Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

13 Aralık '11

 
Kategori
Tarih
 

Köy Enstitüsü yılları

Talip, maddi imkânsızlıklar içinde okumaya çalışan bir köy çocuğudur. Babası ise oğlunun kendi gibi el tarlalarında sürünmemesi, okuyup köy yerinden kurtulması, bir meslek sahibi olup, ekmeğini kazanması için elinden geleni yapma arzusundadır. Bu amaçla kasabada milli eğitim memuru olan Burhan Bey’in yanına giderler.

Talip üç sınıflı köy okulunu bitirince, kasabada kaymakamın girişimiyle açılan ve ödeneği köy bütçelerinden karşılanan yoksul çocuklar pansiyonunda kalmış, dördüncü ve beşinci sınıfı böyle okumuştur. Milli eğitim memuru Burhan Bey Talip’in buradan başöğretmenidir. Bu nedenle babası Burhan Bey’den ümitlidir. Burhan Bey, Talip ve babasını bu vesileyle bir milli eğitim müfettişine götürür.

Kasabada (Beypazarı’nda) bir kahvede bir araya gelirler. Müfettiş Talip’e yaşını sorar. Talip on iki, deyince müfettiş Talip’e tekrar sorar: “Söyle bakalım, baban senden otuz beş yaş büyük olduğuna göre, kaç yılında doğmuş olur?” diye. Bu arada Talip’in sıtma hastalığı tutmuş, sıkıntıdan terlemektedir. Burhan Bey’le müfettiş kendi aralarında konuşmaya dalar. Talip’in babası askerden kalma bir alışkanlıkla hazır olda beklemektedir ve soruyu bilemeyen oğluna kızmaktadır. Talip hala sorunun cevabını düşünmektedir ve bir ara varıp müfettişe, 1893 der. Müfettiş, “Ooo daha yeni mi bulabildin? “Hem de yanlış üstelik?” deyince “Efendim hastayım.” gibilerinden bir şeyler mırıldanır Talip. Müfettiş ise “Olmaz, sınavda hastayım falan yok. Hadi gidin bakalım.” der. Bu sözün üzerine babası müfettişe bir şeyler söyleyecek, yalvaracak olur, müfettiş dinlemez. Milli eğitim memuru göz kırkıp gidin deyince kahveden baba oğul çıkarlar.

Babası milli eğitim memuruna güvenmektedir. Öğle sonu yola çıkmadan milli eğitim memuruyla tekrar görüşürler. Milli eğitim memuru, “Ben gerekeni söyledim, tamam.” demiştir. “Okula girerken otuz lira istiyorlar, çağırdığımız zaman da çocuğu al hemen gel.” demiştir.” babasına. Bu sözün üzerine Talip ve babası köye dönerler.

Köye varınca doğrudan çeltik tarlasına giderler. Talip’in üvey anası hiç memnun olmamıştır duyduklarına. Çünkü Talip’in okumasını istememektedir. Aradan iki ay geçmesine rağmen milli eğitim memurundan bir haber gelmemiş, Talip iyice meraklanmıştır. Bunun için babasının kendisine kızacağını bildiği halde, hiç değilse durumu öğrenmek için, sekiz saatlik uzaklıktaki kasabaya, bütün gün yürüyerek gider. Ertesi gün milli eğitim memuruyla görüşür. Milli eğitim memuru Talip’e: “ Gideceksin ben seni yazdırdım. Bu günlerde isterler hazır ol. Haber gelince diplomanı, nüfus cüzdanını, bir de otuz lira giriş paranı al, gel.” der. Bunun üzerine Talip’in yüreğine bir su serpilir, yorgunluğunu unutur, güle oynaya köye döner.

Bir gün kazadan beklenen haber gelir. Çifteler Köy Öğretmen Okulu’ndan Talip’i isterler. Ama Talip’in içinde hala bir korku vardır. Çünkü babası istenen 30 lirayı denkleştirememiş ancak yirmi lirayı tamamlayabilmiş, oğluna on lirayı daha sonra göndereceğini söylediğinden, bu durum Talip’i, ‘ya kabul etmezlerse’ diye oldukça endişelendirmektedir. Talip hazırlıklarını tamamladıktan sonra, akrabalarını dolaşıp vedalaşır ve sessizce köyden ayrılır.

Talip Eskişehir’e gitmek için yola çıktığında yanında, köyünden bir yoldaşı vardır ve garip bir rastlantıdır ki o gün 10 Kasım 1938’dir. Kasabada soğuk rüzgarlar esmektedir. Halkın morali çok bozuktur ve Eskişehir’e indiklerinde öğrenirler ki Atatürk vefat etmiştir. Bu haber üzerine, Talip ve yanındakiler dona kalır. Şehirdeki durgunluğun nedenini anlarlar. Talip bu haber üzerine tam okumaya giderken, böyle bir haberle üzüntüden gücünü kaybeder. Bir öksüzlük duygusu kaplar içini. Bu duygular içinde okula varırlar. Okul denilen yer, tepelerin önünde kocaman, beyaz bir yapıdır. Önünde, yanında kireç kalıntıları ile kum yığınları bulunmaktadır. Bina da daha tamamlanmamıştır.

Onları okulda müdür yardımcısı karşılar. Babalarını sorar onlara. Onlar da, işleri olduğundan gelemediklerini, söylerler. “Parayı getirdiniz mi?” diye sorunca Talip, ancak yirmi lirayı toparlayabildiklerini, kalanını, daha sonra babasının göndereceğini söyler. Müdür yardımcısı “ Olur mu öyle şey?” deyince Talip gözyaşlarına engel olamaz. Bunun üzerine “Peki peki ağlama, ben müdüre söylerim ağlama.” der ve defterlere adlarını yazar. Sonra Talip ve arkadaşları aşağı iner. Kendilerine yeni elbiseler, temiz kıyafetler verilir. Banyodan sonra bu elbiseler giyilerek, yemekhaneye gidilir. O akşam, Talip ömründe ilk defa yaylı bir karyolada, yeni çarşaflar içinde yatmış, dünyanın en derin uykularından birini çekmiştir.

Talip’in okula gittiği günün ertesi gün okul başlamıştır. Sabah kahvaltısından sonra kampana çaldıktan sonra bütün öğrenciler merdivenin orada toplanmış, müdürün konuşmasını dinlemişlerdir. Müdür yarım saat Atatürk’ten bahsetmiş, “O’ndan ayrıldık ama O’nun izinden ayrılmayacağız. O’nun istediği yolda her gün biraz daha ilerleyeceğiz.” demiştir. Sonra okulun açılış hazırlıklarında olduklarını, bu nedenle hep beraber su deposunu, boya badana işlerini, bahçe işlerini ve diğer işleri yaptıktan sonra derse başlayacaklarını söyler. Bunun üzerine herkes işe koyulur. İş bölümü yapılır. O ay içinde okulun ağzı yüzü epey düzelir. Badana boya işleri bitirilir. Her yer silinip temizlenir. Su depoları tamamlanır. Okulun çevresine ağaçlar dikilir.

O ay sonunda derslere başlanır. Geceleri okuma saatlerinde lüks lambası kullanılır. Her derslikte bir tane lüks vardır. Hem köy okullarından zayıf gelinmesi, hem de derslere geç başlanması nedeniyle öğretmenler öğrencileri sıkıştırır. Talip en çok matematik ve İngilizceden korkar. Öğretmenleri sınıfta bir soru soracak diye ödü kopar. Talip derslerde çok başarılı olamasa da sınavlarda iyi notlar almaktadır. Talip’in okulda ezen-ezilen öğrenciler dikkatini çeker. Elinden geldiğince bunu önlemeye çalışır. Harçlığının olmaması da Talip’i üzen konulardan birisidir. O yaşlarda Talip yoksulluğun acısını çekmeye devam eder, hep bir yerlerinin acıdığını duyar.

O yıl ve ertesi yıl klasik anlamda ders okutulmuştur. Yani ortaokullarda nasıl okunuyorsa öyle yapılmıştır. Dersler verilir, sonra istenir. Yazılı ve sözlü sınavlar yapılır. Notlar rakamla ölçülür. Zor gelse de her ders ciddiye alınır. Tarım ve iş dersleri de beraberinde yapılır.

Talip ilk yıl derslerde zorlansa da sınıfını bütünlemeye kalmadan geçer. Bahar gelmiş, ders sonu yaklaşmış, ders, iş birbirine girmiştir. Okulda aşçıdan, çamaşırcıdan bir de gece bekçisinden başka işçi yoktur. Bütün hizmetleri öğrenciler kendileri yapmaktadır. Sınıfın, yemekhanenin, yatakhanenin düzenlenmesi, hamamın yakılması, hepsi öğrencilerin elinden geçmektedir. Gene de bunlar hiç bir şey değildir. Çünkü asıl çalışma mayıs sonunda dersler bitip tatil girince başlayacaktır.

Mayıs sonunda öğrenciler iki kümeye ayrılırlar. Her kümenin 45 gün izinleri vardır. Okulda kalan küme tarlada, bahçede, tuğla ocağında, inşaatta çalışır. Öbür okullar gibi tatilde kapanmak yoktur. Çünkü okul sezonunda Türkçe, İngilizce, matematik, tarih, coğrafya vs. dersler alınırken, tatilde ise hayatlarında karşılaşacakları bazı dersleri almaları gerekmektedir. Hedef, bu öğrencileri tam anlamıyla hayata hazırlamaktır.

O yıl yaz tatilinde Talip ve arkadaşları tuğla ocağında çalışmış, tam anlamıyla tuğla yapmayı öğrenmişler, başlarında öğretmenleri ile birlikte birkaç büyük bina yapacak kadar tuğla hazırlamışlardır. Okulları yeni yapım olduğu için bahçe düzeni yoktur. Öğrenciler bahçeyi düzene sokmak için çiçekler, ağaçlar ekerler, bahçeyi yeşillendirirler. Okullarını onarırlar. Yine tarım öğretmenleri ile beraber tarlalara gidilir. Kimisi tarla sular, kimisi mısır toplar, kimisi ot yolar. Okul kuruluncaya kadar kuru tarla tarımı yapılan çevreyi, azimle işleyerek sebze meyve yetiştirirler. Ağaçlar dikilir. Orman kurulur. Köylüler burada ağaç tutmaz deseler de emek verildiğinde ormanın kurulduğuna, bağların yetişip üzüm verdiğine şahit olurlar. Enstitü’de daha sonra, daha geniş tarım çalışmaları başlar. Orada yenilecek yiyeceği, buğdayı, sebzeyi, meyveyi kendileri üretme, yetiştirme seviyesine gelirler.

Talip’in, okul başladığı günden beri orta yaşlı, başları tıraşlı bir takım adamların ya küçük öğrenciler gibi tarlada, tuğla harmanında çalıştıklarını ya da bir ağacın altında birkaç kişi toplanarak kitap okuması dikkatini çeker. Daha sonra onların burada eğitim aldıklarını öğrenir. Eğitim almalarının nedeni ise, eğitimleri bitince köylere dağılıp, genç-yaşlı, kadın-erkek demeden, bütün köylülere okuma yazma öğretmek, arkasından modern yaşam bilgileri vererek köyü kalkındırmaktır. Talip bu kişilerin “eğitmen” adayı olduklarını daha sonra öğrenir.

İlk yıllarda eğitmenler büyük bir gayret ve emekle çalışmışlardır. Başlarında ülkücü öğretmenlerle, köylünün kalkınması, köylünün okutulup uyandırılması, genç-yaşlı, erkek-kadın herkese okuma yazmayı öğretmek, arkasından modern yaşam bilgilerini getirecek, müspet düşünceyi yayacak ortamı hazırlamak temel hedeftir. Talip sonradan, Tokat köylerinde gezici başöğretmen olarak da görev yapar ve eğitmenlerle şu kanıya varır: “Eğitmenler o gösterişsiz kaba köylülükleri içinde, bizim alışılmış ölçülerimizi çok aşan bir güç ve dayanıklılıkla çalışmışlardır. Teknik yetersizliklerini, gayretleriyle ve askerce bir görev anlayışıyla tamamlayıp, kapatmışlardır.”

Talip ve arkadaşları birinci yıl, iş derslerini sıra ile marangozluk, demircilik ve inşaatçılık işlerine giderek geçirirler. Biraz elleri yatkınlaşsın, diye belli bir zanaat koluna ayrılmamışlardır. İkinci yıl da ise bu işlerden eşit oranda kollara ayrılması gerekmektedir. Çekilen kura sonucunda Talip’e inşaatçılık çıkar. Talip marangozluğu istediğinden, ilk başlarda biraz buruk olsa da, daha sonra işin inceliklerini öğrendikçe, kendisine inşaatçılığın çıktığına memnun olur. 17 Nisan 1940’ta Köy Enstitüleri Kanununun kabulünden sonra, yapı işleri Türkiye çapında genişler. Talip ve arkadaşları 20 yerde birden kurulmakta olan enstitülere ekipler halinde dağılırlar ve bu inşaatların demircilik ve marangozluk işleri dâhil tüm inşaat işleri onlar tarafından yapılır.

Talip düş kurucu bir çocuktur. Akşam yatınca olmuşları, olacakları, ya da olması gerekenleri tüm ayrıntıları ile bir düşünür. Her alanda düşünür, kafa yorar. O zamanki sıkıntıları neyse onları çözümlemiş gibi düşünür, kendini bol paralı, güzel elbiseler içinde hayal eder. Kızdığı kimselerden, düş kurarak öç alır. Sevmediklerini kendisine yalvartır, perişan eder. Bazen kendi köyüne atanmış bir öğretmen olmanın hayalini kurar. Köylünün sıkıntıları ile ilgilenir, onların derdine çare bulmaya çalışır. Her yerde en başta kendisinin önde olduğunu düşler. Köylülerle beraber köye su getirir. Evleri yıkıp yeniden yapar. Arıcılık yapar. Hem çocukları okutup, hem de köyü kalkındırdığını hayal eder.

Bir gün okulda bir takım değişiklikler olur. Çünkü bazı öğretmenler ve okul müdürü değişmiştir. Yeni müdür’ün adı Rauf İNAN’dır. Daha ilk günden çocukların üzerinde canlı diri bir etki bırakmıştır. Enstitü’nün birden genişleyen işkollarını, kültür gelişimini tam bir yetenekle yönetiyordur. Sert bir insan değildir. Hiç kötü söz kullanmaz. Güzel konuşan bir yöneticidir. Ne söylerse ne kadar söylerse dinletiyordur. Geniş bir kültürü, araştırıcı ve kovuşturucu bir çalışma gücü vardır. Dövdüğü, sövdüğü görülmemiştir. Öğretmen ve öğrencilerden büyük bir saygı toplamaktadır. Onunla birlikte enstitü ruhu, enstitü kişiliği başlamış, kiminle olursa olsun tam bir tartışma özgürlüğü ortamına girilmiştir. Okuldaki işler de tam bir disiplin tam bir düzen içinde ilerlemektedir. Ayrıca o ve öğretmenler sayesinde tam bir okuma seferberliği başlar. Hele O’nun bir bayramda soğuktan donan suları kazma kürek açmaya giderken, soğuktan yorganın altından çıkamayan öğrencilerine, “Bayramda çalışırız, bayramlar için.” sözü tüm öğrencilerin içinin bir anda ısınmasına ve O’nun arkasına düşüp suları açmaya gitmesine neden olur.

O yılsonunda dersler bitip yaz tatili gelince, ilk izne gitme sırası Taliplerdedir. Talip o yıl bedence oldukça gelişmiş, hem boy atmış, hem de kilo almıştır. Biraz da saçlarını uzatmış artık iyice delikanlı olmuştur. Köyüne geldiğinde evinin kapıları, pencereleri sanki küçülmüş gibi gelir kendisine. Ama asıl değişme ya da gelişme Talip’in fikirlerinde olmuştur. Çünkü artık babası ile birçok konuda birbirini anlayamaz olmuştur. Ama şu bir gerçekti ki herkes Talip’e imrenerek bakıyordur. Komşular, akrabalar, arkadaşlar… Hele akranları hayranlıkla Talip’e bakarlar ve içten içe kıskanırlar.

Talip ve arkadaşları üçüncü sınıfta iken, 2. Dünya Savaşı’nın maddi ve manevi zorluklarıyla karşı karşıya kalırlar. Birden öğrenci sayıları artmış; binalar, derslikler, araç gereçler yetmez hale gelmiştir. Yatakhane bir buçuk kilometre uzakta olup, o karda kıyamette, her akşam oraya gitmek hiç de kolay değildir. Çok sıkıntılı yılardır o yıllar ama bu sıkıntılar aynı zamanda Talip ve arkadaşlarının dayanıklılığını arttırmış hayatın çetin şartlarına karşı onları daha dirençli hale getirmiştir.

Köy Enstitülü kızlar denilince kitaplar dolusu konuşulabilir. Onların çalışkanlığı dayanıklılığı, en ilkel yerlerden gelip en bilinçli en uygar birer bayan olmaları Anadolu köy kadınının kurtuluşu bakımından çok ilginç bir deney olmuştur. Köy Enstitüleri yıkıldıktan sonra köy kızları okuyup öğretmen olma imkanlarını hemen hemen temelden yitirirler.

3. Sınıftan sonra dersler daha çok mesleki konulara kayar. Öğretmenler fırsat buldukça derslerde öğrencilerine köy öğretmenliğinin gereklerinden, köy toplumunun yapısından, köylerde yapacakları çalışmalardan söz açar. Öğrencilerin düşünceleri, ülküleri hep köye döndüktür. Köyden uzaklaştırıcı değil, köye çevrik bir eğitim verilir, köyün bu ülkenin temeli olduğu ama bugüne kadar hep ihmal edildiği, aydınların köyde çalışacak kişilikte yetiştirilmediği, köyün bilinmediği, onun için devlet çalışmalarının köye ulaşmadığı gerçeği ortaya konmaya çalışılır.

Talip son sınıfa geldiğinde bir an önce okulu bitirip öğretmen olarak köyüne dönmek ister. Çünkü hem köy özlemi içini yakıp kavurmaktadır, hem de köye dönüp fukara babasına yardım etmek istemektedir. O yıl Talip’in bir üst sınıfı mezun olmuş ve toptan Hasanoğlan’a götürülmüştür. Çünkü orada yeni açılan Yüksek Köy Enstitüsünde 3 yıl daha okuyup okulu bitirdikten sonra köy enstitülerinde öğretmen olacaklardır. Bu durum Talip’in de kafasını karıştırmıştır. Bir yandan öğrencilik yaşamının sıkıntıları, bir yandan özgür olma, köye kavuşma arzusu. Diğer yanda ise gidip okumaya devam etmek, yüksek öğretim yapmak, bilgi ve görüş ufkunu genişletmek, yükseltmek. Talip bu iki durum arasında neye karar vereceğini bilmeden sürüklenip gitmektedir.

Son sınıfta Talip ve arkadaşları sekizer onar kişilik gruplar halinde köylere staj için dağıtılır. Çekilen kura sonucu Talip’in kurası Çifteler bucağına çıkar. Talip yakın arkadaşlarıyla staj için oraya gider. Orada öğrencilerle, köylüyle kaynaşır ve onlarla ahbap olur. Öyle ki staj bitip Çifteler’den ayrılırken, Talip ve arkadaşlarının öğrencileri gözyaşlarını tutamazlar.

Artık Talip’in bitirme sınavları yaklaşmıştır. Talip’in ise niyeti netleşmeye başlamıştır. Babasının üzüleceğinin farkındadır. Bu onu da üzmektedir. Ama öğrenime devam etmenin daha iyi olacağını düşünür ve yüksek kısma gitmeye karar verir. Bu karar neticesinde okul bitince otuz kişiye yakın arkadaşıyla trenle Ankara üzerinden Hasanoğlan’a giderler.

Talip ve arkadaşları sabahları Enstitü’de kampana çalınca uyanır kahvaltı için yemekhaneye giderler. Saat sekizde ders başlar. Orta kısım sınıflara, dersliklere, sanat ve tarım işyerlerine, Talipler de sınıflarına dağılır. Dersleri renkli tartışmalı geçer. Ekim ayı gibi dersler başlamış, herkes bir kola ayrılmış, Talip de güzel sanatlar koluna ayrılmış, kendisine bir keman verilmiştir. Talip müzik alanında kendisini iyice geliştirmiştir. Cumartesi günleri Ankara’ya inerler, Pazar günleri ise hafta içindeki derslerine çalışırlar. Günlük çalışmalar diğer enstitülerde olduğu gibi yürütülür. Öğrenciler iş içinde iş yaparak eğitilirler. Sıkılmak usanmak bir yana, eve mektup yazacak vakitleri bile yoktur.

Talip ve arkadaşlarının ilk yıl yüksek kısım binaları olmadığından, dağınık binalarda ders görürler. İkinci yılın başında kendi binalarını kendileri yaparlar. Bina, iki katlı, on iki derslikli, geniş salonları bulunan büyükçe bir yapıdır. Ustası, kalfası, plan uygulayıcısı, amelesi, hep öğrenci ve öğretmenlerden oluşmaktadır.

Köy enstitüsü öğrencileri, amaç olarak köylerin kalkındırılması, okutulup uyandırılması için yetiştirilir. Bu fikirleri tehlikeli bulan çevrelerce çeşitli iftiralarla, enstitü düşmanlığı yapılır. Hatta bazı öğrencilerde bu kişilere yardım eder ırkçı ayrılıklarla Enstitü’nün kutuplaşmasına neden olurlar. Gittikçe tehlikeli olmaya başlayan çatışmalardan endişe duyulmaya başlanır. Durumun farkında olan hocaları Hakkı TONGUÇ onları şu sözlerle uyarır: “Siz yapılamaz sanıyorsunuz ama bir gün bu enstitüleri kapatırlar. En azından temelden değiştirirler. Siz okudunuz, kurtuldunuz, ama sizden sonraki köy çocukları okuyacak okul bulamazlar. Binanın temelini oyan fare olmaktan vazgeçin. Köy enstitülerini, siz köy çocukları kendiniz yıkacaksınız, dikkat edin.” Bu sözlere rağmen zararlı öğrenciler, yine de yaptıklarından vazgeçmezler.

Üç yılın sonunda Talip gerek Hasanoğlan’da aldığı eğitim, gerekse yazları stajlarda kazandığı deneyimle kendini iyice geliştirmiş, daha bilinçli, daha birikimli, daha olgun, güzel sanatların çeşitli dallarında bazı beceriler kazanmış biri olmuş, mezun olacağı güne iyice yaklaşmıştır. Artık 21 Köy Enstitüsü’nden birine öğretmen olacaktır. Doğudakiler, batıdakiler, kuzeydekiler, güneydekiler… Hangisi olursa olsun onun için fark etmemektedir.

Talip, Kütahya türküleri üzerine yapmış olduğu tezi vermesiyle mezuniyetinin önündeki büyük bir engeli de aşmış, öğretmenliğe bir adım daha yaklaşmıştır.  Bir aya yakın süren sınavların da başarıyla tamamlanmasından sonra artık beklenen gün gelir çatar. Çektiği kura sonucu Cılavuz’a yüksek öğrenim mezunu bir öğretmen olarak atanan Talip, böylece yıllardır kısıtlı imkânlarla, zor şartlarda verdiği emeğin, karşılığını almış ve hayallerine kavuşmuş olur.

Sunay AKHİSARLI

 
Toplam blog
: 425
: 3089
Kayıt tarihi
: 06.12.06
 
 

Gazi Eğitim Fakültesi, Eğitim Bilimleri Bölümü, Eğitim Yönetimi, Teftişi, Planlaması ve Ekonomisi..