Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

17 Aralık '13

 
Kategori
Siyaset
 

Kimin vergileriyle, Sayın Altan Tan?

Kimin vergileriyle, Sayın Altan Tan?
 

Kürtler konusunda ne zaman bir yazı kaleme alsam, bunu dışarıdan bakan biri olarak yaptığımı vurgulama gereği duyarım. Çünkü ne Kürt bir akrabam ne de Kürt bir arkadaş veya tanıdığım vardır, sadece twitter’de üç adet çok sadık Kürt okur kazanabilmişimdir. “Çok sadık” dememin nedeni de, aynı fikirde olmasalar dahi her yazımı teşekkürle paylaşma nezaketi göstermelerindendir. Bunun ötesinde herhangi bir direkt temasım yoktur ve bu yüzden de gözlemlerimi ancak dışarıdan bakan biri olarak aktarabilirim. Ancak bunun da önemli ve resmin tümünü görmek açısından bazen çok gerekli olduğunu düşünüyorum.

Bu mesafeden bakınca da Kürtler veya Kürt vatandaşlarımız iki uç arasında sıkışmış görünüyorlar, ya katı örgütsel ya da katı dini söylemler ararsında bir tercih yapmak zorunda kalmış gibiler. Onlar adına genelde ya suratı asık sert üsluplu BDP’liler ya da Altan Tan gibi radikal dini söylemi olan temsilciler söz alıyor. Bu söylemler de çoğunlukla bir Türk veya bu ülkenin Türk vatandaşı olarak da beni veya bizi yok sayan veya yok saymak isteyen bir içerikte oluyor veya gözüküyor.

En son olarak Ahmet Tan, Kürtlerin ulus devlet istemediğini söylemiş. Bunun da korkudan kaynaklanmadığını, 40 bin gencini feda eden bir halkın, topluluğun korkmadığını, ancak bugün dünyada bu modelin geçerliliğini yitirdiğini ve Ortadoğu’ya yeni bir sistem gerektiğini belirtmiş. Bunun için de gümrüklerin ve sınırları olmayan eyaletler birliğinden oluşan bir Ortadoğu lazımmış. Türkiye demokratik bir devlet olursa, sadece Kürtler değil, Halep’teki, Şam’daki Araplar da bu federasyona bağlanmak isteyeceklermiş.

Bunun öncesinde de, Türkiye Cumhuriyeti'ndeki Kemalist yapının artık tarihe kaldırılması gerektiğine inandığını ve bundan sonra yerine ne geleceğine de halkın karar vermesini istediğini söylemiş.  Kendisinin şeriatçı olduğunu, her Müslüman’ın da şeriatçı olduğunu belirtmiş.

Altan Tan’ın bu söylemleri bilindiği üzere çok da yeni değildir, kendisi bu konuda lafını sakınmayan veya artık sakınma gereği görmeyen biridir. Buna da bir itirazım yok, sonuçta çoğulcu ve özgürlükçü demokrasilerde herkesin düşüncelerini ifade etme özgürlüğü olmalıdır. Benim itirazım bu özgürlüklerin hep konjonktürel olması ve sadece muktedirlerin hoşuna giden “beğenilen” özgürlükleri kapsamasıdır. Bulunduğumuz siyasi ortamda çeşitli nedenlerle bu tip söylemlere izin verilirken, karşıtlarına aynı hoşgörüyle bakılmamakta ve çok acımasızca cezalandırılmaktadır.

Bu birinci itirazımdır.

İkinci itirazım ise şu ulus devlet kavramınadır, çünkü o benim için kısaca Türkiye yani vatandır. Olabilir, Altan Tan ve onun gibi düşünenler bu vatan toprağına böylesi nesnel ve soğuk bir açıdan yaklaşabilirler, ama sonuçta bu topraklar üzerinde yaşayan çoğunluğun aynı duygu ve düşüncede olmadığını biliyorum. Yani çoğunluğumuz için Türkiye Cumhuriyeti bildiğiniz vatandır. Bugüne kadar da bu topraklar üzerinde örneğin “Lazistan” isteyen Karadenizli duymuş değilim, tam aksine en ateşli milliyetçiler onların arasından çıkmaktadır.

Anladığım kadarıyla ulus devlet söylemi mevcut siyasi yönetim şekline haklı veya haksız düşmanlık besleyenlerin ve onu bir şekilde değiştirmek isteyenlerin benimsediği bir yaklaşımdır. Sanki iş o noktalara vardı ki, sırf bu düşmanlık yüzünden Türkiye denilen ülke adeta sınırlarından delik deşik edilerek ortadan kaldırılmak istenmektedir. Eğer doğru anladıysam, Altan Tan’ın kafasında biçimlenen büyük Ortadoğu’da Türkiye de herkes istediği gibi girip çıkabileceği eyaletlerden biri haline gelecek. Diğer eyaletler herhalde Kürdistan ve Suriye’den oluşacak. Ancak örneğin İran’ın böylesi bir eyalet haline gelmeye hiçte niyeti olacağını zannetmiyorum, aynı şekilde Arap milliyetçiliğin de kesinlikle küçümsenmemesi gerektiğini düşünüyorum. Bu durumda Türkiye’ye gelişmişlik açısından hiçbir şekilde kıyaslanamayacak Kürdistan, Suriye, Irak ve Afganistan kalacak. Onlar açısından keyfilerine göre girip çıkabilecekleri bir Türkiye “eyaleti” gerçekten de çok cazip olabilir, ama tersinden aynısını söylemek mümkün değil.

Ancak tüm bunların ötesinde başta da belirttiğim o yok saymadır asıl rahatsız edici olan, çünkü bilindiği üzere vergilerin en büyük yükü çoğunlukla kentli Türklerin üzerindedir. Ve yine bilindiği üzere onların yaşamak istedikleri yönetim şekli laik demokrat Türkiye Cumhuriyetidir, şeriatçı Türkiye Eyaleti değildir. Bunlara eğitimli kentli Kürtleri de katıyorum, aynı şekilde Ermeni ve Rumları da.

Doğrudur, Allah’ın şeriatının uygulanmasını her Müslüman samimi olarak arzu eder. Ancak ne var ki şeriat ile yönetildiği söylenen ülkelerde bunun ne kadarının içerik olarak uygulandığı ve ne kadarının da kalıpsal şekilde kaldığı ortadadır. İran’da her kadının başını örtme zorunluluğunu bazıları İslami açıdan çok övüyorlar, ama onca senelik baskılara rağmen istemeyen kadınlara bunu zorla yaptırabilmiş değiller. Mecburen bir örtü atıyorlar saçlarının üstüne, o kadar. İran’daki laiklik arzusu da başka hiçbir Müslüman ülkede olmadığı kadar büyük. Buna karşın gerçek anlamda çoğulcu özgürlükçü laik demokrasilerde çok daha samimi, üretken, güler yüzlü ve de bilinçli Müslümanlarla karşılaşabiliyorsunuz. Dinlerini baskıcı yasaklarla değil de, rekabetçi üretimle ve kucaklayan yaşam tarzıyla yaşatan ve örnek kılan.

Bilmiyorum, laik demokratik Türkiye Cumhuriyetine bu kadar düşmanlık beslerken ve bu kadar hafife alırken, bu ülkeyi ve insanlarını hangi tehlikeli uçurumlara savurduklarının farkındalar mı? Ya da bunca maceraya soyunurken, bunu kimin vergileriyle yapmak istediklerini ve bu insanların buna itirazı olabileceklerini hiç düşünmüyor veya düşünme gereği görmüyorlar mı? 40 bin gencini feda eden halk derken, acaba hangi halkı veya halkları kastediyorlar? Ya da mecliste “halkımız” derken, bunun içine Türkleri de katıyorlar mı, yoksa kendilerini ayrı bir Kürt halkı olarak mı görüyorlar?

Doğrudur, Türklerin Kürtlerle empati kurması şarttır, ama aynı şekilde Kürtlerin de kendilerini Türklerin yerine koymaları gerekmektedir.

Bunca olumsuz söylemine, hatta Kürtlerin Türkiye’de kendilerini Almanya’daki gurbetçi Türkler gibi gördüklerini belirtmesine karşın, Altan Tan’ın Türkiyesiz herhangi bir gelecek planı yok gibi. Ama bunu yaparken sadece kafasında uygun gördüğü Türkiye’yi oluşturuyor ve tüm halkın da bunu uygun göreceği ya da uygun görmek zorunda kalacağı varsayımından yola çıkıyor. Yani o kadar şikâyet ettiği yok saymayı ve zorla değiştirmeyi aslında kendisi de uyguluyor.

Bu sadece ülkemiz ve Türk/Kürt ekseninde yaşanan bir kırılma değil, aynı şekilde Mısır, Tunus veya Suriye’de de farklı yaşam tarzları olan ve bunu korumak isteyen laik kesimler var. Bunların tümünü de kafadan demokrasi ve İslam karşıtı düşmanlar olarak görmek veya göstermek, o insanları da aynı şekilde yok sayma ve belli bir yaşam tarzına zorlama anlamına geliyor. Ortadoğu’nun en önemli sorunu da burada yatıyor ve bölgeyi daha uzun süre de hırpalayacağa benziyor.  Bunun sonucunda ülke bazında bölünmelerin yaşanması kaçınılmaz gibi.

Bu ne yazık ki Türkiye için de geçerli.

Söylemler ne olursa olsun, sonuçta hep beraber mutlu oluyor veya acı çekiyoruz.

Dershane kavgaları büyük gözaltı restleşmelerine doğru evrilirken, Hakan Şükür kendinin yazmadığı her satırından belli olan mektupla istifa ederken, Mustafa Balbay’a uygulanan adalet BDP’li vekillerden esirgenirken, tarafsız ve güçlü hukuk devletiyle demokrasinin ve de bireylerinin ülkenin selameti için ne kadar elzem olduğunu bir kez daha görüyoruz.  

Görüyoruz da, bir türlü idrak edemiyoruz.

Zuhal Nakay

 
Toplam blog
: 102
: 618
Kayıt tarihi
: 24.08.13
 
 

Mimar / Blog Yazarı ..