Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

13 Şubat '12

 
Kategori
Gezi - Tatil
 

Kış mevsiminde Bolu, Abant ve Gölcük (Cennetgöl)

Kış mevsiminde Bolu, Abant ve Gölcük (Cennetgöl)
 

Gezmek, görmek, keşfetmek. Doğanın bizlere en doğal armağanı olan güzelliklerin farkına varmak. Bu duygu kendimi bildim bileli içimde hep çağlar durur. Çağladıkça da ayaklarım beni hep bir yerlere götürür. Yüreğinin götürdüğü yere git diye bilinir ama ben hem yüreğimin hem ayaklarımın götürdüğü yerlere büyük bir zevkle gidip dururum. Doğa gezginleri klubüne üye olmasam da onlardan aşağı kalır bir tarafım da yok hani. Gittiğim doğa parçalarında ayaklarımın basmadığı bir cm2 si bile kalmaz. Bayır, taş, toprak, vadi demeden doğa içinde yürümek fotoğraf çekmek en büyük keyfim.

Bir hafta arayla bu seferde ayaklarım beni Bolu’ya götürdü. Kar kış demeden yine bir yolculuk, yine bir kar keyfi deyip kar tatillerini de Bolu Gölcük ve Abant’ta noktaladım sayılır. Buralara gitmek kış şartlarında özel araçtan ziyade turlarla daha kolay ve kalabalık bir grupla daha keyifli olur deyip yine bir tura yazıldık arkadaşımla.

Yolculuktan iki gün önce yine bir kar tipi havası hakimdi İstanbul’da. Yollarda kalabiliriz dediysem de büyük bir kararlılıkla sabah erkenden yola koyulduk. Ama yine son derece güzel ve güneşli bir havayla karşılaştık şansımıza. Otobandan önce Bolu’ya ulaştık ki ben burada kar yığınları göreceğimi sanırken hiç yoktu. Bolu yüksek rakımı olan bir yer ve soğuk bir iklimi var.

Merkezden yola devam edip Gölcük sapağına saptık ki yavaş yavaş karlı arazi kendini göstermeye başladı. Kıvrıla kıvrıla çıkan yol her metrede daha da güzelleşerek karla kaplı yoğun çam ağaçlarının arasından yükselmeye devam etti. İki taraftaki çam ağaçlarının doyumsuz güzelliği karşısında insan büyüleniyor. Üzerlerine sanki özenle yerleştirilmiş pamuklardan altındaki yeşil görünmüyordu sanki. Yeşille beyazın bu muhteşem uyumu bizi mest etti. Her bir ağaç kendi gelinliğini giymiş süslenmiş görücüye çıkmış gibiydi.

Nihayet Cennetgöl’e (Gölcük) ulaştık. İki tarafta kar kalınlığı bir hayli olmasına rağmen yol açıktı. Yalnız göle çıkan yokuşumsu yol karlı ve buzluydu, orada otobüsten inip yaya olarak karlara bata çıka göle vardık. Vardık da ortada göl yoktu ki her yer kar, buz. Bembeyaz örtüyle kaplanmış bir alan. Göl buz tutmuş, üzerinde yürümeye çalışanlar, resim çektirenler, kaymaya çalışanlar herkes gölün üzerindeydi.

Gölcük, Bolu’nun 13 km. güneyinde ormanlar arasında çevresi sık çam ağaçlarıyla kaplı suni olarak yapılmış küçük ve şirin bir set gölü. Abant’dan daha küçük olan gölün denizden yüksekliği 950 metre. Doğanın olağan üstü güzelliğiyle kaplı olan gölün hemen kenarında Orman Bakanlığı’nın misafirhanesi olan şirin bir ev var. Bütün Gölcük fotoğraflarında ve kartpostallarda bu ev mutlaka görünür. Muhteşem bir manzara. Karşısında insanın dili tutuluyor, hayran kalıyor.

Göl çevresini çepe çevre dolaşan 1350 metre uzunluğunda bir yürüyüş parkuru var. Durur muyuz, buraya vardığımızda bizim için hazırlanmış olan sucuk ekmeklerimizi elimize alıp, karlara bata çıka göl çevresinde yürüyüş yaptık. Fotoğraf çekmeye doyamadım. Çünkü karşımdaki görüntüler fotoğraf karelerine sığmıyordu. Beyazdan ve yeşilden başka bir renk kabul etmeyen başka bir dünyada, bir kar ülkesinde imiş gibi, ya da bir film karesinin içine dalıvermiş gibi hissettim kendimi. Parlak ışık altında pırlantalar gibi  parlayan buz kristalleri, masmavi gökyüzü ve insana huzur veren o kar beyazı, bulutların üzerine çıkarıyordu insanı.

Burasıyla ilk tanıştığımda yaz mevsimiydi. Yekpare çam ormanıyla kaplı  bu zümrüt kristale hayran olmuştum. Aradan yıllar geçip bir kış günü tekrar yanına uğradığımda bir gelin zarafetiyle karşıladı beni. Bu sefer beyaz kar kristalleriyle çevriliydi, yemyeşil çam ormanlarının ve o zümrüt yeşili gölün üzerini kar bir tül gibi kaplamıştı adeta.

Dönüş zamanı geldi ve gözlerimiz arkada kalarak Bolu’ya döndük. Bolu 2000 yıl önce Bitinyalılarınkurduğu bir kent. Yeşille mavinin kucaklaştığı tarihi özelliği de olan aşçıları ve yemekleriyle meşhurküçük ama şirin bir şehir. Sabah otelde kahvaltımızı yaptıktan sonra Abant’a gitmek üzere yola çıktık.

Abant gölü Bolu’nun 32 km. güneybatısında denizden yüksekliği 1325 metre olan bir krater gölü. Çevresi çam ormanlarıyla kaplı, yine Gölcük gibi oksijen yoğun tertemiz havası, doğal güzelliğiyle büyük kentlerin kargaşasından alabildiğine uzak bir cennet köşe. Tektonik menşeli Abant Gölü büyük bir açık hava rekreasyon alanına sahip olduğu için 1988 yılında  "Tabiat parkı" olarak koruma altına alınmış.

Buraya da bir yaz mevsiminde gelmiştim daha önce. Sıcaktan kaçıp serinlemek için birebir. İlkbaharda ise açan çiçeklerin kokuları burnunuza dolar, uzun yürüyüşler yaparsınız, sonbaharda sararan yaprakların renk cümbüşüne ve doğanın bu cömertliğine hayran olursunuz. Ancak kış günlerinde Abant başka bir şey.

Göl yine donmuş, üzerine bulutlar konuk olmuş, kalkmıyor. Yine bir beyaz kar ülkesi, her yer beyazın huzur veren sessizliği içinde, ağaçlar beyaz kelebeklerle sıvanmış. Pamuk tarlalarının ortasına dalmış gibi, elinizi nereye atsanız beyaz, beyaz, beyaz. Kelimeler yetersiz kalıyor anlatmaya.

Gölü çepeçevre dolaşan yol 7 km. Yine karlara bata çıka zorlukla da olsa tamamladık parkuru. Temiz hava, bol oksijen ve muhteşem manzara eşliğinde ortamın dinginliğinden de kaynaklanan çocuksu bir heyecan içindeydik. Göl üzerinde yürüyen insanlar vardı yasak olmasına rağmen, biz de tabii inmeden duramadık. Göl üzerinde yürümek için yapılmış bir tahta köprü var. Nereye çıkacağının bilinmezliği içinde ayrı bir heyecanla sazlıkların ortasından kah yürüyor, kah balkonlarda soluklanıyordu gezenler.

Tepelerin yamaçlarından naylon torbalar, şişirme araç lastikleriyle kayanların bağrışmalarına, mangal yapanların keyfi karışıyordu. Göl çevresinde yolcu taşıyan faytonlar da yürüyenlere eşlik ediyordu ve yöre köylüleri atlarını bölgeye gelenlere kiralamak için ellerinden gelen özveriyi gösteriyorlardı. Güneş tam karşımızda parlıyor, bembeyaz karla kaplı doğayı bağrına basmış, güneş gören yerlerde yer yer çözülme görülse de karlar erimemeye inat ediyordu.

Nihayet dönüş zamanı geldi ve yine aklımız arkada kalarak otobüsümüze yerleştik, bir kış tatili daha bitmişti. Yorgun ama mutluyduk.

 

Şükran Demirtaş

 

 
Toplam blog
: 249
: 3042
Kayıt tarihi
: 19.03.11
 
 

Doğup büyüdüğüm şehirde, İstanbul'da yaşıyorum. Emekliyim. Gezmeyi, görmeyi, keşfetmeyi sevdiğim ..