Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

26 Kasım '09

 
Kategori
Kültürler
 

Köyde eski bayramlar

Köyde eski bayramlar
 

Birkaç gün önceden başlardı bayram telaşı. Hazırlıklar büyük heyecanla yapılırdı. 

Çocuklar, giyinir kuşanır, donanır, kadınlar kızlar akşamdan kına yakarlardı ellerine. Çocuklara allı yeşilli poşu bağlanır ve ellerine birer şeker tutuşturulup salıverilirdi sokağa. 

Bayram sabahı erken kalkılır, erkekler camiye gider, onlar gelinceye kadar kadınlar yemek yapardı. Çorba ve tavada yumurtanın dışında yemeklerin çoğu bir gün öncesinin akşamında hazırlanırdı . Bunlar, baklava, dolma mantı, sulu köfte, sütlaç gibi el emeği isteyen yemeklerdi. Yemekler, kocaman, bakır “meydan sinisi”nin üstüne tabaklar ve ekmeklerle dizilir, “evin erkeği” onları alır köy odasına götürürdü. Mahallenin tüm erkekleri aynı şekilde yemek getirir, birlikte yerlerdi. Yemekten sonra bayramlaşılırdı. 

Hane sahipleri evlerinde beklerken, ziyaretçiler gelir giderdi. 

Bayram, bahara denk gelmişse, köyün genç kızları, öğleye doğru, köyün kenarında, çayırlı çimenli bir yerde toplanırlar, ellerinde tefler türkü söyler, halay çekerlerdi. Özellikle evlenecek delikanlılar buraya gelerek kızların oyun ve danslarını seyrederlerdi. Erkekler, kızlarla aralarında en az on metre mesafe bırakırlardı. Yaklaşılmış olsa, ortamın tadı kaçar ve hiç iyi karşılanmazdı. 

Çocuklar el öpmeye gider, şeker toplarlardı. Şeker kıymetliydi. Şimdi olduğu gibi şekerler bol çeşitli değildi. Akide şekeri, Konya şekeri, sormuk şekeri. Çocukların daha çok sevdiği kağıtlı şekerdi. Çikolata bilinmezdi. 

Saat, değerliydi ve çok az kişinin saati bulunurdu. Saat, radyo çok pahalı şeylerdi. Saat Ramazan ayında hatırlanırdı. 

Ezan, hoparlörsüz, doğal sesle okunur, ezan vaktini, ezanla birlikte çocuklar bağırarak duyururlardı Ramazan ayında. O doğal, güzel ses, köyün içinde dalga dalga yankılanan bir sesti. 

Oruç tutanlar, ezan vaktini çocuk sesleriyle duyarlardı. 

Ayazlı kış günlerinin akşam soğuğunda, soğuktan ayaklarını zıplatarak , oruç ağızlarıyla, ellerinde incir, ezan bekleyen çocukların elleri, ayazdan kıpkırmızı kesilirdi. 

Çocuklar, şehirlerde top atıldığını ve bununla ‘oruç açıldığını’ duyarlardı büyüklerinden. Fakat topun nasıl bir şey olduğunu, nasıl atılıp patladığını bir türlü hayal edemezlerdi. 

Ya, Kurban Bayramının kurbanları, kınalı koçlar? Çocukların elinde günlerce beslenip, onlarla haşır neşir olan kınalı koçlar! O güzelim hayvanlar nasıl çocukların gözlerinin önünde kurban edilirdi? 

Dayanamayıp, kurban edilen hayvana ağlayan çocukların ellerine akide şekeri tutuşturulurdu. 

Bir Fransız’dan dinlemiştim. Yabancı düşmanlığının zirveye tırmandığı yıllardı. Yabancı düşmanlığının nedenlerini soruyordum. Verdiği ilginç bir örneği hiç unutmam. 

“Komşum Faslı bir Müslüman var. Kurban Bayramı yaklaşırken bir koyun alır apartman merdivenine bağlar. Hayvan orada birkaç gün meler ve çevreye koku yayılır. Ne söylersek söyleyelim Faslı laf söz dinlemez. Biz Fransızlar bundan rahatsız oluruz.” Demişti. Herhalde bu gün öyle bir durum söz konusu değildir. 

Zaman geçtikçe kültürler de değişiyor. Kurban bir törendi. Çoğu yerde kurbanı artık kasaplar kesiyor. Kurban sahipleri hayvanı görmüyor bile. 

Bayramlar da öyle. Bayramlar, bir kültür ve ritüelden ziyade dinlenme ve tatil olarak görülüyor. Hüseyin Seyfi 

 
Toplam blog
: 498
: 1546
Kayıt tarihi
: 12.08.07
 
 

Öğretmen Okulunu ve İktisat Fakültesi Kamu yönetimi bölümünü bitirdim, eğitimciyim, İyi derecede ..