Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

26 Nisan '11

 
Kategori
Anılar
 

Konferans şekerlemesi

Bu satırları hayatımda girdiğim en sıkıcı konferansta yazıyorum. Ya uyuyakalacaktım ya da bu satırları karalayacaktım. Yanımdaki kız bana bakıyor. Hoş kız demeye bin şahit lazım. Kız kurusu dememeliyim ama. Fransa’da girdiğim konferansları burada açıklayacak kadar sıkıcı mı oldum diyorum bazen kendime. 23 yaşındayım. Asla gençliğimi muhteşem geçirdim diyemeyeceğim. Genç kalmak, üniversitede mastır öğrencisi olmak. Asla doyamayacağım. Beni sıkıcı yapan taraflarım her ne kadar ağır bassa da esas olan çevremdeki insanları anlatabilme yeteneğim. Azıcık sevilebilirsem bu özelliğimden dolayı olacaktır. Aylardır erken kalkamıyorum. Günlük konferansların olduğu günlerin sabahları cehennem gibidir benim için. İşte bu salonda bilim için bu iki kelimeyi cımbızla ağızlarından çektiğimiz bu insanları dinliyoruz. Bu noktada iki konuda isyan ediyorum. Birincisi neden hayatta başarılı olmak için çalışmak zorundayız? Kim bu beylik sözü çıkarmış? Tanrı mı? Herhangi bir filozofun da ağzından işitmedim. Sonsuz çalışmak üzerine kurulmuş, başarının sırrının ona bağlanmış olmasına içerlemiyorum aslında. Gerçekten içerlediğim: başarı adına işkence eş değerinde çalışma programlarına mahkûm olmamız. Sabahın dokuz buçuğunda internetin tarihi hiç de ilgimi çekmiyor. Tabii bir salon dolusu ördek arasında kuğu yavrusu olmak da çabası… İkinci sorunum konferansların bilime hizmet etmediğini düşünmem. Bilimsel ilerleme bu şekilde olsaydı keşke. Bu kadar kolay olsaydı. Şu an dinleyicilere bakıyorum da güzel kızlar var içlerinde. İzlemek, onların gözlerine kilitlenmek hep cezp etmiştir beni. Bir kadını hayatınızın içine kattığınız ana kadar kadınlar harikadır. Güzel, soğuk Fransız kadınları… Hepsi harika giyinir. Havaları karşısında çekim alanlarına girersiniz. Gerçek olansa kalplerinin kibirle, bencillikle dolu olduğudur. Bu öfkem bana ilgi duymadıklarından mıdır bilinmez ancak hepsini bu kategoriye sokmak Fransız arkadaşlarıma haksızlık olur. Bir de soru soran baylar ve bayanlar vardır konferanslarda. Kendimi de dâhil ettiğim bu durum değişiktir. Soru soran mikrofonu ele aldığı anda gözler ona döner. Bir nevi geçici şöhrettir yaşadığımız. 

Çok ilginç insanlar Fransızlar. Biz yorumları küçümser hemen karşı koyarız. Hatta ezeriz! Düşünceye saygı bu olmalı sanırım. Son bir paragrafı yaklaşık üç aydır rastladığım yaşlı bir adam için harcayacağım. Çok yaşlı. Eskiden iyi yaşamışlardan… Hani ‘hızlı yaşayanlardan’ ama bu ölmemiş ve cesedi de yakışıklı olamayacak kadar çirkin. Yaşlı işte. Saçları uzun ama uzun kuyruğunun hemen üstünde, kafasının tepesinde bir açıklık var. Dişleri dökülmüş, hep aynı ceketi giyiyor. Bu da zengin bir emekli olmadığını gösterir. Nefesi de kokuyor. (Şu yanımdaki kız bakmasa tuhaf tuhaf. O kadar güzel ki dikkatimi dağıtıyor). Adamı ilginç yapan dış görünüşü değil. Deli mi dahi mi havası var onun açısından. Topluluk kurallarını hiçe sayıyor. Kendi kendine konuşuyor. Herkes kendi kendine konuşur tabii ki. Yalnızken. Bu adam masaları yumrukluyor. Ateşle fikirlerini savunuyor. Bu da herkesi tiksindiriyor. Koyun gibi kokan o olabilir ancak koyun gibi olanlar esas olarak biziz. Tekrar gerçekliğe dönme zamanı. Bu yabancı ülkede, yabancı dile, yabancı olmaya dönüş. Kendime yabancılaşmaktan iyidir. 

 
Toplam blog
: 37
: 541
Kayıt tarihi
: 03.06.10
 
 

2011 Sorbonne Üniversitesi (Paris-IV) Modern ve Yakın Tarih Doktora •2009-2010 Sorbonne Ünive..