Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

14 Temmuz '06

 
Kategori
Eğitim
 

Kitap Kampanyaları ve Sosyal Sorumluluk

Bize gelen yazıların büyük bir kısmını, kitap istekleri oluşturuyor. Özellikle köy öğretmenleri okullarında kitap gereksinimlerini, öğrencilerine okutacak kitap bulamadıklarını yazıyorlar. Okul kitaplıklarının yetersizliği eğitim ve öğretimdeki çabalarını zorlaştırdığını anlatıyorlar. Gelen yazılardan anlaşılıyor ki, öğret- menlerimiz deki bu duyarlı davranış , kütüphaneci, yerel yönetici ve okuma zevkini tatmış çoğu vatandaşlarımız da da var. Okullarına, sınıflarına bulundukları yerleşim merkezine kitaplık kurmak için çalmadıkları kapı bırakmıyorlar. Bireysel gayretlerini sonuna kadar zorlayarak, toplumun okuması için mücadele eden bu çabaları gösteren insanları kutlamamak elde değil. Bütün bu iyi niyetli çabalara, bir yazarın, bir yayınevinin bir işyerinde çalışanların çözüm bulması çoğu kez yetersiz kalabiliyor. Çünkü,kitap kampanyaları düzenlemek, toplanan kitapları istenilen yerlere ulaştırmak başlı başına bir emek ve bir ekip gerektiriyor.

Başka bir yanıyla, bu alanda yardımcı olmak isteyen toplumun duyarlı kesimleri ise kitap kampanyaları düzenlemekte, nereye göndereceğini bilemediğinden, bu denli güzel uğraşılarda yer almakta zorlanıyor. Sanırım bize düşen görev kitap ihtiyacı olan kişi veya kurumlar ile toplumun bu duyarlı kesimini buluşturmak. Bunun yolu da sivil toplum örgütlerimizi ve eğitim kurumlarımızı harekete geçirmekle olanaklı. Bütün sivil toplum örgütleri yapacakları kitap kampanyalarını bize ulaştırırlarsa hem çalışmalarını buradan topluma duyurma görevini yapmış oluruz, hem de bize gelen istekleri kendilerine sunarak bu buluşmayı gerçekleştirebiliriz.

Eğitim kurumları için ise, kitap kampanyaları bir eğitim işlevi olarak ele alınabilir. Her yaştaki öğrencilerimizin yapacakları çalışmalarla, sosyal sorumluluk bilincini geliştirerek onların toplumlarına olan katkılarını sağlamış oluruz. Sosyal sorumluluk projeleri olarak yapılacak bu tür çalışmalar tüm okullarımızda, bütün yurt düzeyinde gerçekleştirilebilirse bu yolla toplumsal gelişmemize katkıda bulunmuş oluruz kanısındayım.. Bu tür çalışmalar öğrencilerimizin eğitimi ve mutluluğu için de gerekli. Bunun güzel bir örneğini, Özel Koç Lisesi’nin yaptığı sosyal sorumluluk çalışmasına katılan, Iraz Candaş’ın duygu dolu yazısında okuyalım.

“25 saatlik bir sosyal hizmet yapma zorunluluğunu ilk duyduğumda şaşkınlıkla karışık bir öfke duymuştum okul yönetimine. Okuldaki derslerimin yoğunluğu arasında bir de böyle bir şey için zaman ayırmak zor gelmişti ilk başta. Arkadaşlarımla konuştuktan ve televizyondaki eğitimle ilgili şikayetleri, olanaksızlıkları gördükten sonra ise hem kendime çok kızdım hem de bir kere daha ne kadar şanslı olduğumu anladım. Okuldaki Sosyal Aktiviteler Koordinatörü’nün de Fikirtepe’deki bir ilköğretim okulunun 7. ve 8. sınıf öğrencilerine ders verme teklifini duyar duymaz kabul ettim.

İlköğretimin ilk üç senesinde devlet okulunda olduğum için karşılaşacağım ortam hakkında bir tahminim vardı ama elimizde pastalar, çikolatalar, okulun hapishaneyi andıran ana kapısının önüne geldiğimizde her şeyin beklediğimden ve bildiğimden farklı olduğunu anladım. Biz korkak adımlarla servisten inerken etrafımızı kalabalık bir öğrenci grubu sardı. Bazıları hemen yanımıza geldi, tanıştık teker teker. Elimizdeki torbaları taşımamıza yardım ettiler.

Müdürle tanışıp konuştuktan sonra yılın ilk dersini yapmak üzere bize ayrılan sınıfa girdik. Burası bir fen laboratuvarıydı. Birkaç eski beherden, yırtılmış posterlerden ve kırık bir dolaptan başka bir şey yoktu sınıfta laboratuvar olma adına. Kenarları kırılmış, yer yer çatlamış bir kara tahta, iki sıra halinde uzun masalar ve öğrencilerin oturması için plastik tabureler... Ama ilk dikkatimi çeken sınıfın kokusu olmuştu; ağır bir tebeşir ve havasızlık kokusu. Bu koku oraya gittiğimiz yaklaşık bir yıl boyunca hiç gitmedi, sınıfı ne kadar havalandırdıysak da işe yaramadı.

Bizden bir iki yaş küçüklerin bize, “siz”, “öğretmenim” ve “abla” diye hitap etmeleri, sınıfta kalmış büyüklerinse önümüzde ceketlerinin düğmelerini iliklemeleri o kadar beklenmedik ve alışık olmadığımız bir durumdu ki... Normal zamanda sırf İstanbul Türkçesi konuşamıyorlar diye kaba olduklarını düşüneceğimiz bu insanlar bana bütün bir yıl kendileriyle ve Türkiye’nin büyük bir kesimiyle ilgili çok şey öğrettiler.

Bir gün benden yaşça büyük bir erkek öğrenci beni yanına çağırdı. Diğer arkadaşlarım ders anlatmaya devam ederlerken ben onun yanına gittim. Bana, önemli bir işi olduğunu, dersten çıkıp çıkamayacağını sordu. Sormama rağmen işinin ne olduğunu söylemedi. Ben de hem müdürün uyarısını üzerine hem de doğru söylediğine emin olamayarak izin vermedim. Hiç ısrar etmedi ama bozulduğu belliydi. Ben de başta üzüldüm ama dersin sonlarına doğru unuttum. Ders bittiğinde başka bir öğrenci yanıma geldi. Bana arkadaşının durumunu anlattı. Meğerse öğrenci bir tamirhanede çalışıyormuş. Bizim kursu da müdür, katılması zorunlu olan seçmeli dersler gibi hazırladığı için devamsızlık yapamıyormuş. Dersten çıkıp tamirhaneye gidebilmesi için tek çare olan bizden izin alması imiş. Biz de ona yardım etmeyince öğrenci gidememiş tabii. O an o kadar üzüldüm ve hiç düşünmeden karar verdiğim için o kadar utandım ki. Çocuğun arkadaşının yanımdan ayrılırken bunları onun anlattığını belli etmememi istemesi beni daha da şaşırttı.

Bir sonraki hafta benden bir daha izin talebinde bulunmayı kendine yedirememiş bir şekilde yerinde otururken yanına gittim, özür diledim ve eğer isterse gidebileceğini söyledim. Özür dilenmeye pek alışık olmadığını belli eden bir yüz ifadesiyle bana gülümsedi ve kalmak istediğini belirtti.

Biz, her olanağa sahip olduğumuz okulumuzda dersi kaynatmak için bahaneler ararken bu öğrencilerin olanaksızlıkları ve çaresizlikleri o ana kadar farkında olmadığım bir duyarlılık kazandırdı bana. O haftadan sonra yoğun okul temposu arasında onlar için oyunlar hazırlamak için zamanı da buldum, cuma günü bütün haftanın yorgunluğuyla oraya gittiğimde bu oyunları oynatacak enerjiyi de.

Birilerine karşılıksız olarak bir şeyler öğretebilmenin, onların bundan aldığı zevki, tatmini farkedebilmenin ne kadar önemli ve değerli olduğunu öğrendim Fikirtepe’deki o ilköğretim okulunda. Hiçbirisinin, son gün götürdüğümüz krakerleri ve pastayı biz yemeye başlamadan yememeleri var tabi bir de..

İlk gün bizi korkutan gözler, son hafta okuldan ayrılırken yaşlarla doluydu. Hepsi her şey için teşekkür ettiler. Ancak o zaman anladım ne kadar geç kaldığımı, çok daha erken bir yaşta başlamış olmam gerektiğini böyle hizmetlere.
İnsanın arada bir yaşadığı izole cam fanustan çıkması, kendi sosyal çevresinin dışından insanları tanıması çok önemli. Bence sosyal sorumluluk bilincinin gelişmesi de ancak bu yolla olabilir zaten.”

Bilmem ama daha fazla söze gerek var mı? Şimdi bize düşen görev, özel ve resmi okullardaki, tüm yönetici ve öğretmen dostlarımın öğrencileri ile birlikte sosyal sorumluluk etkinlikleri olarak, kitap kampanyaları düzenlemeleri. Bu yolla olanakları iyi durumdaki çevrelerden, gereksinim duyan okullara, kitap ve kültür akışını sağlamış oluruz. Kitap kampanyası düzenleyerek kendi öğrencilerinin sosyal sorumluluk bilincini geliştirmeye katkıda bulunun okullarımızla, ihtiyacı olan okullarımızı burada buluşturalım isteriz. Bu çağrımıza dershanelerimizin de katılacağını düşünüyorum.. Öğrencilerine bolca dağıttıkları kaynakları, dönem bitimlerinde kitap kampanyaları düzenleyerek, kırsal bölgelere ulaştırabilirler. Biz de onları ihtiyacı olan okullarla burada buluşturabiliriz.

Hasan Barışcan

hbariscan@milliyet.com.tr

 
Toplam blog
: 52
: 4210
Kayıt tarihi
: 17.06.06
 
 

1952 yılında Sivas- Asarcık Köyünde doğdum. Yurdun çeşitli yerlerinde öğretmenlik yaptım. Kabataş Er..