Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

21 Mayıs '12

 
Kategori
Öykü
 

Köy Enstitüleri olmasaydı

(BİR KÖY ÇOCUĞUNUN ROMANI)

Yazarı:Ali Osman Alkanlar

Yazar hakkında bilgi:

 Kars’ın Kağızman ilçesi, Çarşı Mahallesinde doğdu. 1943-1944 yılında Cılavuz Köy Enstitüsü’nü bitirdi. Ağrı ve Kars illerinde öğretmenlik ve yöneticilik yaptı. Sonra sırasıyla Gazi Eğitim Enstitüsü Pedagoji Bölümünü, Ankara Üniversitesi Eğitim Bilimleri Fakültesi telafi programını bitirerek aynı fakültede Özel Eğitim alanında master yaptı. Yurdun çeşitli yerlerinde öğretmenlik, idarecilik, müfettişliklerde bulundu.“Babam Sıtmadan Öldü”, “Köy Enstitüsü Olmasaydı” ve “Hayatın Öteki Yüzü” adlı yayınlanmış romanları da bulunan Alkanlar, son romanı “Yorgun Yüzler” üzerinde çalışmaktadır.

Romanın Özeti:

İlkokulu yeni bitirmiş, kalabalık bir ailenin çocuğu olan Umut’un babası öleli üç ay olmuştur. İlk günlerde acılarını paylaşan komşuların ilgisi iyiden iyiye azalır ve kederleriyle baş başa kalırlar. Ailenin kalabalık olması ve belirli bir gelirlerinin olmaması, tüm sorumluluğu bütün ağırlığıyla anasının omuzlarına yükler.

Anası, ailenin geçimi için konu komşuya dikiş diker, yorgan sırır, ebelik yapar. Zaman zaman da çorap ve kazaklar örer ve böylece azda olsa ailesine katkıda bulunur. Ailenin durumuna çok üzülen ve aynı zamanda yardımcı olmak isteyen komşularından Seyran Abla, anasına gelerek: Komşularla aramızda konuştuk. Senin büyük oğlanı (Umut’u), bir sanata çırak olarak verelim. Hem geleceği kurtulur hem de sizlere yardım eder, diyerek yardımcı olmak ister.

Ekonomik durumlarının zayıf ve rahmetli babasının da mesleğinin terzi olması nedeniyle anası Umut’u, bir sanat bellemesi için kasabanın terzilerinden Topal (Samet) Terziye götürür. Topal Terzi, çıraklığını kabul ederek Umut’a: “Bak oğlum, sanat belemek için ilk önce belleyeceğin sanatı seveceksin. Eğer sevmezsen sanatı bellemek olmaaaz! Terzilerin adı kötüye çıkmıştır. Herkes terzinin müşteri malını çaldığını düşünür. Bu konuda haksızlık yapan arkadaşlarımız belki vardır; ama biz her şartlarda doğru olacağız. Paramızı helal kazanacağız. İleride sen de dürüst bir terzi olacaksın. Bana yalan söylemeyeceksin. Sadece bana değil hiç kimseye yalan söylemek yok. Yalan kötülüklerin anasıdır!.. Önce bunları kafana sok ve işe o niyetle başla.” diyerek nasihatlerde bulunur.

Terzi dükkanında çalışmaya heyecanla başlayan Umut’un dükkana erken gelmesi, etrafı temiz tutması, gelen müşterilere saygı ve ilgiyle yaklaşımı ve belli periyotlarda gösterilen; düğme yeri açma ve dikme, ütü yapma ve dikiş dikme vb. farklı alıştırmaları çok kısa bir zamanda öğreniyor olması, ustasından takdir almasını sağlar.

Umut artık işle kaynaşmıştır. Ustanın her emrini yerine getirir, gelen her müşterilerden bahşiş alarak harçlığını çıkarır. Eve giderken kardeşlerine defter, kalem alması ve özellikle elinde ekmekle gitmesi Umut’a, kendisini büyümüş ve işe yarar olmuş hissi verir.

Dükkânda ara ara düşüncelere dalar. İlkokuldan sonra okuma arzusu yok olmamıştır. Bu yüzden her akşam eve geldiğinde ders kitaplarını açıp okur ve tuttuğu notlara bakar. Fakat nasıl okuyacaktır? Bulunduğu ilçede üç derslikli ilkokuldan başka okul olmadığı gibi ilde de ortaokul yeni açılmıştır. Okuması için bir mucize gereklidir. O mucize nasıl gerçekleşecektir? Ayrıca il’e gidip okuyabilmesi de olanaksızdır. Nerede kalacak, hangi gelirle okuyacaktır? Bütün bunlara rağmen okuma düşüncesi olanaksız da olsa, yatarken hayallerini süsler. “Eh ümit fakirin ekmeğidir,” demişler. Umut da bunu “Hayal pilavı yağlı olur, bas kaşığı” cinsinden söyler.

Ailede okuma konusu hiç eksik olmamıştır. Umut’un okuyabilmesi bir mucize olur. Oysa mucizeler döneminin kapandığını bilir. Fakat anası; “Kısmetinde okumak varsa okursun,” der. Anasının bu güçlü inancı Umut için teselli olur ve içimdeki okuma arzusu bütün olanaksızlıklara karşın tükenmek bilmez.

Topal Çavuş, Yahya Emmi ve Arif Dede; din, namus, bayrak ve değerlerimiz için Birinci Dünya ve Kurtuluş Savaşlarında canı pahasına var güçleriyle düşman askerleriyle çarpıştıklarını, bu vatan için her şeyimiz feda olsun diyerek o yılları yaşarcasına anlatırlar. Arif Dede, Yunan savaşının, silahlı mücadeleden ziyade akıl savaşı olduğunu söyler: “Eğer silahlı savaş olsaydı Yunanlıların bizi yenmesi gerekirdi. Bize göre Yunan ordusunun silahı, cephanesi bol, üstü giyinik, karnı toktu. Buna rağmen biz onları yendik. Niye? Mustafa Kemal’in aklıyla. Atatürk, Allah’ın sevdiğiydi. Allah Gazi’yi sevmeseydi, Türk ulusunun namusunu, dinini kurtarmayı ona nasip eder miydi? Diye, anlatır.

Evle dükkân arasında gel git yapan Umut, bir gün eve geldiğinde anasından gelen sevinçli haberle karşılaşır. İlkokul öğretmenlerinden başmuallim, anasına: “Abla bugün bize müdürlükten yazı geldi. Okulunuzdaki çalışkan ve notları yüksek öğrencileri seçerek yeni açılan yatılı okula gönderin, diye. Senin oğlun okulumuzun başarılı öğrencisiydi. Umut’u oraya gönderelim” der. Bu habere çok sevinen Umut’un, o gece gözüne uyku girmez. Sabah olur olmaz hiç vakit kaybetmeden başmuallime gider.

Başmuallim: “Gel bakayım Umut paşa, vaktinde geldin. Kars ilinde Köy Enstitüsü adında bir okul açılmış. Oraya başarılı öğrenciler olarak seni ve üç arkadaşını göndereceğim. Okul yatılıdır. Beş yıl okuyup köy öğretmeni olacaksınız,” der. Bunun üzerine Umut: “Öğretmenim okula severek gideceğim. Sizin yüzünüzü kara çıkarmam. Vatanımıza sizin sayenizde en iyi hizmeti vermeyi, sizin huzurunuzda söz veriyorum,” diyerek diğer üç arkadaşlarıyla birlikte kayıt yaptırmak için yatılı okulun yolunu tutarlar.

Artık eğitime adanmış gönüllerin zorlu hayat mücadeleleri başlar. Umut ve diğer arkadaşları Enver, Allahverdi ve İbrahim, posta kamyonuyla okulun yolunu tutarlar. Kendi kasabalarının belediye başkanı, gidecekleri istikamet üzerindeki bir kasabanın tanıdık belediye başkanından bu yoksul öğrenciler için yol parası yardımı için yazı gönderir. Belediye başkanı: “Bizim fakirimiz yetmiyor gibi birde sizi göndermişler,” diye bu öğrencileri kapı dışarı kovar. Üzüntülü olarak dışarıya çıkar öğrenciler. Bu durum bir yaşlı amcanın dikkatini çeker. Yaşlı amcanın yardımıyla diğer kasabaya da posta kamyonuyla giderler. Artık bundan sonra sırtlarında azık ve giyecek olan çantalarıyla yolu yaya yürümek zorunda kalırlar. Günlerce süren ve geceleri han veya uygun buldukları yerde yatarak yolculuk serüvenine devam ederler. Son engel olarak ırmağı da bata çıka sırılsıklam bir vaziyette geçerler. Nihayet bütün tehlikeleri atlatmış olarak okulu bulurlar.

Okulun bahçesi taba renkli çadır bezinden dikilmiş asker elbisesine benzer giyimli öğrencilerle doludur. Onları okulda ilk karşılayan, kayıt yaptırmamıza yardımcı olan ve okul hakkında bilgiler veren öğrencilerden Mustafa’dır

Okul direktörünün (müdürünün) kayıt etmesiyle öğrencilik hayatları başlar. İlkin öğrenecekleri; marangozluk, demircilik, inşaatçılık, terzilik, dokumacılık, fotoğrafçılık vb. sanat dallarında on beşer gün çalışacakları talimatları alırlar. Bu duruma şaşıran Umut ve arkadaşları, Mustafa’ya: “Burası öğretmen mektebi değil mi? diye şaşkınlığını dile getirirler. Mustafa: “Öğretmen mektebi olmasına öğretmen mektebi ama bu öğretmenlik farklı bir öğretmenlik. Bizim öğretmenliğimiz köylerde geçecektir. Biz bir taraftan köylünün çocuğunu okuturken, diğer taraftan da öğrendiğimiz sanatlarla hem onlara yardımcı olacağız hem de sönmeyen ışık olacağız,” der.

Aradan bir hafta geçer. Okula yeni yeni alışan bu öğrencileri yemekhane, hamam, yatakhane gibi yerlere nöbetçi olarak verirler ve böylece onlara sorumluluk bilinci kazandırılmaya çalışılır. Okulun yeni açılması sebebiyle birçok eksiklikleri vardır. Onlar teorik bilgileri derste alırken, pratik bilgileri de inşaat yaparak, kerestede çalışarak ve bunun yanında tarlada sebze, meyvelerle ve hayvancılıkla ilgilenerek alırlar. Bazı Cumartesi akşamları yemekhanede eğlence düzenlerler. Eğlencede, yörenin orta oyunları, davul zurna eşliğinde halk oyunları oynanır, şiirler okunur ve konuşmalar yapılır. Görev alan öğretmenler bu esnada öğrencilere, görgü kuralları, öğretmenlik ve halkla ilişkiler hakkında eğitimsel bilgiler verir.

Nöbetler, sınavlar ve sanat etkinlikleri derken bir senenin sonuna gelinir. Herkeste bir sıla özlemi vardır. Bir senedir göremedikleri ailelerini görmeyi çok arzulamaktadırlar. Yaz tatilleri kırk beş gündür. Bir kısmı okulda inşaat, tarlalara bakma ve hayvancılıkla ilgilenme gibi işlerde çalışacak, bir kısmı da tatile gidecektir. Sonra tatile gidenler okula gelerek arkadaşlarından işleri teslim alırlar. Bu defa kalanlar tatile gidecektir.

Öğretmen, yazmış olduğu izin kağıtlarını kaybetmemelerini ister. Yoksa savaş yılları nedeniyle jandarmalar askere alırlar. Yol parası olmayanlara müdür yardımcısı borç para verir. Bir kısmı otobüs olmadığı için kiralanan kamyonlarla evlerine giderler. Umut ve arkadaşları, “geri ödeyemeyiz” diye borç para almazlar. Okula ilk gelişimizdeki sıkıntıları tekrar, aynen yaşayarak evlerine gelirler. Eve habersiz gelen Umut, ailesinin şaşkınlığıyla karşılaşır. Anası ve kardeşleri Umut’la kucaklaşarak hasret giderirler. Sevinç göz yaşları dökerler. Anası: “Yoksul evin Umut’u gelmiş!” Diye sevinç nidaları atar.

Okul açılalı birkaç gün olur ve yeni bir eğitim yılına başlarlar. Her zamanki gibi herkese gruplar halinde görevler verilir. Herkes görevlerini en iyi şekilde yerine getirmeye çalışır. Savaş nedeniyle devletin ekonomisi bir hayli gerilemiştir. Yemekler yetersizdir ve dört kişiye bir kitap verilir. Kitap bulamayanlar not tutar hatta defter bulamayanlar, çimento torbalarından kendirline defter yaparlar. Sıkıntıları sadece defter, kalem, kitap ve yiyecek de değildir. Okulda zaman zaman baş gösteren ve bazen onları haftalarca uğraştıran bitlenme, uyuzluk ve tahtakurusu sıkıntısıdır. Direktör, acilen şehirdeki Sağlık Tabipliği’ne haber verir ve böylece bunlarla mücadeleleri başlar.

Tahtakurusu, açlık, soğuklar ve diğer problemler derken ders yılını kapanır. Gelecek yıl okulun planı, vadinin ortasından akan dereden su alarak bir hidroelektrik santralı yapmaktır. Böylece hem okulu nura kavuşturacak hem de çevredeki köylere örnek olacaklardır. Fizik ve İnşaat Öğretmenlerinin önceliğinde başlayan proje, öğrencilerin de dereden su arkları açma çalışmaları ile devam eder. Bu proje için İstanbul’dan ikisi Yahudi biri Türk üç elektrik teknisyenleri gelir. Yahudiler İstanbul’dan gelen direkleri hemen dikerek harıl harıl çalışırlar. Dinlenmeleri yoktur. Türk teknisyen ise işinde acele etmez ve hareketleri çok sakindir. Öğrencilerin hepsi Yahudilere özenir. Aralarında konuşurken: “İşte kardeşim, biz niye geri kalmışız? Tembelliğimizden. İşte gün gibi meydanda. Yahudilerin çalışmalarıyla bizimkinin çalışması bir mi? Elbette böyle çalışmayla gâvur ileri gider” diye hayıflanırlar.

Çalışmalar neticesinde sona gelinmiştir. Artık gaz lambasından kurtulmuş, elektriğe kavuşmuşlardır. Onlar bu sevinci yaşarken, diğer tarafta İkinci Dünya savaşı devam etmektedir.

Türkiye Kurtuluş Savaşının yoksulluğundan kurtulamadan, bu savaşın olması insanları daha da zora sokar. Onları rahat ettirecek fabrikaları yoktu. Varlıklı bölgelerden diğer bölgelere yiyecek götürecek ne yolumuz ne de aracımız vardır. Daha çok bu yüzden açlık çekilmektedir. Bütün bunları sıcağı sıcağına Tarih Öğretmenleri şöyle anlatır: “Bizim milletimiz korkunç derecede geri kalmış, elinde avucunda ne varsa devletine vermiş ve vatanı kurtarmak için gözünü kırpmadan çarpışarak şehit olmuştur. Bunları çok iyi biliyorduk. Bakınız! Bizim görevimiz, bu özverili, temiz vatan evlatlarına bütün gayretimizle hizmet etmek olacaktır. Onlara modern tarımı, hayvancılığı, arıcılığı, kooperatifçiliği, okuma yazmayı ve sanatı öğretmektir. Onlara önderlik edip onları ilerleteceğiz. Gecemiz gündüzümüz bir olacaktır,” diyerek bize nasihatlerde bulunur.

Bu konuşmadan etkilenmiş olacaklar ki kütüphane ile daha barışık olarak okumaları, her geçen gün artar. Okudukça Atatürk’ün yaptığı devrimleri daha iyi kavrarlar. Böylece, okudukça öğretmenlik görevinin, bir ulusun kalkınmasında ne denli önemli olduğunun bilincine varırlar.

Artık son sınıfa gelmişlerdir. Köylerde öğretmen olma aşamalarından olan stajyerlik yapacaklardır. Okul müdürünün talimatıyla Umut, arkadaşlarından Mustafa ve Rıfat ile bir grup oluşturarak belirlenen köye gideceklerdir. Bütün öğrencilerde bir heyecan vardır. Okulun bahçesinde tören yaparlar. Arkadaşlar hep ağızdan:

“Sürer eker biçeriz, güvenip ötesine,

Milletin öz kazancı, milletin kesesine,

Toplandık, baş çiftçinin Atatürk’ün sesine”

“Ziraat Marşını” söyleyerek hazırlık yaparlar. Gideceğimiz köyden gelen kızakçıyla (Sıddık ağabeyle) köye doğru yol alırlar. Köye vardıklarında Muhtar Feti, onları misafirperverce karşılar. Okulu olmayan bu köyde muhtar, hayvan yemi olarak kullanılan yeri boşaltarak okul yapmalarını ister. Bir aylık kısa bir sürede bu öğretmen adayları ile köylüler okulun ihtiyaçlarını kendilerince gidermeye çalışırlar. Öğrencilere az da olsa okuma yazma öğretmeye çalışırlar. Köylülere ise okulda öğrenilen tarım ve hayvancılıkla ilgili bilgiler sunarlar. Kendilerinin ileride nasıl davranmaları gereken birçok soruna şahit olurlar: Kızları okula göndermeme, kadına değer verilmeyip bir hizmetçi gözüyle bakılması, küçük sebeplerden dolayı çıkan kavgalar, su ve yol vb. sorunları not alırlar. Öğretmen olduklarında ilkin bu gibi sorunları çözeceklerine dair kararlar alırlar. Köyden artık gitme zamanı gelir. Köyden ayrılırken Umut, kendisini görünce şehit oğlu Ramazan aklına gelen ve maddi ve manevi desteğini hiç esirgemeyen Sadiye nineyi unutamaz.

Her şeyin bir sonu olduğu gibi okuldaki eğitimin de sonuna gelinir. Son sınıflar için köylere öğretmen olarak atanma hazırlıkları başlar. Prensip olarak herkesi kendi köylerine, köylerinde okul yoksa istedikleri köylere gönderirler. Hepsinde öğretmen olma heyecanı vardır. Artık kendilerini büyümüş hissederler, kendilerine güvenirler. İyi bir hayata kavuşmayı ve köylere hizmet etmeyi çok isterler.

Okula ilkin gelmek nasıl çok zor oldu ise, onlar için asıl sorun, okuldan ayrılmak olur. Ayrılmak, çok daha zor olur. Onları hayata hazırlayan, her daim insanlara faydalı hale getiren ve öğretmenliğin meslekten öte bir gönül işi olduğunu atfeden öğretmenlerinin ellerini öperler ve emeklerinden dolayı onlara canı gönülden teşekkürlerini sunarlar. Çektikleri tüm zorluklar, neredeyse onlara çok çekici gelir. Arkadaşlarla helalleşerek vedalaşırlar. Acıyı ve sevinci aynı anda yaşarlar.

Ayrılık acısına rağmen onları teselli eden bir gerçek vardır ki, o da bir an önce gidip vatanı için evladını şehit vermiş, varını yoğunu hep milletine bahşetmiş ve en önemlisi milletin efendisi ve fedakarı olan köylülerimize, hak ettikleri en iyi hizmeti sunmak, böylece onlara vefa borcumuzu layıkıyla yerine getirmektir…

 
Toplam blog
: 425
: 3089
Kayıt tarihi
: 06.12.06
 
 

Gazi Eğitim Fakültesi, Eğitim Bilimleri Bölümü, Eğitim Yönetimi, Teftişi, Planlaması ve Ekonomisi..