Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

10 Haziran '08

 
Kategori
Gündelik Yaşam
 

Kuantum gerçeği 5 – Mutluluğun denklemi

Kuantum gerçeği 5 – Mutluluğun denklemi
 

aşk, başarı, özgürlükler, yalan ve mutluluk üzerine


Gerçekçi olalım mı? İkna edici yoldan bize mutluluğun formülünü vaat etmeyen hiçbir şey kalıcı olamaz. Dinlerden başlayın, toplumsal ideolojilere bir göz atın ve reklamları izleyin. Sunulan her ürünün içine endorfin uyarıcıları zerk edilmiştir. Peki, neden halen mutsuzuz? Çok basit. DOĞADAKİ GERÇEK BU DEĞİL!

Sevdiğim şu sözü sizlerle de paylaşmak isterim. “Hilekarla tamahkar pazarlıkta kolay anlaşır.” (Yorumsuz)

Dört bölümü geride bıraktık ve okuduklarınızın özeti şu. Maddenin bütünü, algıladığımızla sınırlı değil. Sınırın ötesini görebilmek içinse, altıncı duyumuz eşliğinde beynimizin bakir bölgesini de kullanmalıyız. İmkansız mı? Hayır! Sadece, başlarken biraz tuhaf…

Peki, bunu neden yapacağız? Tek bir şey için. DAHA MUTLU YAŞAMAK! (Bir endorfin pompalaması daha)

Hatırlayalım. Kuantum fiziği yeni bir buluş değildi, felsefesi ile yeni bir bakış getiriyordu ve buna bakmak için biyolojik gözümüzün kabiliyeti yeterli değildi. Başka bir gözle bakmayı denemeliyiz. Ben, bu noktada bir öneri getirmek isterim. Sevildiğine inandığım bir tabirdir. “Gönül gözü ile görmek”. İşe yarar mı sizce?

Belirsizlik söylemleriyle klasik bilimin determinist felsefesinden kopunca, üstüne üslük maddeyle “dalga” geçmeye kalkışınca olacağı buydu. Hadi bakalım! Bundan böyle, bizi gönül meseleleri paklar. İyi de amaç mutluluksa eğer, formülünde “aşk” yok mu? Gelin, sizinle kuantum felsefesi eşliğinde aşkı tartışalım.

Ama önce beğendiğim şiirsel bir anlatımı paylaşmak istiyorum. Bir söz ustası aşk için şunları söylüyor, “Sevdiğini mutlu et, sevmiyorsa ittir et” Yok tabi bu değildi. Bu, lümpen edebiyatını sevenlere gönderme…

Şair’den aşkı anlatmasını istiyorlar. Bekletmeden diyor ki;

Uzanırsın ulaşamazsın

Ulaşırsın dokunamazsın

Dokunursun bırakamazsın

Bırakırsın unutamazsın…

Acılı ama doyurucu bir tarif. Gerçekte aşk, temel bilimler içinde fiziğin değil kimyanın ilgi alanında yer alır. Laboratuarlarda, zincirleme reaksiyonlar ve bileşik tepkimeler üzerinden analitik çözümlemeyle anlaşılır bir tarifi yapılarak reçeteye dönüştürülüp insanlığın hizmetine sunulmalıdır. Arkadaşlar uyuştunuz bakıyorum. Nerde o uzaktan yaklaşan cisim? Bir uçan tekme daha bekliyorum ki, kendime geleyim. Yok mu?

Lafı dolandıracağım elbette zira aşka tarif aranmamalı. Aşk, duyguların orgazmıdır ve sadece yaşanmalıdır. Beklentiler dünyamızda baş aktör, mutluluğun formülünde etken değil edilgin faktördür. Ancak, bir de kuantumun paradoksal felsefesiyle yorumlarsak, “aşk sevginin türevidir ve sevmek için sevmek meleklere özgü, sevilmek için sevmekse insana mahsustur.” İşte bu paradoksu çözebilen, aşkını melekler gibi yaşıyor.

Burası tam olarak anlaşılmadı değil mi? Peki, “ben ne zaman burada olursam burada olunacak” dediğimde bu anlaşılmış mıydı? İlk dört bölümü okumayanlar öyle bakıyor tabi. Olsun. Okuyan da bir, okumayan da…

Demem o ki, hayatı kasmamalıyız. Gerçek mutluluğu yaşatan iki temel faktörden biri “aşk” diğeri “başarı” duygusudur. Her iki duygunun da hezeyanı mevcuttur. Aşkta hezeyanı, sevilmek için severken yaşıyoruz. Bu ise, içten içe bir dayatmadır. Yani, bencilliğimizin bize oyunudur. Tuzaktır. Sonu daima mutsuzluktur. Oysa özgür bırakılmalıdır ruhlar. Önce kendimizinkini özgür bırakacağız ki, gerçek aradığını bulsun. Sonra bulduğumuzunkini serbest bırakacağız ki, başlangıçta inandığı -aradığının biz olduğu- fikrinden soğumasın.

Hani denir ya, “birinin seni istediğin gibi sevmiyor olması, seni sevmediği anlamına gelmez.” Kendi istediği gibi sevecek elbette. Sevgileri yarıştırmak değil, benzer sevgileri buluşturmak amaç olmalı! Değil mi?

Aşkı yaşamaktan yorulmak olmaz ama anlatmaktan yoruldum Dostlar. Daha fazlasını istiyorsanız yazın tartışalım. Benden bu kadar. Gelin, biz şimdi mutluluğu belirleyen ikinci faktöre geçelim. Onun ve özellikle ondaki hezeyanımızın daha anlatılır olduğuna inanıyorum. “Başarı duygusu

Mutluluk kendi başına bir duygu değildir. “Mutluluk, varlığımızı hissetme beklentisiyle oluşan duygularımızın tatmini sonucunda yaşadığımız durumun adıdır.” Bakın bu cümleyi kurarken epeyce uğraştım ve içine sizin için özellikle anahtar bir kelime yerleştirdim. “Hissetme!” Şimdi, bu kelimeyi “hissettirme” yapın ve cümleyi yeniden okuyun. İşte bu kez de, bana göre mutsuzluğun tarifini okudunuz…

Varlığımızı anlama ve tanıma yani “hissetme” yerine, varlığımızı hissettirme mücadelesine koyulduğumuz anda bizim için aşkın kanunu da, başarının tanımı da değişmiş demektir. Bu ise mutsuzluğa yolculuktur. Bize mutluluğu yaşatacak, aşk duygusunun yerini “sevgi arsızlığı”, başarı duygusunun yerine ise kontrolsüz bir “yok etme hırsı” alır bir anda ve mutsuzluk dünyamızın “mazeretler diyarı”nda yaşama devam ederiz.

Dostlar bilmeliyiz ki, başarı duygusundaki mutsuzluğu tetikleyen hezeyan aşkta olduğu gibi içten-içe değil, dıştan-içe yaşanmaktadır. Çevremizin ve toplumun bize dayattığı başarı tarifi altında ezildiğimiz sürece kendi başarı tanımımız hayallerimize hapsolacak ve bu durum mutsuzluğumuzu gittikçe katmerleyecektir.

Ey Millet uyan! Kendi başarı tanımımızı başkalarına yaptırıp da mutluluğumuzu kurda kuşa kaptırmayalım.

Ey Toplum dinle! Bırakalım artık ardımızdan gelenler başarı tariflerini kendileri yapsınlar ki, dünya bu milletin yetenekleriyle ve gerçek başarmış değerleriyle tanışsın. Henüz doğmadan katlini vacip kılıp, hayal zindanlarında çürüttüğümüz sanatçılarımız, sporcularımız, bilim insanlarımız bundan böyle yaşasın.

Coştum mu ne? Tamam. Haklısınız. Ama bu satırların, önceki bölümlerdeki bilimsel nosyonu taşımasını da beklemiyorsunuz değil mi? Biliyorsunuz ki kuantum fiziğinin temellerini önceki bölümlerde geçmiştik, felsefesine yani fizik ötesine, diğer adıyla “metafizik” düşünceye bir pencere aralıyoruz artık.

Mutluluğumuzda belirleyici iki temel faktör olarak aşk ve başarıyı tartıştık. Bu faktörlerin bir ortak paydası hemen dikkatinizi çekmiş olmalı. Her ikisi de ruhsal özgürlüğümüzle direkt bağlantılıydı. O halde daha basit bir ifadeyle şunu söyleyebilir miyiz? Ruhsal özgürlüğümüzü kazandıkça mutluluğumuz da artacaktır.

Kendisi arttıkça mutluluğu da artıran iksiri bulduk diyelim. Fikrimce, mutluluk bahsinde söylenebilecek bir tek önemli mesele kalmıştır. O da, kendisi arttıkça mutluluğu azaltan musibet. Dostlar, bunun adı “yalan”. Daha karmaşık bir şey bekleyenleriniz varsa hemen söylemeliyim, ondan karmaşık bir şey düşünemiyorum. Ancak ben, karmaşayı değil yalını aktarmaya çabalıyorum. Neden yalan söyleriz? Bunun cevabı çok basittir. “Başkaları da bize söyleyebilir zannıyla ve yaşam mücadelesinde geri düşmemek için yalan söyleriz.” Peki, bir soru daha soralım kendimize. Kimsenin yalan söylemediğinden emin olduğumuz bir dünyada, yalana ihtiyacımız kalır mıydı? Bu soruya tereddütsüz “hayır” diyebilen bizler lütfen unutmayalım ki, çevremize böyle bir kitleyi seçme ve onlarla yaşama devam etme hakkımız daima elimizdedir.

İşte size mutluluğun denklemi! Kendimizi yalandan arındırdığımız bir dünyada yaşarken, ruhlarımızı özgür kıldıkça mutluluğumuz artacaktır. Hayal mi sizce bu? Korkuyorsunuz! O halde mutsuz yaşayacaksınız

Dostlar, mutsuzluk kaderiniz olmasın. “Kader elimizde mi?” diyenler! Sonraki bölümde görüşmek üzere…
 
Toplam blog
: 36
: 1267
Kayıt tarihi
: 25.05.08
 
 

İstanbul'da doğdu. Teknik Lise Elektronik Bölümünde okurken rakamlara olan ilgisini de keşfetti. ..