Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

19 Nisan '08

 
Kategori
Eğitim
 

Köy enstitülerinin yeniden açılma talebi ne kadar gerçekçidir?

Köy enstitülerinin yeniden açılma talebi ne kadar gerçekçidir?
 

Köy Enstitüleri döneminde köy okulu (Ulusal)


17 Nisan’larda, özellikle eğitim çevrelerinde ve çeşitli mahfillerde, Köy Enstitülerinin tarihsel, toplumsal, eğitimbilimsel ve siyasal anlam ve içerikleri konusunda paneller ve çeşitli toplantılar yapılır. Bizim şimdiye kadar gördüğümüz ve dinlediğimiz görüşler genellikle nostaljinin ötesine gidemediğidir. Genellikle ortak söylem, ne denli özgün bir yaratım olduğu hayranlığının ve yeniden açılması talebinin tekrarından ibarettir. (Bakınız bir örnek olması itibariyle 17 Nisan tarihli Cumhuriyet gazetesi.)

Bizce enstitü olgusuna iki farklı bakış açısı bulunmaktadır.

İlki, Enstitüleri basit birer iş ve köy kalkınması projesi olarak gören anlayıştır ki, bu açıdan bakan eğitimciler bizce sınıfta kalmış sayılmalıdır. Zira bu bakış açısından yola çıkarak Enstitüleri Tayyip Erdoğanlar bile sahiplenirler. AB normlarına ters düşmezler. Köyde üretimin artması, bilim ve teknolojiden anlayan köylülüğün çoğalması gibi süreçler hâkim sınıfları rahatsız etmez. Yeter ki, neoliberal çerçeveden dışarı taşmasın! Bu bağlamda Enstitülere böyle bir pencereden yaklaşan eğitimciler bu sistemin bilimsel özünü kavrayamamıştır.

Enstitüleri tasarlayan ve açan zamanın bakanı, Hasan Ali Yücel, Köy Enstitülerinin kuruluş amacını ve nedenlerini şöyle açıklıyor:

“Biz, istiklal mücadelesinden itibaren sosyal hayatımızda yaptığımız büyük devrimleri köylere götürecek adam yetiştirmek isteriz. Çünkü ümmet devrinin böyle bir adamı vardır. Bu, imamdır. İmam, insan doğduğu vakit kulağına ezan okuyarak, vefat ettiği vakit mezarının başında telkin vererek, doğumundan ölümüne kadar bu cemiyetin manen hâkimidir. Bu manevi hâkimiyet, maddi tarafa da intikal eder. Çünkü köylü hasta olduğu vakit de sual mercii imam olur. Biz imamın yerine, köye devrimci düşüncenin adamını göndermek istedik.”

Kırsal kesimin öncüsünü değiştirme amaçlanmıştır. Köylü öncülüğünü din adamlarından, imamdan alıp aydınlanmanın ve Cumhuriyetin eline, öğretmene vermek amaçlanmıştır.

İkinci yaklaşım, Enstitüleri doğru ve günümüze ışık tutabilecek şekilde anlamanın kapısının, ortaya çıktığı dönem Türkiye’sinin yapısal özelliklerini incelemekten geçtiği anlayışıdır.

1940’ların Türkiye’si hala geri bir tarım ülkesi koşullarını yaşamaktadır. Halkın neredeyse yüzde 80’i kırsal kesimdedir. Köylerde üretim teknikleri çok geri ve ilkeldir. Tarım kapalı ekonomi koşullarını yaşamakta, tamamen doğal koşullara bağımlı durumda bulunmakta, yani ekstansif tarım yapılmaktadır. Tarım üretimi yoğun bir şekilde yağmur dualarının insafında ve cenderesindedir. İnsanımız ise modern eğitimden yoksun kalmış, cehaletin büyük boyutlarda cereyan ettiği, okuma yazma oranının çok düşük düzeyde bulunduğu, çağdaş yaşam değerlerinden ve koşullarından uzakta bir yaşam sürdüğü açıktır. En basit burjuva demokrasi ve uygarlık değerlerinin bile hoş karşılanmadığı muhafazakâr bir kültürün hüküm sürdüğü köylerde tamamen öte-dünya ideoloji hâkimdir.

İşte Ortaçağlı koşullarda yaşayan ve Cumhuriyet’in aydınlanmacılığının giremediği 1940’lar toplumunda köye yönelik bir eğitim çalışması ve projesi olarak ortaya çıkmış olan Köy Enstitüleri modeli çıktığı koşullarda ilerici roller oynamıştır. Köylü toplumunu dönüştürücü işlevler yüklenmiştir.

Enstitülerin düşünsel temelleri çok öncelerden Atatürk tarafından atıldığı anlaşılmaktadır. Eğitim konusunda Atatürk’ün aşağıdaki sözleri buna yöneliktir.

“Yüzyıllardan beri ulusumuzu yöneten hükümetler eğitimi yayma arzusu gösteregelmişlerdir. Ancak bu arzularına varmak için Doğu’yu ve Batı’yı taklitten kurtulamadıklarından, sonuç, ulusun cehaletten kurtulamaması olmuştur. Bu hazin gerçeklik karşısında, bizim izlemek zorunda olduğumuz eğitim siyasetimizin ana hatları şöyle olmalıdır: Demiştim ki, bu ülkenin gerçek sahibi ve toplumumuzun ana unsuru köylüdür. İşte bu köylüdür ki, bugüne kadar eğitim ışığından yoksun bırakılmıştır. Dolayısıyla; bizim izleyeceğimiz eğitim siyasetinin temeli, öncelikle var olan cehaleti gidermektir.

Bir yandan cehaleti gidermeye çalışırken bir yandan da memleket evladını toplumsal ve ekonomik hayatta fiilen etkili ve verimli kılabilmek için gerekli olan ilk bilgileri uygulamalı olarak vermek, eğitim yöntemimizin esasını oluşturmalıdır.

Yetişecek çocuklarımıza ve gençlerimize görecekleri öğrenimin sınırı ne olursa olsun, en önce ve her şeyden önce, Türkiye’nin bağımsızlığına, kendi benliğine ve ulusal geleneklerine düşman olan bütün unsurlarla savaşma gereği öğretilmelidir.” (1 Mart 1922)

Enstitüler, köye aydınlanma götürmüşlerdir. Cumhuriyet değerlerini iletmişlerdir. Öte yandan köyün toplumsal ve ekonomik yaşamını canlandırmışlardır. Ancak enstitülerin bu yanı, yanı köyün toplumsal ve ekonomik canlanmasını sağlamaları olgusu sağıyla soluyla herkesin kabul edebileceği bir özelliktir. Köyün ve tarımsal üretimin canlanmasını ilericiler de, ağalar ve şeyhler de isteyeceği bir durumdur.

Ancak enstitüler başından sonuna kadar Talip Apaydın, Fakir Baykurt gibi ilerici, solcu değerler yetiştirmekteydi. İşte iktidar sahiplerindeki enstitü düşmanlığını çeken yan da burasıdır. Bütün bir cumhuriyet kuşaklarının dayanağı ve üzerinde yükseldiği aydınlanmacı nesil o nesildir.

Ancak bugün Türkiyemizin geldiği gelişim aşamasında enstitülerin yeniden açılmasını talep etmek bizce çok da ilerici bir tutum değildir. 17 Nisan tarihli Cumhuriyet gazetesinde çıkan enstitülerle ilgili yayınların içeriği bu yöndedir. Bu tutum, tarihimizin yetiştirdiği en büyük devrimci Atatürk’ün belirttiği ve tüm ulusu cehalete sürüklediğini ifade ettiği “taklit” olmuyor mu? Korkarım, dönemine göre çok özgün bir eğitim buluşu olan Enstitülerden 68 yıl sonra Türk eğitimcileri, ulusu cahil bırakacak yanılgılara düşme tehlikesi içine yuvarlanmaktadır.

Enstitüler sadece bizim tarihimizin değil dünya tarihinde de eşi benzeri bulunmayan özgün bir Türk projesidir. Ama o günün koşullarında üretilmiş, o koşullarda işe yarayabilir bir üründür. Hepsi o kadar işte.

Bu saptamaları yapmadan ve Enstitüleri aşma cesareti, kararlılığı ve azmi ve de bilinci gösterilmeden onlardan yararlanılamaz… Döneminde ilerici roller oynayan enstitüler, ekonomik, toplumsal ve kültürel bağlamda hayli değişikliklere uğramış günümüz Türkiye’sinde yeniden açılmaya çalışılması ya da bunun talep edilmesi kadar saçma şey olamaz.

Bugün eğitim sistemimizin içine düştüğü açmazların yarattığı karamsarlık içindeki ruh haliyle eğitimcilerimizin bir kısmı Enstitülerin taklidini istemektedir. Ancak bu durum, Batı’dan ithal edilmiş eğitim modellerinin yarattığı karmaşa ve gericileşme kadar kötü sonuçları olacak bir taleptir. Dönemin koşulları zemininde Enstitüleri yaratmış olan Türk zekâsı ve aklı, geldiğimiz tarihsel aşamada, dönemin koşulları zemininde daha özgün eğitim modelleri yaratabilir. Tabii ki, geçmişin deneyimleri ışığında. Unutmayalım ki, dünyanın en özgün eğitim programlarından biri de 68 Programıdır. Onu da Türk aklı ve zekâsı yaratmıştır.

Gelişmekte olan ülkelerin zirvesindeki ve satınalma paritesi bağlamında dünya sıralamasında 17. ülke olan bugünün Türkiye’sinin ulaştığı toplumsal ve ekonomik gelişim aşamasında Enstitüler çok dar gelecektir yurdumuza.

17 Nisan 2008’de, milli eğitim tarihimizin bir dönemine damgasını vuran ve ilerici roller oynayan Köy Enstitülerinin kuruluşunun 68. yıl dönümünü kutlarken, Enstitülerin yaratıcıları Milli Eğitim Bakanı Hasan Âli Yücel (1897–1961) ve İlköğretim Genel Müdürü İsmail Hakkı Tonguç’u da (1897–1960) saygıyla anıyoruz.

Günümüzde Köy Enstitülerinin milli demokratik, cumhuriyetçi, halkçı ve aydınlanmacı özünün ve mirasının taşıyıcısı ve savunucusu olmak, Köy Enstitülerine gerçekten sahip çıkmak antiemperyalist, ulusalcı, üniter cumhuriyet yandaşlığı ve vatan savunması saflarında bulunmayı gerektirmektedir.

 
Toplam blog
: 510
: 505
Kayıt tarihi
: 04.04.08
 
 

"Cv" Dedikleri Özgeçmişim 1953 yılının karanlık günlerinde Haziran ayının 24. günü, ağaçların mey..