Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

02 Şubat '19

 
Kategori
Sinema
 

Kefernahum

Mülteciler, kimilerine göre istilacılar kimilerine göre yardım eli uzatılması gerekenler.

Mülteci çocuklar, diğer çocuklar gibi çocukluğunu yaşayamayan, okula gidemeyen, hayatı sokaklardan öğrenen, kavganın ortasında, zamanından çok önce büyümek durumunda kalan ya da büyüme şansı olmayan çocuklar…

Dünya genelinde sayıları 65 milyona ulaşan mülteciler, yeni umutların peşine düşerek yeni yollar ararken, bazen daha o yolun sonuna varamadan umutları tükeniyor her yıl Akdeniz üzerinden Avrupa’ya geçmeye çalışan yaklaşık 1 milyon göçmenden binlercesinin tükendiği gibi.

İsimleri, hayatları bazen sayıdan ibaret olan pek çok mültecinin varlığı yasal bile değil. Bu hikayelerin binlercesi mevcut. Bu meseleye ya duvar örerek “sterilize” bir dünya yaratılıyor ya da bir yerlerden yardım elleri uzanıyor ve bu hikayelerdeki bazı kişilerin varlığına dokunup onların varlığını meşru hale getirmek için adımlar atılıyor, kaosun ortasında. İşte bu kaosta atılan o adımlara şahit olma şansını yakaladığımız bir film var karşımızda Kefernahum.

Lübnanlı yönetmen Nadine Labaki, Fransızca kaosu, kargaşayı ifade eden Kefernahum adını taşıyan filmi ile ülkesinde yaşanan kargaşaya çeviriyor kamerasını üçüncü filminde. Çekimi aylarca süren, amatör oyuncularla ve özellikle mülteci çocuklarla çekilen filmin mizanseni, İtalyan yeni gerçekliğinin filmlerinden birinin mizanseni gibi adeta. Amatör oyuncular, gerçek mekanlar, yalın bir dil, yoksulluk, göçmenlik, sömürü, insan ticareti gibi evrensel sorunların ön plana çıkması, fikirler yerine duygulara ağırlık verilmesi, yalın bir kurgunun ve belgeseli andıran kadrajların kullanılması, bu filmin İtalyan yeni gerçekçi filmlerinden biri gibi görülmesinin nedenleri olarak sıralanabilir.

İkinci dünya savaşından çıkmış bir toplumun yaşadıkları bu dönem filmlerine konu olurken aslında bugün Kefernahum’un çekildiği Lübnan ve Ortadoğu coğrafyası da bugün kısmen de olsa o dönem koşullarına benzer koşulları yaşıyor Arap Baharı’nın ardından. Benzer süreçlerin bir sonucu olarak bu filmin, o döneme damgasını vuran İtalyan yeni gerçekçi filmlere benzerliği de buradan geliyor belki.

Film, yaşının kaç olduğu diş muayenesiyle yapılmaya çalışılan kimliksiz Zain’in mahkeme karşına getirilmesiyle başlıyor.

Zain, anne ve babasını mahkemeye veriyor? Hakimin “neden” sorusu karşılığındaki yanıtı ise; “Beni dünyaya getirdikleri için” oluyor.

Zain, on iki yaşında olduğu tahmin edilen anne babasının kaç yaşında olduğunu tam olarak bilmediği, bir düzine kardeşi olan ve yeterli beslenemediği için yaşına göre de daha küçük görünen, asi, içinde bulunduğu koşullara boyun eğmeyen, sömürüye kafa tutan, istismarın karşısında duran, gözlerinden hayatının üzüntüsünün görülebildiği bir çocuk. Eve para getirmek için kız kardeşiyle sokaklarda para kazanmaya çalışan, ergenliğe adım atan kız kardeşinin, erkenden evlendirileceğinin farkında olan ve bunun için kız kardeşi Sahar’ı korumaya çalışan, onun genç kızlığa adımını attığı esnada en büyük dertekçisi olan, kardeşlerinin arasında anne babasına tek karşı gelen çocuk aynı zamanda Zain.

Zain, yaşadığı koşullarda kendini kurban gibi gören anne babasından farklı, boyun eğmeyen, şikayet etmeyen, hep kendine çıkış yolları bulmaya çalışan, gözü pek, yaşından büyük bir çocuk. Kardeşini evden bir boğaz eksilsin mantığıyla, başlık parasına mahallenin yaşça Sahar’dan epey büyük bakkalıyla evlendirmeleri, Zain’i çileden çıkarır ve kardeşini bu durumdan kurtarmaya çalışsa da buna engel olamaz ancak artık öfke dolu olduğu anne ve babasının yanında da duramaz.

Kendine çıkış arayan Zain’in, bilmediği yerlerde, sokaklarda, ne iş olsa yaparım diye iş bulmanın peşine düştüğü esnada  kendisi gibi kimliksiz, sahte kimlikle var olmaya çalışan Etiopya’lı mülteci Rahil ile yolları kesişir. Rahil, bebeği Yonas’la birlikte derme çatma bir barakada yaşamaktadır. Rahil ve Zain birbirlerine hayattan bulamadıkları desteği verirler kısa süre içerisinde. Zain, Rahil’in bebeğine ağabeylik yaparken, Rahil’de Zain’in sevgisini ve eksikliğini hissettiği ebeveynlerinin yerini doldurur bir nebze de olsa.

Ve bu noktadan sonra yasadışı yollarla çalışan Rahil’in tutuklanması ve Zain’in Yonas’la baş başa kalması, tüm zorlu koşullara rağmen onun bakımını üstlenmesi, kardeşi Sahar’a göz kulak olamamasının  verdiği acıyı, Yonas’a bakarak telafi etmeye çalışması gibi Zain’ın çabası. Bu ikili arasındaki sahneler ve oyunculuk ve yönetmenin oyuncu yönetimindeki başarısı ise takdire şayan.

Claude Sautet’in “Bakan oyuncu konuşan oyuncudan daha güçlüdür” sözünün vücut bulmuş hali gibi bu iki çocuk oyuncunun oyunculukları. Bakışları o kadar yalın, gerçek ve vurucu ki tüm konuşmaların önüne geçiyor. Yönetmen Nadine Labaki’nin Zain için; “O’nun gözlerinde üzgün bir şeyler vardı ve konuştuğumuz şeylerin ne olduğunu çok iyi biliyordu. Zira o da mülteci bir çocuk, hiç okula gitmemiş, sokaklarda büyümüş ve etrafında çocukların istismarını, şiddeti ve benzer olayları görmüş” diye bahsederken yaşanmışlığın, onun oyunculuğuna doğallığı nasıl getirdiğini de anlatıyordu bir yandan aslında.

Robert Bresson, oyunculardan doğallık isterken “kendi kendinize konuşurmuş gibi konuşun” dermiş. İşte Bresson’un doğal oyunculuğun yolu olarak tarif ettiği bu yöntemi Zain o kadar iyi kullanıyor ki,  içinde bulunduğu koşullardaki insanların sesine dönüşürken, kendi kendine konuşur gibi kamera karşısında. Filmin en güçlü yanlarından biri olan oyunculukların başarısı da buradan geliyor belli ki.

Film aynı koşullarda yaşayan, içinde bulunduğu çarkın dışına çıkamayan Zain’ın anne babası gibi yaşadığı koşullara boğun eğen ve kimilerine göre çok sayıda çocuk yaptıkları için olayların suçlusu ilan edilen, bu insanları da yabana atmıyor aslında yönetmen, Zain’la birlikte anne babasını Zain’ı dünyaya getirdikleri ve ona bakamadıkları için dava eden ve çözüm olarak da onların çocuk yapmamasını isteyen bir bakış açısını ortaya atarken, sözü anne ve babaya verdiklerinde ise suçu sadece orada aramamak gerektiğini de düşündürüyor,  Neticede herkesin aynı hikayeye, aynı karaktere ve aynı dayanıklılığa sahip olmamasından kaynaklı.

Annenin; “Beni yargılayamazsınız, beni zaten vicdanım yargılıyor, siz benim yaşadıklarımı yaşamadınız ve yaşamayacaksınız da beni yargılamaya hakkınız yok”

Babanın;”Beni bilmediklerimden suçlayamazsınız, benim bildiklerim bu kadar” cümleleri, yaşadıkları kötü koşullarda çocuk sahibi oldukları için, rahat hayatlarımızda kolaylıkla suçlayabildiğimiz insanların bu işin tek suçlusu olmadığını anlayabilmemiz ve olaya başka taraflarıyla da bakabilmenin mümkün olduğunu fark etmemiz için duymamız gereken cümlelerdir belki de, mülteci meselesine evrensel bir sorun olarak, daha insani bir açıdan bakabilmemiz için.

 

 
Toplam blog
: 10
: 333
Kayıt tarihi
: 26.03.16
 
 

Sinema Tv Yüksek Lisans Mezunuyum.  Psikoloji, felsefe ve nörobilim alanlarında okumaktan keyif a..