgeselini izlemekten başka bir şey yapmaz. Çalışmamak için, evde kılıktan kılığa giren çevirmenin halini gördükçe kendi hallerimi izliyormuş gibi oldum. Bir işe başlamadan önce bin dereden su getirişim yüzünden, çevirmenle aramda sıkı bir benzerlik yakaladım.
Uzun lafın kısası, benim gibi 80 sonrası doğmuş apolitik kuşağın kaybediş hikayesinin bir tezahürüdür bu film. Bizim kuşaklar, herhangi bir ideolojiye bağlanıp inandığı değerler uğruna mücadele edemediği gibi, daha iyi bir dünyanın savaşını da veremedi. Çünkü özellikle darbe sonrasında zirveye çıkan kapitalizm, bizlere maddi başarıya dayanan bir kişisel mutluluk tarifini dayattı. Köleliğe gönüllü katılan bizler hergün sabah akşam üretip, hiçbir işe yaramayan ıvır zıvırı aldığımız ücretle tüketerek bu çarkı döndürmek zorunda bırakıldık. Bu yüzden, toplumda ruhsal potansiyelini kullanamayan, kendi yeteneğine yabancılaşmış standart, robotize benlikler yaratıldı. Gördüğünüz gibi, Kaan ve Mete’nin kişisel anarşizm yoluyla bile üzerlerinden atamadıkları bu durum 68 kuşağının berataraf edilişinin dolayısıyla da bizlerin kaybedişinin öyküsüdür.