Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

10 Ocak '07

 
Kategori
Blog
 

Küçük bir yüzleşme

Küçük bir yüzleşme
 

Blog kavramıyla tanışmam, yine burada Milliyet blogda yer alan bir arkadaşın (Kerem Oğuz’dur kendisi) yazısına yorum yazma niyetim sonucu üye olmak zorunda kalmamla gerçekleşti. Henüz bir tek yazıcığım var ve eskiden defterleri doldurduğum kadar çok üretebileceğimi de sanmıyorum. Yine de itiraf etmeliyim ki benim için hiçbir şey değişmedi, diyemem.1

Blog yazarlarından birisi konu etmiş, "Blog kültürü" hakkında entelektüellerimizin fikirlerinden bahsetmiş, oradan esinlendim. (bkz: Aydın Sevinç'in 10 Ocak tarihli yazısı) Aslında karga tulumba içine atladığım blog konusu hakkında hiç denecek kadar az fikrim vardı en başlarda. Duymuş, görmüştüm bile ama itiraf etmeliyim ki2 pek ilgimi çekmemiş, çünkü amiyane tabirle biraz 'geyik' gelmiş, böyle organizasyonlarda işlerin bir süre sonra cıvıklaşacağını düşünmüş, hatta biraz küçümsemiştim bile. Evet, aslında internette çok kısa bir araştırma yaptıktan sonra bile anlıyorum ki bu durumlara gelmek pek tabi olası. Ama gördüğüm kadarıyla Milliyet Blog belli bir orta çizgi tutturmuş.

Yani en başta tereddüt ettiğimi itiraf etmek istiyorum.3 Böyle herkese açık bir alana –KAMU yani, soru işaretleri vardır biraz bu kalabalıkla ilgili aklımda- kişisel fikirlerimi yazmak fikri, bana tuhaf geldi. Yani bu iş meslek olarak bir yayın organında ‘Para Karşılığı’ yapıldığında mahrumiyet esnekleşebiliyorken bunların olmadığı görece daha özgür ve hodri meydan bir yerde yazmak sanki olmazmış gibi. Güzel küçük pembe masum bir önyargıcığımla karşılaşmıştım. Sanki yan komşu benden habersiz eski defterlerimi çekmecemden çıkartmış da okumaya heves etmiş gibi. Bir nevi haneye tecavüz duygusu yaşadım. Öyle ya seçim benimdi ve illa da yazmak zorunda değildim. Kimse haftada şu kadar yazı üretmekle yükümlü tutmayacaktı beni. Ama meselem yükümlülükler değil dışa bu kadar açılmaya karar vermek, sanki globalleşmeye boyun eğmek, bencil bireysel yerelliğimin bakir topraklarına akıncı kolonyalist güçleri sokmak... Görüldüğü üzere epey bir dallanıp budaklanmıştı. Bunun bir anlamı da sonuçta bu ufacık konunun beni bakış açımı değerlendirmeye itmesi yönünden araç olmasıydı işte. Başka başka konularda da benzer tutuculuklar gösterip, kendi belitlerim doğrultusunda gidiyor olabilirdim. (tabi paradigmatik müdahalelere nerdeyse tamamen kapalıyımdır, onu da belirtiyim en baştan.)

Sonra ciddi olarak düşünüp taşındım. Uzun zamandır oturup yazmıyordum. Aldığım defterlerin dolacağı yoktu kolay kolay. Yazacak şey eskisinden çoktu ama şevk, keyif istek yoktu. İyiden iyiye uzaklaşıyordum yazmak eyleminden. Blogda okuduğum bazı yazılara cevap vermek isteyip böyle gündelik şeyleri de deftere yazıp kaldırmanın anlamı olmayacağını da biliyordum. Yazı yazmaya karşı edindiğim sanatçılara has kaprisçiğimi bıraktım ve nihayet buradayım da peki yazının başından beri niye bu kadar çırpındım?

Çünkü yazmak güzel bir şeydir. Çoğu yazı profesyonelce değil belki ama burada bunları yazan insanlar öncelikle günlük hayatlarında da aynı konularda konuşuyor bile olsalar, yazarken daha az ya da çok kelimeyi daha anlamlı ifade etmeye çalışıyorlar. Bir emek var ve emek sağlıklı bir süreçtir.

Çünkü yazmak önemli bir şeydir. Öz saygıyı kuvvetlendirir. Altına imza atılan her şey kendimiz hakkında fikir verir ve bu yüzden, kendimizi daha doğru tanıtabilmek için dikkat ederiz.

Çünkü yazmak sorumluluk ister. Yeni neslin kırık Türkçesinden bahsetmiyorum tabi ama eski ağdalı bir İstanbul Türkçesi de değil meselem. Öyle ki yazmak, bu işi ciddiye alan bir kişiye aynı zamanda dili güzel kullanma ve geliştirme sorumluluğu verir çünkü. Böylesi bir sorumluluk, duruşu olmasını gerektirir. Edebiyat yapmak gerekmez dili güzelleştirmek için. Kelimelerle oynamak, dili kendimize özgüleştirmek, okuyana da yazana da zevk veren yazılar yazmak için mutlaka şiir ya da roman yazmak zorunluluğu yoktur. Ama sonuçta yapılan kısmen edebiyattır yine de. Ve edebiyat güzeldir, mutluluk verir. Herhangi bir fikir yazısı da aynı ciddiyetle yazılabilir ve kapsamındaki fikirler kadar önemlidir biçemi. İşte böyle yazmayı amaçlamış insanlar için, yazarken düşünmek, kendisiyle fikir teatisinde bulunmak ve belki araştırmak gerekir. Bunu yapmak başkalarının da fikirlerini bulmak, anlamaya çalışmak hatta anlayışla karşılamayı getirir. Bu da her şey bir kenara zihin jimnastiğidir (bizimki gibi düşünce tembeli bir ülkede –üzgünüm ama öyle olduğunu kabul etmemiz lazım, Türkiye insanı kolay güdülenir, kolay yitirir motivasyonunu- ne kadar da gereklidir), ufak tefek yenilenmelerdir, modern heveslerimizden birine de hizmet eder: ruhumuzu gençleştirir. Ait hissetmektir ve hepimizin son zamanlarda öyle ya da böyle aradığımız şeydir aidiyet.

En azından hiçbir şey kalmasa geride sizden, bir tane bile olsa o biricik yazınız kalır. Ve biz insanlar için ne yazık ki BIRAKMAK önemlidir; geç yaşlarda gelen sorgulamadır. O yüzden ey blog yazarları bir sürü şeyi bıraksanız da yazmayı bırakmayın!

DİPNOTLAR:

1 Birinci itiraf. İşte başlıyoruz.

2 İkinci itiraf oldu, hadi hayırlısı

3 İşte üçledik. Kolay kolay etmem ben böyle itiraf falan.

 
Toplam blog
: 4
: 390
Kayıt tarihi
: 30.11.06
 
 

Bir dostun hakkımda söyledikleriyle anlatayım. Ne de olsa referanslar devrinde yaşıyoruz. Bir fikrin..