Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

08 Kasım '07

 
Kategori
Felsefe
 

Kolesterol sadece tıbbi bir belirti midir? Sakın ticari bir casus ya da soy kurutucu olmasın?

Kolesterol sadece  tıbbi bir belirti midir? Sakın ticari bir casus ya da soy kurutucu olmasın?
 

Kolesterol bir hastalık değildir. Bir belirti, gelecekten gelen bir mesajdır aslında. Eğer kalp ve damar yollarındaki rahatsızlıklarınız ileri düzeyde değilse, kolesterolün yüksek olmasını hissedecek herhangi bir yan belirtisi de yoktur. Örneğin ben üç seneden beridir yaptırdığım tahliller neticesinde kolesterolümün yüksek olduğunu bilsem de, herhangi bir rahatsızlık hissediyor değilim. Bazen kolesterolleri yükseldiği zaman baş ağrısı, göz çevresi, şakak bölgesi ve alında ağrı, boyunda ağrı, halsizlik, yorgunluk hissettiğini söyleyenlere rastlıyorum. Ama kolesterolün taşıdığı yağ plaklarının damarda oluşturduğu tıkanıklık üst düzeyde değilse bu tip hisler, olsa olsa psikolojik olabilir.

Bu gelecekten gelen mesaj, aslında oldukça uzun vadeli bir senede dair, şu andan yapılan bir ödeme uyarısıdır. Söz konusu borcu ya şimdiden para biriktirerek ödemeye çalışırsınız ya da günü geldiğinde dar vakte sıkışan çareler üretirsiniz. Nedir bu son ana sıkışan çareler derseniz; damara yüzük takmaktan, by-pass’a kadar varan değişik damar yolu açma uğraşı taşıyan tıbbi faaliyetlerdir.

Diyeceksiniz ki, yahu bu durumun hayat felsefesi ile ne ilişkisi var. Hayatta her konuda olduğu gibi, bu konuda da değişik bakış açıları vardır ve bu farklılıklar da hayatla kurduğunuz ilişkiden, hayatta gösterdiğiniz duruştan çıkar.

Öncelikle ölüm ve hayatla kurduğumuz ilişkiyle oldukça alakalı bir durum bu. Ha birde bulunduğumuz coğrafya ilgili elbette. Azrail’in her geçen gün, ölüm üzerine yeni yeni fanteziler geliştirdiği, ölüm türü çeşitliliğinin literatür oluşturduğu bu topraklarda 30 yıl sonrasının hesabını yapmak çok gerçekçi değil elbette. Bu ülkede ortalama yaşam ömrü olan 66'ya ulaşmadan, araçla trafiğe çıktığınızda kendiniz, ya da yaya iken bir başkasının canavar hislerine kurban olabilirsiniz, yolda yürürken açık olan bir kanalizasyon çukuruna düşüp kendi pisliğinizde boğulabilirsiniz, kitlesel bir coşku anında “sevinç” kurşunlarına denk gelebilirsiniz, denizde yüzerken kramp geçirip boğulabilirsiniz, sokakta başınıza saksı düşebilir, yanlış bir tedavi görebilirsiniz ya da yanlış bir iğne olabilirsiniz, çok kısa sürede yaşamınızı sonlandıracak bir hastalığa yakalanabilirsiniz, bir sokak kavgasını ayırırken bıçak darbesi yanlışlıkla size denk gelip iç organınızı parçalayabilir, bir araçlı kapkaççı çantanızla birlikte sizi yerlerde sürükleyebilir ya da hareketli bir halde sizi trenden atabilirler, banyoda bir şofben kazası yaşayabilirsiniz, rüzgâr ters esince bacanızdan çıkması gereken soba dumanı evinize dolup sizi boğabilir, yeni aldığınız tüpün kaçağını çakmakla kontrol edebilir, bir evli kadınla beraberken sizi yakalayan kocasının namus temizleme operasyonunun hedefi olabilirsiniz, bir depremde enkaz altında kalabilirsiniz, bir bombalı terör saldırısına bir çöp tenekesinin yanından geçerken maruz kalabilir, yaşanabilecek üçüncü bir dünya savaşı için askere alınır ve cephede ölümle kucaklaşabilirsiniz ya da belki bir gün intihar etmeyi yaşamaya yeğ tutabilirsiniz.

Bu ölüm türleri her gün gözünüzün önünde yaşanırken, 30 yıl sonrasını düşünmek ne kadar mantıklı olabilir ki? Hem de, kanınızda dolaştığını tahmin ettiğiniz ve gözle görme şansınızın bile olmadığı bir yağ plakasının yapabileceklerini düşünmek ne kadar akıl karıdır? Tüm bu olasılıkları yok saymak, biraz eblehliğe varan bir iyimserlik midir?

Başka bir bakış açısına geçelim; Kolesterol dediğimiz şey, tıp dünyasını ticaretin en karlı alanına dönüştüren mantığın yeni bir sömürü aracı olmasın sakın. Sayıları gittikçe artan, hayattaki her şeyi kendisine sorun eden, pimpirik, kuru havadan nem kapan, aşırı uysal insan tipine son derece uygun bir rahatsızlık değil midir kolesterol dediğimiz nesne? Hiçbir rahatsızlık hissetmese de, geleceğe yönelik kaygıları paraya dönüştürülmeye müsait insan tipinden birisi olabilir miyim ben? Bu sayede "light" versiyonlardan, kalp dostu ürünlere, eksersiz aletlerinden, doğal bitki kürelerine varıncaya kadar çok geniş bir sektörü ayakta tuttuğumu fark ettiğimde kendimi nasıl hissederim acaba?

Ya da bambaşka bir bakış açısına geçelim; Mesela internette sıkça dolaşan, Şişli’de faaliyet gösteren dürümcünün broşüründe yazılanlara bir göz atalım; “Diyet, perhiz, rejim gibi faaliyetler hedefte Türk delikanlılarının ve genelde de Türk milletinin devamını engellemek için dış mihraklar tarafından gündeme getirilmiş şuurlu bir düzmecedir. Gaye, eskiden bir koyunu, bir oturuşta yiyip bitiren dev gibi babayiğit atalarımızı ve tarlada doğum yaptıktan sonra bebeğini kundaklayıp, elde orak tarlada çalışmaya devam eden Türk kadınlarını; kalori hesaplayan, hapşırınca yatağa giren, fitness ve aerobik yapan çıtkırıldım tiplere dönüştürmek ve büyük Türk ırkını Çinliler, Japonlar gibi sıska, zayıf ve sağlıksız bir ırk haline getirmektir. İcabı halinde 240 kiloluk top mermisini tek başına namluya süren bir babayiğidin, kalori hesaplayan, yoğurtlu kebabı reddeden bir züppe haline getirilmesinden daha büyük bir soykırım olabilir mi? “

Siz neye inanıyorsunuz ve hayatla kurduğunuz bağ nedir? Hayatın planlanması gerektiğine inananlardan mısınız? Yoksa hayatın planlanamayacak kadar sığ ya da tam tersi karmaşık olduğunu düşünenlerden mi? Bilime sadakatle bağlı olup, gerçeği gerçek olarak kabul edenlerden mi, yoksa önünüze gelen her olayın bir perde arkası olduğuna, her gerçek olan sunulan şeyin aslında başka bir gerçekliğin ürünü olduğu kanaati taşıyanlardan mı? Ya da tüm bunların hiçbirine inanmayıp, kendini kaderin o sığ, beyni tembelliğe mahkûm eden, boşverci anlayışına sahip olanlardan mı?

Bir kolesterol insana ne kadar çok şey düşündürtüyor değil mi? Düşünmeye alışkınsanız tabi ki.

 
Toplam blog
: 453
: 1826
Kayıt tarihi
: 14.11.06
 
 

36 güneş yılı. 27 yıl G.antep, 9 yıl İstanbul. İstanbul, 90’lı yıllarda yaşandı, bitti.  Hep şe..