Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

01 Nisan '17

 
Kategori
Gezi - Tatil
 

Küba gezi notları (Santa Clara)

Küba gezi notları (Santa Clara)
 

santa clara che guevara anıt mezarı


18  OCAK  2017  (  HAVANA  -  SANTA  CLARA  )

Akşam Proda’da gençlerin müzikli eğlenceleri vardı. Oldukça da keyifliydi. Saat 24.00’de bıçak gibi kestiler programı, Prado sessizliğe kavuştu derken bu kez köpeklerin ve sarhoşların naraları yankılanmaya başladı, bir de tam gaz giden egzostu patlak araçların sesleri.

Sabah saat 07.00’de uyanıp, çantalarımızı toparlıyoruz. Federico ve karısı Janet üst katta oturuyorlar. Kapıdan Carcel sokağına çıkıyoruz, Federico balkondan sesleniyor, bekleyin diye. Dönüşten bir gün öncesi için de aylar önce bir gecelik rezervasyon yaptırmıştım. Ama, anlaşılan daha uzun süre kalacak birilerini buldu, benim rezervasyon yerine başka almış. Bozuldum tabii. Aşağı iniyor ve “ ya telefon edin, ya da kaçta geleceğinizi bildirin, size yer bulayım “ diyor. Açıkçası pek niyetim yok tekrar Federico ile karşılaşmaya, bu davranışından ötürü.

Havana’da turistlerin havaalanı ulaşımından sonra çektikleri ikinci çile, diğer kentlere gitmek için kullanacakları Viazul Otobüs Terminalinin uzaklığı. Kuş uçuşu 5 kilometreden fazla, demek ki, en az 7-8 kilometre var ve merkezden buraya ne carro ve de gua gua ( halk otobüsü ) gidiyor, tek seçenek taksi ile gitmek. Federico’ya soruyorum, “ terminal için taksiye ne kadar ödeyeceğim. “ diye, küçümseyerek “ ten “ diyor.

Prado’nun karşısına geçip beklemeye başlıyoruz. Arkasında yolcu olan bir Carro duruyor, Viazul Terminali için ilk ağızda 8 CUC diyor. Tamam deyince, arkadaki yolcuları başka caroya aktarıp çantalarımızı bagaja koyuyor ve hareket ediyoruz. Her tarafından çatırtılar gelen otomobil dağılmadan yarım saat sonra bizi terminale ulaştırıyor.

Küba’da şehirler  arası ulaşım için, yakın mesafelerde carro kullanılabilir. Ancak, uzun mesafelerde Viazul otobüslerini kullanmak gerekiyor. Çok param var derseniz şehirler arası yolculukları araç kiralayarak veya taksi ile yapabilirsiniz. Ben, iki ay önceden programımı yapıp buna göre şehirler arası ulaşım rezervasyonlarını internetten yapmıştım. Sistem, şaşılacak kadar hızlı çalışıyor. Önerim, kredi kartı değil banka kartı kullanmanızi ne olur ne olmaz.

Girişte ilk gördüğüm kuyruğa giriyorum. Küba, insanu kuyruklara böyle alıştırıyor anlaşılan. Yerliler, aradan sızıyor, söyleniyorum, kuyruğun sonunu gösteriyorum. Kimisi anlıyor, kimisi de gülerek pişkinliğe veriyor. Yarım saat sonra sıra bana geliyor, kadın elimdeki rezervasyon çıktısına bakıp, içerideki salona git diyor. Buradaki zenci kız, çıktıyı alarak, printerden yeni bilet çıktısı veriyor. Bir yandan da printerdan dumanlar çıkıyor.

Çok geçmeden çantaları teslim etmek için kuyruğa giriyorum. Üzerinde numara olan etiketleri iple çantaya bağlayıp, yarısını bana uzatıyor. Bak, bu tedbir hoşuma gidiyor. Havaalanlarında çantalara afilli etiket yapıştırır, yarısını sana verirler, ama, varışta, kimse kontrol etmez, benzetr çantalar başka ellerde çeker gider.

Verilen bilet çıktılarındaki koltuk numaraları sizi yanıltmasın, numara yok, bulduğunuz boş yerlere oturacaksınız. Herkes tek oturduğu için, siz çift iseniz, büyük ihtimalle ayrı ayrı oturacaksınız. Yahut, bizim yaptığımız gibi, ben, çantaları bagaja verirken, eşim önden biniyor ve bulabilirse iki kişilik koltuk buluyor ve beraber oturabiliyorduk.

09.30’da hareket ediyoruz, dört saat sonra Santa Clara’da olacağız. Havana varoşlarından geçiyoruz, aslında kentin kıyı mahalleleri merkezden daha bakımlı, tek katlı ve boyalı evler var, bahçeleri ile. Merkezdeki apartmanların bırakın boyasını, sıvaları dökülmüş, tuğlaları görünüyordu ekseriyetle.

Sonunda, Küba ulaşımının omurgasını oluşturan Auto Pista Nacional’e yani otoban’a çıkıyoruz. Nueva Paz köyünden geçtiğimizi gösteriyor off-line haritam, dikkat ediyorum burada bile Coppelia’nın dondurma ( helado ) dükkanı var. Coppelia Kübalılar için vazgeçilmez, Dondurma Katedrali diyorlar ona. Çitlerle çevrilmiş büyük arazilerde sığırlar yayılmış, geniş mısır ve şeker kamışı tarlalarından geçiyoruz.

Yolun yarısında mola veriyoruz. Dikkat ediyorum Viazullar hep dolu, araştırmalarımda taksilerin yolda çok arıza yaptığını, hele kiralık araçların gerekli yol işaretleri olmaması ve arıza yapmasının risk oluşturduğunu okumuştum sık sık.

Mola yerlerindeki tesisler hiç de salaş değil, tertemiz, bakımlı, kafe ve restoran kısımları ayrı, bazı standlarda hediyelik eşya da satılıyor.

Otoban dediğimiz Auto Pista Nacional giderek bozuluyor, Allahtan otobüsümüz, Küba’da çok kullanılan Çi,n malı Yutong’ların yenilerinden, yine de sarsaılıyoruz. Zaman zaman, genellikle mavi boyalı, maket gibi şirin ev kümelerinin oluşturduğu mahalle veya köylerden geçiyoruz.

Gökyüzüne pamuk gibi saçılmış beyaz bulutların altında hindistan cevizi ağaçları ve şeker kamışı tarlaları sonsuzluğa uzanır gibi gözlerden yitip gidiyor. 13.40’da kente giriyor, az sonra da Viazul terminaline yanaşıyoruz. Görevli, bagajları elimizdeki fişlerle karşılaştırarak, büyük bir dikkatle inceleyerek veriyor.

Az sonra, elinde isimlerimiz yazılı bir genci fark ediyorum. Janet, Santa Clara için telefon ettiğinde yer bulamamış, ancak, Casa Ricardo’ya uğramamız halinde yardımcı olacaklarını söylemişti. Anlaşılan bunlar göndermişti aracı. Böyle terminalde karşılanacağımızı düşünmemüştüm. Kamboçya hatırıma geldi, nasıl temin ediyorlarsa, bilet aldığımız ofislerden adımızı ve gideceğimiz yeri öğreniyorlar, vardığımızda ellerinde pankartlarla karşılıyorlardı kurnaz Kmerler. Bir kaç yer için peşlerine takılmış, hattâ motosiklet taksi ile gitmiştik. Neyse; bu karşılamalın kötü tarafı, götürecek taksilerin ve kalınacak yerin fazla fiyat istemeleri. 5 CUC’a anlaşıyor ve Calle Maceo ( Maceo Caddesi )’ndeki Hostal Buena Vista’ya getiriyor. Casa particular’dan çok, adı gibi 5-6 odadan oluşan temiz bir tesis çıkıyor karşımıza. Santa Clara’nın merkezi sanılan Park Vidal’a da çok yakın. Havana’daki uykusuz gecelerden sonra burada iki gece derin uykuların bizi beklediğini hissediyorum.

Bizi karşılayan genç kıza iki gece için 50 CUC vereceğimi söyledim, itiraz eder gibi oldu sonra da kabullendi.

Saat 16.00’ya doğru çıkıyor ve Park Vidal’e doğru yürüyoruz. Parkın hemen girişinde bulunanCoppelia dondurma dükkanının önünden geçerken, “ Metin Abi “ diye sesler duyuyorum. Bu nasıl bir İspanyolca olmalı diye düşünürken bir kez daha işitiyorum. Ses, Coppelia’dan geliyor, Havana’da Cespedes Parkı’nda Atatürk’ün heykelinin önünde tanıştığımız Sinan eşi ile oturduğu yerden bizi görmüş sesleniyor. Havana’dan Trinidad’a gidip, sonra buraya gelmişler. Oturuyor uzunca sohbet ediyoruz. Abi diyor, onca yer gezdim, yaklaşık on gündür Küba’dayım, ama bu ülkeyi çözemedim.

Küba’da normal çalışanlar 20 $, doktorlar 40 $ maaş alıyorlar. CUP geçen yerler veya karneyle un, yumurta v.s satılan yerlerin haricinde alışveriş yapıldığında hayat hiç de 20 veya 40 dolarla geçinmeye yetecek görünmüyor bence de diyorum. Her ailenin Amerika’da akrabaları, çocukları olduğunu bunların Küba’daki ailelerine yardım ettiğini duymuştum. Zaten, turizm sektöründeki gelişmenin, ülkenin sosyo-ekonomik yapısına dinamit koyduğunu, bu sektörden geçinenlerin, normal maaşın bir kaç katını bir günde kazandığını ve rejimin ya bu soruna çare üreteceğini ya da kapitalizmin vahşi bir gelir adaletsizliği yaratarak diğer sermayenin hakim olduğu ülkelerdeki gibi bir yaşamın başlayacağını anlatıyorum. Ve, Havana’da bir mağazanın girişinde gördüğüm çarpıcı bir pankartın fotoğrafını gösteriyorum.

Bugün, burada bir genç ile tanıştığını ve onun sayresinde çok güzel bir cafe ve restoran öğrendiğini söylüyor. Buraya gidip, birer kahve içerek sohbete devam ediyoruz. Akşam üzeri gün batımında Park Vidal çok sevimli, ağaçlarda kuşların ötüşleri, ortalığa hakim olan huzur ortamını ne çok özlemişiz.

1911 yılında dikilen parkın ortasında Glorieta’da kentin flarmoni orkestrası sık sık konser veriyormuş.

Onlar yarın Varadero’ya geçecekler. Kalacak yer bulamamışlar, Türkiye’deki arkadaşları vasıtasıyla Varadero’nun yaklaşık 20 kilometre batısındaki Boca de Camariacos’da zar zor yer bulmuşlar. Anlaşılan, rezervasyonları sıkı tutmamız gerekecek.

Hava kararıyor, Sinan’ın öğrettiği Paladar’a giriyoruz. Biftek, pilav ve Crytal bira alıyoruz. Gözlerden uzak, turistlerin gerçekten de bilmediği bir yer burası, gelenler hep kent sakinleri. 232.50 CUP/ 9.7 CUC hesap geliyor. Bu kez< ben="" sotuyorum="" kendime,="" ayda="" 20="" $="" maaş="" olan="" birisi,="" bir="" gece="" yemeğe="" 9.7="" cuc="" (="" yaklaşık="" 9.5="" €="" )="" nasıl="" ödeyebiliyor.="" anladığım="" kadarıyla="" santa="" clara="" havana’ya="" göre="" çok="" daha="" ucuz="" ve="" tabii="" çok="" daha="">

Park Vidal’de banklara yerleşip sohbet eden yerel halkın arasına karışıp, Santa Clara soluyoruz biz de bir müddet. Sonra, Buena Vista’ya dönüyoruz. Sabah pasaportları verdiğim kızdan pasaportları alırken, kısa boylu bir adam geliyor ve üzerimi koklamaya başlıyor. Sonra, Turkiya Türkiya diye bağırmaya başlıyor ve ardından İbrahim Tatlıses’in “ bu nasıl sevmek “ türküsünü söylemeye oynamaya başlıyor. Burada tanıştığı Türklerden öğrenmiş, epey Türkçe kelime biliyor. Muzip birisi Hostal Buena Vista’nın sahibi Santiago.

İki gecelik ücret olan 50 CUC’u uzatıyorum. Bakıyor ve 10 CUC daha istiyor. Bizi kabul eden kızın 50 CUC’a okey dediğini söyleyince, zavallı kızcağıza çıkışıyor bu sefer ve bir yerlere telefon ederek ahizeyi bana uzatıyor. Adam sanırım Federico’nun paslaştığı Casa Ricardo’nun sahibi, Santiago’dan gece başı 5 CUC komisyon istiyor, ben 25 CUC diyerek normal oda fiyatına çekince, adam 10 CUC komisyondan oldu. Telefonda 50 CUC’a anlaştığımı ve fazla para vermeyeceğimi söylüyorum kararlılıkla.

O arada yanıma tombul küçük bir kız geliyor.  Sırt çantamdaki İstanbul işi bileklikleri çıkarıp, oradaki bütün genç kızla birer tane veriyorum, yüzler gülüyor, Santiago 10 CUC ısrarından vazgeçiyor, iyi geceler dileyip odamıza çekiliyoruz.

Park Vidal üzerindeki marketten aldığım Küba’nın gazlı içecek firmalarının lideri Cıego Montero’nun Naranja’sını çıkarıyorum çantamdan ve Havana Club’ın kalanı ile karıştırıp, kahvaltılık iç cevizlerimizle mukellef bir keyif yaşıyorum.

Sıra, geçmiş gecelerin uykusuzluğunu bu sessiz ortamda alt etmekte. Yarın, Che Guevara ile randevum var.

19  OCAK  2017   (  SANTA  CLARA  )

Dinlenmişiz, 08.30’da çıkıyoruz. Park Vidal sakin. Parkın köşesinden başlayan Rafael Trista Caddesi boyunca yürüyoruz. Hedefimizde Che Guevara’nın anıt mezarı ve heykelinin bulunduğu geniş alana gitmek. Cadde dediğime bakmayın, kaldırımdan yürüdüğümüz halde tedirginiz geçen bicitaksiler veya atlı araba dolmuşları çarpacak diye. Genelde herkes, bu araçlarla gidiyor Che Guevara’ya. Ben, yol boyunca etrafı görmek için yürümeyi tercih ediyorum. Hareketlenen Santa Clara sokaklarında günlük yaşamın telaşını izliyoruz yürüdükçe. Yaklaşık 2 kilometre sonra geniş bir alana çıkıyoruz. Son derece güzel düzenlenmiş meydanın bir tarafında Che Guevara’nın heykeli var. Kolu yaralı olduğu için sarılı. Sağ elinde silah tutuyor. Yedi metre yüksekliğindeki heykel, Küba’lı heykeltreş Dellara’nın eseri.Henüz turist kafileleleri gelmedi, doyasıya fotoğraf çekiyorum, meydanın her köşesinden. Öylesine hoşuma gidiyor bu geniş alan ki, ayrılmak istemiyorum.

Sonra, heykelin altındaki Che Guevara mezarı için kuyruğa giriyoruz. Ama, önce, Santa Clara ve Che’nin hayatını özellikle ölümü ve sonrasını hatırlayalımCamilo Cienfugeos, Santa Clara yakınlarındaki Yaguajay’daki savaşta önemli bir zafer elde ederken Che’de Santa Clara’yı ele geçirir.

Santa Clara’nın düşmesinin üzerinden henüz 12 saat bile geçmemiştir ki, Batista ülkeyi terk eder. Santa Clara’daki bu son savaşla gerillalar diktatör Batista’ya karşı kesin bir zafer kazanırlarken tarih 31 Aralık 1958'dir.

Che’nin Santa Clara şehrini ele geçirmesi üzerine Batista 400 kadar asker, ağır silahlar ve mühimmatla dolu zırhlı bir treni doğuya gönderir. Tabii ki Comandante’yi asker dolu bile olsa bir trenle korkutmak mümkün değildir. Che’nin emriyle, bir dozer bulunur, demiryolu raylarının 30 metrelik kısmı kullanılamaz hale getirilir. Santa Clara’ya kadar gelen tren yoluna devam edemez, gerillalarca kuşatılır. Yoğun ateş altında kalan trendeki moralsiz ve isteksiz askerlerle önce teslim koşulları görüşülür ve kısa bir süre sonra da 400 kadar asker teslim olurlar. Treni ele geçiren gerilla sayısı ise sadece 18’dir...

Santa Clara düşmüştür. Büyük olasılık Batista’nın son kozu olan trendeki askerler teslim olmuş, bir de üstüne trendeki silah ve mühimmat Devrimci gerillaların eline geçmiştir. Batista ülkeyi terk eder, Devrim gerçekleşmiştir. Birkaç gün sonra Devrimci Gerillalar Havana sokaklarında coşkuyla karşılanırlar. 

Kısaca, sağlığında Santa Clara zaferi ile ölümsüzleşen Che Guevara, 1967 yılında ölümünden sonra 1997 yılında yapılan anıt mezar ile Santa Clara’daki sevenlerinin ziyareti ile ölümsüzleşiyor.

 

Commandante Che Guevera, 1967 yılında Bolivya dağlarında CIA'nin eğittiği Bolivyalı birlikler tarafından yaralı olarak ele geçirilir. Götürüldüğü La Higuera isimli köyde, derme çatma bir okul binasında da öldürülür. Anlatılan hikayeyi bilirsiniz; Bolivya Ordusuna mensup, kurayla seçilmiş celladı Çavuş Mario Teran’ın ellerinin titrediğini gören Che; “Buraya beni öldürmeye geldiğini biliyorum. Vur beni korkak, yalnızca bir adam öldürmüş olacaksın” der. Bunlar Commandante’nin son sözleridir.

Che öldürüldükten sonra cesedi bir helikopterin iniş takımlarına bağlanır ve yakınlardaki Vallegrande kasabasına götürülür. Askerî bir doktor tarafından elleri kesilir ve Buenos Aires’e gönderilir. Amaç kimliğini kesin olarak doğrulamaktır, çünkü Arjantin Polisinin elinde Che’nin parmak izleri vardır.

Yine bir rivayete göre de parmak izi doğrulandıktan sonra Che’nin elleri Küba'ya, Fidel’e gönderilmiştir...

Che ve yoldaşlarının cenazeleri 17 Ekim 1997’de Küba’ya getirilirler ve Santa Clara’daki mozoleye defnedilirler.

Santa Clara şehir merkezinin dışında, geniş bir alanda yer alan Che Guevera Anıtı ilk bakışta çok da gösterişli değil açıkçası, fakat çok özel bir yerde olduğunuzu attığınız ilk adımdan itibaren hissedebiliyorsunuz. Geniş bir meydan, meydanın bir yanında yer alan yine geniş bir bir platform var. Bu platform üzerinde Che’nin hayatından bazı anların kabartma heykel şeklinde tasvir edildiği büyük bir duvar (Che dağlarda at sırtında, Che ve Fidel ve Che ve Cienfuegos gibi), üzerinde Che’nin Fidel’e yazdığı Veda Mektubu olan bir başka duvar ve Che’nin yaklaşık 8,5 metrelik Bronz bir heykeli yer alıyor. Üzerinde "Hasta La Victoria Siempre" yazan yüksek bir kaide üzerinde yer alan bronz heykeli çok uzaklardan bile görebiliyorsunuz.

Tüm anıt pek çok sembolle dolu. Örneğin Che’nin heykeli Güney Amerika yönüne bakıyor ve bu da Che’nin bağımsız, birleşik tek Güney Amerika hayalini simgeliyormuş. Diğer bir ilginç detay ise heykelde tasvir edilen boyun askısı. Heykeltraş Jose Delarra, Che’yi Santa Clara’yı ele geçirdiği günkü haliyle betimlemiş. Birkaç gün önceki bir çatışmada düşüp kolunu kıran Che’nin Santa Clara’ya girdiğinde kolu alçıdaymış. Heykelde ise Che kırık olan kolu alçıda ama kol askısı boynunda serbest olarak tasvir edilmiş. Che’nin kişiliğinin önemli bir özelliğini, kendisine karşı bile isyankar olmasını simgeliyormuş.

Che’nin heykelinin tam altında Bolivya’da Amerikancı birliklerin öldürdüğü Che ve diğer otuz sekiz gerillanın mezarları bulunuyor. Üzerimizde hiç bir çanta, hatta mont bile istenmiyor. Az ilerideki muntazam kabindeki görevli kıza bırakıyorum çantaları akabinde bir numara veriyor.

Che ve 38 yoldaşının mezarları çok da büyük olmayan loş bir odanın duvarlarına yerleştirilmiş. Odanın bir köşesinde sürekli yanan bir meşale var. Her bir mezar kare şeklinde ve üzerinde mezar sahibinin portresi kabartma şeklinde yer alıyor. Commandante’nin mezarını diğerlerinden ayıran tek şey ise, üzerine düşen yıldız şeklindeki ışık huzmesi.

Karşı salon müze olarak düzenlenmiş. Che’nin çocukluğundan, ailesinden, eğitim yıllarından, Arjantin’deki günlerinden fotoğraflar var. Meksika’da fotoğraf çekerek hayatını kazandığı dönem, fotoğraf makineleri, gerilla oluşu, komutanlığa yükselişi ile ilgili fotoğraf ve kişisel eşyaları, illa da gfünlükleri. Gerille günlerinde dağda, kırsalda tuttuğu günlükleri görünce boğazım düğümleniyor, başım dönüyor bir sütuna yaslanıp toparlanmaya çalışıyorum.

Bir başka köşede Goethe okurken fotoğrafı, kitapları, Darwin, Shakespeare v.s . Yaralı gerillaları tedavi ederken kullandığı tıbbi gereçleri ilgi ile izliyorum.

Çıkıyor ve çantaları alıp, heykele sırtımızı verip, aşağıda uzanan tek katlı evlerin olduğu yerleşimlere doğru ilerliyoruz eşimle. Marta Abreu caddesi olduğunu sandığım yol boyunca dizili tek katlı, rengarenk boyalı evler ve önünden geçen bisiklet, bicitaksi ve yerel halkı fotoğraflıyorum bir müddet. İleride, muralla denilen çok güzel  ve içeriği anlamlı duvar resimlerinin önüne geliyoruz. Hemen hepsini fotoğraflıyorum.

Park Vidal’e gelmeden Carretera Central caddesine giriyorum bu kez. Küçük bir büfede, helado ( dondurma ), çikolata v.s satan iki melez kıza sırt çantamdan çıkardığım taşlı bileziklerden uzatıyorum, şaşırıyorlar sevinçten. Ben de bu sevinçlerini fotoğraflamayı ihmal etmiyorum, durup durup “ gracias “ dedikleri anları da..

Bu kez ters yönde yürüyerek, fotoğrafik plato değerinde sokaklardan geçerek, Batista ordusuna son tokadı attığı yere “ tren blindado “ ya geliyoruz.

31 Aralık 1958 tarihi adeta dondurulmuş bu bölgede, Che’nin dahiyane fikri ile dozerin tahrip ettiği tren yolu rayları ve tren vagonları içlerindeki fotoğraflarla ve anılarla dolu. Bu bölge, bir anlamda Küba Devriminin perçinlendiği yer.

Buradan dört blok ileriye yürüyoruz, PCC ( Küba Komünist Partisi )’nin binasının girişinde kucağında küçük bir çocuk tutan Che’nin keykelini görmek için. Küçük çocuk, Devrim’in gelecek kuşakları kucakladığını betimliyor olmalı. Che’nin ceplerindeki küçük heykelcikler de birlikte öldükleri yoldaşları.

Tren Blindado’nun önünden uzanıp giden raylar, ileride bayrakların dalgalandığı Loma del Capiro’nun hemen altından geçiyor. Ben, tren yolundan değil, cadde boyunca ilerleyerek sağda bakımsız sokaklara saparak tepeye ulaşmaya çalışıyorum. Yine, pek çok fotoğrafik unsur çıkıyor karşıma. U.S.A damgalı ilkel su tulumbaları, gölgeye sığınmış bir kadının bulunduğu sokak gibi ıssızlığı gibi. Fotoğraflar çekerek ilerliyor, tepeye çıkan patikayı nefes nefese bitirerek, metal bir heykel, Küba bayrağı ve 26 Temmuz Hareketi’nin flamasının dalgalandığı tepeye varıyorum. Burası, Devrim Güçlerinin Tren Blindado saldırısı kontrol ettiği ve Santa Clara’nın en güzel göründüğü nokta. Benden başka kimseler yok.  Metal heykeli anlamaya çalışıyorum. Çember içinde birbirine kaynamış borular, birbirlerine kenetlenmiş Küba halkını betimliyor olmalı, tam ortada, küçük bir Che portresi var. Kastro’nun gerilla gücünün adı olan 26 Temmuz, 1953 yılında Moncada kışlasına yaptıkları başarısız baskının tarihine atıfta bulunuyor.

Geldiğim ıssız yollardan geçerek beni Che heykelinin yanında bekleyen eşimin yanına geliyorum.

Park Vidal’e yürüyoruz, hemen arka sokağında yemek yediğimiz restoran hedefimizde. Pişince pilavı da siyaha boyayan Meksika fasulyesi, domates soslu istakoz ile yine fasulyeli biftek söylüyoruz, tabii yanında Kristal bira ile ( ne hikmetse bu restoranda Bucanero bira yok. ) Hayatımda sanırım ilk kewz istakoz yiyorum, doyasıya, hanım, önündeki devasa porsiyonda havlu atıyor, bitiremiyor. Tam anlamıyla mükellef bir yemek yiyoruz ve 442.5 CUP yani 18.45 CUC hesap geliyor 460 CUC bırakıyorum, garson kız yerlere kadar eğiliyor bizi uğurlarken.

Park Vidal’in sevimli dünyasına dönüyor, akşam saatlerinde çoşkuş kuşların ağaç dallarından yükselen şakımalarını dinlerken, Santa Clara Libre otelin önünde canlı müzik gösterisi başlıyor, yaşlı ama çakı gibi dinç bir adam  şarkılar söylüyor.

Oturduğumuz banktan bir süre dinliyoruz, hava kararırken, kütüphanenin yanındaki marketten, odamızdaki Havana Club’a eşlik etmek üzere bir naranja ( mandalin suyu ) alıp , Buena Vista’ya dönüyoruz.

Kentte, Che’den sonra en çok anılan isim Marta Abreu. 1909 yılında Santa Clara’da doğan Abreu, ihtiyaç sahiplerine ve fakirlere yaptığı yardımlarla anılıyor. Hatta, Bağımsızlık Savaşı arefesinde, direnişe oldukça önemli maddi katkılar yapıyor.

Dün, Havana’da hop on hop off otobüsün üzerinde yediği rüzgardan nezle oldu eşim. Odada istirahate çekiliyor, ben bahçedeki demir döküm masanın maviliğinde şişelerimi diziyor, meşhur spiralli not defterimi açarak, karşımdaki kafeste mırıldanan papağanların arasında bugünün notlarını düşüyorum.

Yorgunluktan göz kapaklarım düşmeye başlayınca, uykuya teslim olmak üzere kapı anahtarını çeviriyorum.

Yarın, Santa Clara’dan Camaguey’e geçeceğiz, 240 kilometre yolumuz var.

 

Konaklama; Hostal Buena Vista, Calle Maceo 335   www.santaclararenta.com  25 CUC

 
Toplam blog
: 80
: 6572
Kayıt tarihi
: 04.03.07
 
 

Hayatın anlamı; anlamlı yaşamaktır. ..