Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

04 Haziran '08

 
Kategori
İnsan Kaynakları
 

Keman çalan parmaklar ziyan olmasın

Kızlarının ipek saçlarını fildişi taraklarla taramayı isteyen, yeryüzünün tüm bereketiyle yavrularını sarmak isteyen, yaşamın tüm güçlüklerini sırtında taşıyarak, onların karınlarının tam doyduğuna emin olmak isteyen bir kadındı o diğerleri gibi.

Yaşamdan kendisine ait bir dileği olmasa da, yavrularının istekleri yerine geldiğinde, en büyük dileğim buydu diyebilecek kadar gönlü zengin, yüreği ak bir anneydi. Üç çocuk vardı yaşamla birlikte sırtında ve üçü için ayrı ayrı hayalleri vardı gözlerinde. Derdini anlatırken bile gülümsüyordu, kaderin kendisinden yana olmadığını bile bile.

Başkalarının kıyafetlerini temizliyor, başkalarının çarşaflarını yıkıyor, başkalarının vücutlarını temizliyordu çocuklarının hayalleri için.

Yüreği soğumuştu çaldığı kapılardan her dönüşünde ve dalına dokunsan düşecek bir yaprak gibi titrerken, gözleri büyüyordu gözlerime değdiği anda. Öyle büyüyordu ki anlatırken, benim karşısındaki dik duruşum yok oluyordu, onun gücü karşısında ve olduğum yerde küçülüyordum.

Okuyamadı, evimize nasıl piyona alabilirdim ama keman çalan parmakları da fabrikalarda yıpranmasın istiyorum derken, büyüyen gözlerinde şelaleler yükseliyor, yüreğine akıyordu sessizce. Yaşıyordu o duyguyu dolu dolu; keman çalan parmaklar derken kendi parmaklarına bakarak konuşuyordu, gözlerim değiyordu parmaklarına, elleri yara bere içinde, kurumuş pul pul olmuştu. Parmakları ömrün çilesi, üç çocuğun istikbali diye bağırıyordu.

Anneyim kıyamıyorum keman çalan parmaklarına, üniversiteyi de kazandı ama hazırlık yapacağı bir piyanosu yoktu ki! Sınavları tamamlayamadı, nasıl alabilirdim ki eve piyanoyu, çocuğum çalışsın da sınavını kazanabilsin diye diyordu.

Güzel Sanatlar Lisesini bitirmiş, keman bölümünü, böylece anladım asıl hikâyeyi, akademiye devam edebilmesi içinde, kendisinden istenen eserleri piyano ile çalması gerekiyormuş, ama hazırlanamayacağı için vazgeçmiş.

Bu çocuk, başkalarının temizliğini yapan, kendisi ile birlikte iki kardeşini daha okutmaya çalışan bir ananın evladı, onu okutun diye yakarmak yerine, ona bir iş verin diyordu. Aklımın onda kalmayacağı, güvenle göndereceğim bir işi olsun. Daha on sekiz yaşında.

Şimdi durmadan aklımdan o cümle geçiyor ve elimdeki işleri bırakıp düşünüyorum. ’Keman çalan parmakları fabrikalarda yıpranmasın. Hayallerinden vazgeçtim yeter ki bir işi olsun diyordu. On sekiz yaşında ve kendisine sunulmuş olan yeteneğini annesinin ona verebildikleri kadarıyla büyütmüş fakat daha büyük kapılardan içeriye girmesine yetmemiş.

Ter içindeydi anne… Saçlarını alelade toplamış, üzerine giydiği iş kıyafetinin içinde, yaşamın hırpaladığı bedeninde kadınlığı kaybolmuş bir temizlik işçisiydi anne.

Beni yakaladığı koridorda sessizce derdini anlatmaya çalışırken, etrafta kimseler görmesin onu diye bir yandan da gözleri sürekli gelene gidene bakıyordu. Aslında biliyordu orada hemen onun için bir şeyler yapamayacağımı ama o da diğer arkadaşları gibi, çalacağı en yakın kapıyı benimkisi olarak belirlemişti. Aklınızda bulunsun diyordu.

Aklımda bulunsun! Bu o kadar ağır bir istek ki aslında.

Yaptığım mesleğin belki de en ağır yanıydı. Eğer yakınsanız tüm çalışanlarınıza, bir günaydını, bir kolay gelsini, bir nasılsını esirgemiyorsanız onlardan, bindiğiniz asansöre davet ediyorsanız, diğer asansörü beklemesine gerek yok diye o, saniyelik yolculukta hatırlarını sorup, gönüllerini alıyorsanız, ayırmıyorsanız onları başkalarından, sizi kendilerine yakın buluyorlar.

Aklınızda bulunsun diyerek ve bir ümitle çıktıkları kapının önünden her geçişlerinde, yüreklerinden neler geçtiğini bilirsiniz. Acaba aklında mı benim çocuğun işi veya kardeşimin işi olacak mı diye, sizinle göz göze geldiğinde, sözleri konuşmasa da gözleri konuşur.

Elinizden bir şey gelmemesi, onları üzmemek, incitmemek için verdiğiniz enerji sizi yıpratır. İşsizliğin ne demek olduğunu aslında en iyi İnsan Kaynakları çalışanları bilir.

Öyle hikâyeler çıkar ki karşınıza, derin bir iç çeker belki de bir sigara yakar, ağzınızın içinde ‘hayat’ diye mırıldanır bulursunuz kendinizi.

Aklımda bulundurduğum o kadar çok işsiz var ki ve ben hiç birini tanımasam da, hiç biri ile karşı karşıya gelmesem de, her birinin hikâyesini biliyorum. Küçük kemancıda bunlardan biri.

Annesinin geceleri yastığa başını koyduğu anda, sicim gibi inen gözyaşlarını tahmin ediyorum. Çocuğunun istikbali için elinden geleni yapmış olsa da, bir yerlerde tıkanması ve onun en çok istediğini verememek kim bilir ne acılar biriktirir gecelerde yüreğinin üzerine. Sırtında tüm dünyanın yükü, yüreğinde evladının yükü, nasıl akıtmasın gözyaşlarını geceye?

Kız çocukları okusun diyoruz, küçük şehirlerde okullar kuruyoruz, onları öğretmen yetiştirip bu çocuklar bizim diyoruz. Büyük adam olsunlar, siyasetçi, matematikçi, fizikçi olsunlar diyoruz.

Sanat bir toplumun aynasıdır. Kızlarımız sanatçı olsun demiyoruz. Ve içlerinden birisinin annesi feryat ederek ’keman çalan parmaklar, fabrikalarda yıpranmasın diyor…

Biz ne yapıyoruz? Bu hikâyeyi oturup birisi kaleme alıyor, okuyan biri diğerine anlatıyor, dinleyen; yüzünü buruşturarak ‘yazık’ diyor ve ne olacak bu ülkenin hali diye avaz avaz bağırıyor on dakika sonra unutulup gidiyor her hikaye gibi...

Buradan başka memleket yok arkadaş!

Bayramlar çocukları oturttuğunuz kıdemli koltuklarınız, kongrelerinizde salladığınız, seçimlerinizde sokak aralarında sallandırdığınız bayraklar, bindiğiniz ultra konforlu araçlar bu annelerin vergileriyle size sunulurken, siz bu anaların evlatlarına ne sundunuz?

Hala milletimin duyarlı insanları, kendilerine kardeş şehirler seçerken, elindeki defterini, kalemini uzak ve soğuk şehirlerdeki kardeşleri ile paylaşıp, onlarda okusun yazsın derken, yaşamında hiç temiz bir çift ayakkabısı olmamış, bir oyuncak bebeği olmamış kardeşine yeni bir çift ayakkabıyı babasına zorla aldırırken, oynadığı bebeği gönderirken, küçücük elleri ile kardeş şehrin kardeş çocuklarına mektuplar yazarak yalnız olmadıklarını yazarken, unuttuğumuz ama onların sayesinde yeniden hatırladığımız; orda bir köy var uzakta, o köy bizim köyümüzdür diyen şarkıyı tekrarlarken siz ne yaptınız?

Burada bir memleket var, bu memleket bizim memleketimizdir diyen milyonlara kulaklarınızı kapatarak, kendi hırslarınız ve savaşlarınız içinde debelenirken, On sekiz yaşında umut vaat eden bir kız çocuğunun hayallerine kavuşması için siz ne yaptınız?

Artık gerçek olmayan , protokol koltuklarına sahte ve yapmacık tebessümlerle oturtulacak çocuklarınızı uzak tutun bu oyundan. O koltuğa oturtulmanın bir amacı olmalı. Çocuklarımız mutlu olsun diye o koltuklarda oturtulacaksa ve sonrasında yine hiçbir şey değişmeyecek ve onlar için hiç bir şey yapılmayacaksa, varsın o koltuklara oturmasınlar.

Nasıl olsa onlar evlerimizde bizlerin baş tacı! Evimizin en kıymetli yeri onların. Dünyanın en güvenli, en gerçek tahtı bizlerin gönülleri. Bırakın bizlerin çocuklarıyla kimse şov yapmasın; eğer çok istiyorlarsa yavrularımız için bir şeyler yapmayı, bu ülkeye, bu bayrağa, bu millete, bu topraklara bu çocuklara hak ettikleri istikbali sağlasınlar da;

Anneler evladımın keman çalan parmakları ziyan olmasın diye isyan etmesin!

Çocuklarımız devlet başkanı, devlet bakanı olmasın, çocuklarımız çocuk olarak kalsınlar ve sonrasında da çocukluklarını bu topraklarda huzur içinde yaşasınlar. Bırakın onlar politika bilmesinler! Bilenler bize yeter!

Onlar öğretmen olsunlar, onlar aydın olsunlar, onlar virtüöz olsunlar, onlar sizlerin sağlayacağı olanaklarla bu devletin okullarından çıkan büyük adamlar olsunlar!

Keman Çalan Parmaklarda Ziyan olmasın...

 
Toplam blog
: 20
: 1392
Kayıt tarihi
: 02.06.08
 
 

Profesyonel İnsan Kaynakları Danışmanı, Eğitmen, Kendi halinde yazar-çizer... ..