Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 
 

AYFER AYTAÇ GAZETECİ YAZAR

http://blog.milliyet.com.tr/ayferaytac

12 Mayıs '18

 
Kategori
Sosyoloji
 

Keyfe Kenetlenmişiz

Keyfe Kenetlenmişiz
 

Halka yapılan çağrı "eğlen coş, durma festivallere koş."


ÜÇ GÜNLÜK EĞLENCENİN İÇİNE SIĞAR MI, BİR ÖMRÜN EFKARI?

Her yörede eğlence, neredeyse her belediye festivallerle halkı hoplatıp, zıplatıyor. Birbiri üstüne yığılmış gibi duran insanlar iki şarkıcıyı yakından görmek adına kendilerinden geçiyorlar.

Kamu malı olan belediye araçları festivale insanları yığmak için mahallleleri turlayıp, festival alanına bedava insan taşıyor. Otobüse parasız binmenin mutluluğunu hisseden insanlar demiyorlar ki, “bu araçların yakıtı kul hakkından sağlanıyor.”

Bu çılgınlıklardan şarkıcılar, menajerler çok paralar kazanırken, belediye başkanları da kendi reklamlarını yapıyorlar.

Halkın elinde kalan stres atma mı oluyor, yorgun düşmek mi, bilemiyoruz. Bildiğimiz, festival alanlarını dolduran günümüz insanlarının anaları, ataları çoğunluk zamanlarını evlerinde geçirirlerdi. Hangisi doğru, eğlenip coşmak mı evinde dinlenmeye koşmak mı?

Geçen hafta Korelilerin barışması vesilesiyle kendileriyle konuştuğum Kore gazileriyle, bu keyfe kenetlenmiş insanlarımız hakkında da bir görüşme gerçekleştirdim. Kendi gençliklerinde bu tür çılgınlıkların olmadığını söyleyerek, günümüze yönelik görüşlerini geçmişle kıyaslayarak anlatıyorlar.

ATATÜRK SAĞ OLSAYDI BUGÜNLER BÖYLE OLMAZDI.
“Atatürk Kurtuluş Savaşından sonra, Cumhuriyetimizin kurulmasının ardından, pek çok devrimlerle birlikte Türkiye’de kalkınma seferberliği başlatmıştı. Vefatından sonra bu seferberliğe son verildi. Çok partili döneme geçildiği süreçte ise, savaş sonrası açlıkla mücadele etmiş halkımıza, adeta dış yardımlarla bolluklar, daha rahat yaşamlar vadedildi” diyerek, Ata’nın ölümüne bu yüzden de çok üzüldüklerini söylüyorlar.

“Atatürk yaşasaydı, bugün Kore’yi ikiye katlayan, Amerika’nın bile önümüzde eğildiği kalkınmış bir ülke olurduk” diyorlar.

Ve Kore gazilerimiz ülkemizin kalkınamayışına yönelik şu eleştiriyi getiriyorlar.

“Ülkemizde hortumcular çok, yetim hakkı demeden tıksırasıya haram yiyenler çok fazla. Bizim ülkemizde lükse meyil çok, fakirlik artık sadece mide de, evlerde fakirlik yok. Herkesin evinde lüks eşya mevcut, adamın ekmek alacak parası yok, ama evinde son sistem çamaşır makinesi var. Kapısının önünde arabası var. Ekmeğini kuru olarak yiyor, katık alamıyor, ama sigarasını eksik etmiyor. Başta başımızdaki yöneticilerden tutun en küçük birimdeki müdürün, amirin, yani neredeye baş olmuş biri varsa hepsinin altında son model çeşitli tipte arabalar. Bizdeki araba kadar Kore’de araba tüketimi yok. Adamlar araba yapıp dışarıya satıyorlar, kendileri bisikletle geziyorlar. Üretime dönük olmuşlar, tüketimde cimri davranmışlar. Savaş sonrasında devlet başkanları bile bir lokma, bir hırka devri yaşamış. Bizde devletin başında olanlardan biri desin bakalım ‘ben lüks arabaya binmeyeceğim, lüks konutta da oturmayacağım. Halkım gibi normal bir eve taşınıp, halkın seviyesinde yaşayacağım’ bunu diyebilirler mi bizimkiler, diyemezler. Çünkü makama lüks yaşamak, zengin olmak için geliyor bizim yöneticilerimiz, ülkeyi feraha çıkartmak için değil.”

YÖNETENLER BÖYLE YAPARSA
Artık yaşlarını almış, kendilerini toprağa daha yakın görür hale gelmiş gazilerimiz, sözlerinin son nasihatler olarak algılanmasını istiyorlar. “Bizde bir söz vardır; imam gaz kaçırırsa cemaat altına yapar” denir. Bu sözle başladıkları anlatımlarını gazilerimiz şöyle devam ettirdiler. “Ülkemizi yönetenler kim olurlarsa olsunlar. Bu ülke bugün onlarla var, yarın yok değil. Türkiye Cumhuriyeti Atatürk’ümüzün de dediği gibi ilelebet payidar kalacaktır. Ne var ki, başa geçenler ‘bugün varız yarın yokuz, devletin malı deniz’ misali döke saça bir savurganlık içinde oluyorlar. Atatürk’ün ölümünden sonra tam 80 yıl geçti, bu süre içinde hep gerilemişiz. Hani kalkınmamız?

Lüks yaşam, her aradığına sahip olma, her ilde üniversite olma kalkınma sayılmaz. Fabrikaların çoksa, üretimin tüketiminin 100 katıysa, işsizin, aç insanın yoksa kalkınmışsın, demektir.

Yollar, barajlar yapılmış, okul ağları kurulmuş. Ama sonra ne olmuş, IMF’ye borç yığılmış, okuyan gençler işsizlikten sokaklara taşmış. Ülkenin üretiminde katkısı beklenen gençlik, eli boşluktan ne yapacağını bilmez hale dönüştürülmüş. Ülkemizin hırsızı, uğursuzu artmış. Fakir halk, el açan konumuna getirilmiş. Halkın hakkı olan paralar hortumlanmış, ucundan azıcığıyla vatandaşa kömür, gıda yardımında bulunulmuş. Gariban çoğalmış, bazıları ne yazık yardım bekler hale getirilmiş. Bunlar affedilir şeyler değil.

Bu hortumcuların hepsi de öte âlemde cehennem kütüğü olacaklar. Hiç ölmeyecek gibi, hep cebi doldurarak yaşıyorlar adamlar, ‘az yiyelim de başkaları da kalanından nasiplensin’ demiyorlar. Hal böyle olunca ileriye gitmek mümkün mü, hep geriliyoruz. Bırakın Kore’yi, kısa boylu insanların ekonomide devleştikleri Japonya ya bir bakın, onlarda savaştan çıkmadılar mı? Ambargolarla yaşamış Küba'ya bakın, Atatürk'ü örnek almış ve kalkınmayı başarmışlar. Ya Almanya, savaş sonrası viraneye dönmüş Almanya, kısa sürede bizim insanımıza iş verir hale geldi. Nasıl kalkınmışlar, tepedekilerin önderliğinde kemer sıkarak ve tıkınmadan üreterek. Bizden başka her ülke ‘anca beraber, kanca beraber’ diyor.

Bizim insanlarımızsa “Rab bana, hep bana” politikası uyguluyor. Bu politikada giderek cüceleşen fakirliği getiriyor. Hiç cücenin elini uzatarak ağaçtan meyve kopardığını gördünüz mü? Bizde aynı durumdayken kalkınmaya uzanamayız.

Önce hep birlikte dişimizden, tırnağımızdan artırmayı öğreneceğiz, sonra bu artırdıklarımızı üretime dönüştüreceğiz. Ardından devleşerek, elimizi her istediğimiz yere uzatabileceğiz. Bunu yapmak zor bir şey değildir. Geç kalmışta sayılmayız. Yeter ki canı gönülden istemesini bilelim.

Borç bizim dilimizde yiğidin kamçısıdır. Bellenmiş, bu masumiyetle faize yöneltilmişiz. Bizler Atatürk’ün belirttiği şekilde ülkemize ve Cumhuriyetimize sahip çıkarak, yiğitçe bir araya gelmeyi becerebilirsek, kalkınmayı da beceririz demektir. Hele bir, silkinip kendimize gelelim, bir yerlerden gayrete başlayalım. Öncelikle de devleti idare edenler öncü olsunlar.”

Sözün kısası; gazilik mertebesine erişmiş kahramanlarımız demektedir ki, “Çoban neredeyse, sürü oraya gider. Ancak çobanın kavalı nağmeli olmalı.” Bizim bu sözümüzde, idarecilerin yönetmelik el kitaplarına kapak olsun.

Ayfer AYTAÇ – ayferaytac.com

 

 
Toplam blog
: 622
: 205
Kayıt tarihi
: 08.12.14
 
 

Gazeteci-yazar ..