Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

15 Haziran '12

 
Kategori
Siyaset
 

Köylüler de sanal siyasete karışır!

Köylüler de sanal siyasete karışır!
 

Metin ERSAN'ın SUSUZ YAZ filminde iki köylü olarak Hülya Koçyiğit ile Erol Taş (1963)


Atalarımızın dediği gibi ateş olmayan yerden duman çıkmaz. Bize düşen görev bazı belirtilere göre kendimizce yorumlarda bulunmaktır. Kim bilir bilemediğimiz nice gizli sebepler vardır işin içinde. Dumanı görerek kimi yorumlarda bulunmak yerine ateşin gizemine ulaşmaya çalışırız. İşin içinde 'aman cısss!' türünden bazı uyarılar ile bazı yaptırımlar olsa da olayların nedenleri ile sonuçları bizi çok ilgilendirir. Yoksa 'peynir gemisi' nasıl yürüyebilir, değil mi?

Yine de biz biz olalım ne ateşle oynamak ne de gereksiz yere ateşe odun atmak iyi bir davranış içinde bulunalım desek de 'bu da benim düşüncem' diyerek ortaya atılırız birden. Oysa bu çıkışlarımız gizli ya da açık da olsa birilerinin gözünden hiç kaçmaz. Bu yüzden biz biz olalımyine de tedbiri elden bırakmayalım. Ne de olsa yerin kulağı var. Ne olur ne olmaz, değil mi?

Gelelim şu ateş ile odun konusuna yeniden: Her ateşin yol açtığı yangın değişik zararlara yol açsa da ilk başta her ateşin çevreye yaydığı duman yakından olduğu kadar uzaklardan da görülür. Uzar gider gökyüzüne doğru o duman. Tut tutabilirsen!

Bu durum bir dağ başındaki dumanın tütmesinden bir sokaktaki çöpün yakılı vermesine kadar çoğaltılabilir. İyi ki yangın söndürme diye bir tutku ile bütün yangınları söndürmek ister insanoğlu. Yoksa bütün yeryüzü bir çırpıda yanarak kül olacak bir gün. Bu arada ormanlarda bile bile yangın çıkartan ile orman talancılarını nasıl unutabiliriz, değil mi?

Gerçek yangınlar kadar yakıcı olabilen öyle yangınlar vardır ki düşman başına denilecek nice özelikler taşır. Kimilerinin ocağına yangın düşmesi hiç de istenilen bir durum olmasa bile bu gibi acı olaylar da geliyor başa.

Bu yangın türlerinden bir de siyasi yangınlardır bildiğimiz gibi. Bu yangının nerede ne zaman parlayacağı belli olmaz. Bir ocakta, bir dağ başında, bir gemide ya da her hangi bir mahfilde başlayan bu yangın günden güne yayılır. Ateş bacayı sarmaya görsün, denildiği gibi bu siyasi yangın türü de çoğu ocağın tütmesini, serpilip gelişmesini de sağlayan az çok denetim altına alınmış bir yangın türüdür. Yakınındakileri değil de uzaktakileri yakıp kül etmek için tutuşturulur birilerince.

Bilindiği gibi siyaset de deniz gibidir. Bu yüzden siyaset denizinde de büyük balıklar küçük balıkları yakalar yakalamaz yer, yutar. Karşılıklı boğuşmayı da içeren bu kapışmada ne sevgi saygı ne muhabbet ne arkadaşlık ne ortak düşünce ne de kol kola girerek dolaşmak vardır. Bazı fotoğraflardaki sarmaş dolaş olma durumları ile tokalaşmak gibi durumların nelere gebe olduğunu da kimsecikler bilemez.

İşte bunları düşünürken Göçe Dağ'ın yamacındaki meşenin altında bilgisayarımı açarak gezinmeye başladım. Bir de gördüm ki uzaklardan ya da sanal ortamda tanıştığım @ Rıfat Bey de bu durumda ortaya çıkan bir dumana katkıda bulunmak istemiş. Duman dediysem Allah muhafaza öyle orman, ev, fabrika, tersane ya da araba yangını değil. Siyasi bir duman bu.

Bilindiği gibi yıllardan beri alabildiğine altına odun kayılan bir ateştir siyaset. Bundan dolayı da ne taeşi söner ne de günden güne değişik renklere bürünen dumanı azalır. Bu durumdan alaan da razı veren de razı gibi bir sonuç çıkartanlar kadar bu kör döğüşü gidişten hiç de mutlu olmayan kesimler de var. Böylece siyaset toplumun kimi sorunları için değişik çözün yolları üreteceğine kendisi bir sorun olup çıkar. Bu yüzden ne siyaset ateşi ne de siyaset dumanı durmak bilir.

Bilgi sayarımı açar açmaz bir de ne göreyim: Karşımda yine o bildik siyasetten kargacık buracık yazılar, fotoğraflar kol geziyor karşımda. Terör odaklarının silahlı ve sözlü saldırılarının dumanı ise yine almış başını gidiyor. Bir yandan da bütün sorunlarından ayrıştırılmış ve sadece Arap din kardeşlerimize önerilebilecek türden ileri demokrasi modeli bir Türkiye propagandası her yere kol kanat germiş bulunuyor.

Bu gibi derin konularda çok çarpıcı görüşlerini kısa kısa açıklamayı seven @ Rıfat Bey diyor ki:

'Bahçeli hiç değişmemiş... 2002 öncesi batarken de aynıydı, Fethiye'deki depremi karşılarken de aynı adam.. "İşte geçti..." diyor.'
Merak bu ya @ Ben Ankara yine bir sazan gibi dalmış konuya:

'Yenilen pehlivan gibi değil mi? Belki bir gün Topal Timur gibi gelir yeniden! Çıkmamış candan bir umut.'

Onları okurken 'ne güzel be dedim' içimden herkes ayrı telden açlıyor. Sanırsın bir çay ocağında ellerinde bardakları gelip geçenlere de bakarak çay yudumluyor bu bilgiçler.

Az daha ilgilenince bir de ne göreyim @ Rıfat Bey 'dut yemiş bülbül gibi' oturup duruyor. Gözleri dalmış uzaklara; belli ki bir tasası var. Başı dumanlı; sigarasını çekip duruyor ikide bir.

@ Ben Ankara söze girmiş yeniden:

'Bir de değişmek adlı muamma her babayiğidin harcı değildir. Öyle sanıldığı kadar kolay değil değişmek. Köprünün altından çok su akması gerek. Çilesini çekeceksin bazı konuların. Herkes sana hak verecek. Sütten çıkmış ak kaşık gibi görüneceksin. İşçi Partili şair ve düşünür İsmet ÖZEL de değişmişti ne oldu!? Şimdi kendisini unutturmamak için baltayı bir o taşa bir bu taşa vuruyor!'

Belli ki @ Rıfat Bey siyaset denizinde oldukça derinlere dalmış en az @ Ben Ankara kadar. Birden geçmişe dönüş yapmış o da:

'99 seçimlerinden sonra Sn. Bahçeli'ye başbakanlık altın tepsi de sunulmuş.. Beyefendi kabul etmemiş.. Peki şimdi neyin peşinde beyefendi..?'

O sırada @ Ben Ankara gibi köyün yamacındaki çay ocağında bulunan bütün köylülerde de şafak atmış.

Şimdi o andan bu ana kadar mı desem akşamdan sabaha kadar mı desem Sn. Bahçeli'den gelecek olan cevabı beklemeye koyulmuşlar.

Beklemek güzel de ne kadar bekleyebilirler orası karışık. Çünkü Sn. Bahçeli'nin nerede hangi konuyu dile getireceği konusunda bazı kuşkuları varmış bir duyuma göre. Bu yüzden 'bekleyelim bakalım, diyerek çaylarından birer fırt daha çekerek batan güneşe dönmüş oldukları bitli sırtlarını kaşımaya başlamışlar tek tek.

Herkesin derdi başından aşkındı. Yaz tatili için köye gelenler bile parasızlıktan dem vuruyordu. Oturanlardan biri 'şimdiden işin önünü kesmeye başladı' derken diğeri 'ölsem de ondan para pul istemem' dedi. Onları dinleyen Bıyıklı Kel 'davarları satarım da şu bilmem hangi birilerinin adamı kılıksızdan beş para istemem' diyerek girdi söze. Yaşlı Yüksekten Uçar da 'gölge etmesin başka bir şey istemem' dedi iğrenerek.

O sıra çalıların arasından çıka gelen Çoban Yazar ortalığa eski bir tartışmanın sonucunu getirir.

'Kime ne arkadaş takdir iki kardeşin. Aha buraya yazıyorum son kanaatim Gül son cumhurbaşkanı, Erdoğan da ilk devlet başkanı olur. Bir süre Meclis de kapatılır. Abdülhamid de öyle yapmış ya ortalık karışınca' deyiverdi iki elini de yan ceplerindeki paraların üstünde gezdirirken. O sıra onun sıkı fıkı arkadaşı başındaki takkeyi çıkararak boynundaki tozu silerken orta yere:

'Kaostan, karışıklıktan, istikrarsızlıktan beslenen çakallar, Abdullah Gül güzellemelerine başlarlar; bir daha aday olmasına oynarlar artık' dedi.

Oturanlar birbirlerine bakıştılar ossaat. Ortalık buz gibi olmuştu. Alaca Kerkenez ayağa kalkarak: Gene oturduğun yerde yazdın yazacağını. Bak sana bir şey diyeyim: Büyüklerin işine karışılmaz. Boyundan böyük laf etme. Bir kaçınızın kaç gecedir uykusuz kaldınız belli. Gece yarılarına kadar oturarak televizyonlarda dinlediklerinizi burada kusuyorsunuz. Unutmayın 'kılıç kuşananın, at binenindir! Aha gittim...'

O sıra ağacın gölgesinde uzandığı yerden doğrulmaya çalışan Yanıkırık Mulla derin bir çekerek, 'Biz bu tevatürleri çok duyduk, çok yaşadık. Neyin ne olacağını ancak Allah bilir. Gendinizi yorman ağşam ağşam. Bir de bilin ki 'Atlar tepişir, arada eşekler ezilir.'

Onlar bir bir ayağa kalkarken ben de usulcana bilgisayarımı kapattım. İçimden 'yasama, yürütme, yargı ve basından sonra beşinci güç olarak sanal tartışma köylerde bile etkilerini göstermeye başladı' dedim. Onların hiç birine kendimi sezdirmeden o yamaca gelip konumuş olmanın akşam güneşi yanığı ile meşenin gölgesine uzandım yeniden.


Gelecek yazımda çok eskilerden bugünleri görbilen iki kişiden söz açacağım. Onlar göz göre göre unutturuldu bence. Oysa son hukuki gelişmeler ile bazı özel uygulamalar nedeni ile onlar tartışmalarımızda boy göstermek zorundadır. Kimdir bunlar yazıvereyim. Biri adaşım sayılır: Amerikalı yazar ve gazeteci Omar V. Grimson. On dört kitap yazmış. Diğeri ise İngiliz yazar George Orwell. O da topu topu dokuz kitap yazmış. Adaşım Grimson, İngiliz Orwell kadar tanımış değildir ülkemizde. Sabırlı olalım. Yakında her ikisi de Yamaçlı Köyünün meşesi altında buluşarak bize bazı görünenler ile görünmeyen kimi gerçekler konusunda ipe sapa gelmez gibi görünen bazı bilgileri vermeye çalışacaklar. Unutmayalım ki bilgili olmadan güçlü olamazsınız. Şimdilik kalın sağlıcakla.

 


 

 
Toplam blog
: 570
: 1034
Kayıt tarihi
: 14.09.08
 
 

1974'te H.Ü. Sosyoloji ve İdare Bölümü'nü yüksek lisans tezi ile bitirdim. 1976 yılında yapımcı y..