Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

07 Temmuz '11

 
Kategori
Gündelik Yaşam
 

Kulakları Kırmızıya çalan Beyaz Sokak Kedisi ile maceram

Kulakları Kırmızıya çalan Beyaz Sokak Kedisi ile maceram
 

Benim kulakları kırmızıya çalan beyaz sokak kedisini andırıyor.


Son bir haftadır pencerelerinizin etrafında dolaşan ve her fırsatta evinize girmeye çabalayan bir sokak kedisiyle karşılaşsanız ne yapardınız? 

Bizim evin son zamanlarda gündem maddesi işte böylesi arsız bir sokak kedisi! 

Orta büyüklükte, beyaz, kulakları kırmızıya çalan, sevimli denebilecek bir kedi bu; hatta evin etrafında dolanmaya başladığı ilk sıralar yolunu kaybetmiş bir ev kedisi olabileceği dahi aklıma geldi. 

Ancak değildi sanıyorum, çünkü bizimki kendi sevimliliğinin tersine itici bir siyahlıkta, çıyan gözlü kankasıyla dolaşıyor kimi zaman ve hayır, bir ev kedisi için fazla maçoydu yanındaki. 

Evet, ne yapardınız evinize girmek için fırsat kollayan böyle bir kedi durmadan karşınıza çıksa? 

Ne olacak, pencereleri daha dikkatli ve kontrollü açar hale geldik, çünkü her ne kadar eve bir sokak hayvanını alıp büyük bir iyilik yapmayı istesek de, hem ben hem de ev arkadaşım kedi değil de köpekten yana olduğumuzdan böyle bir şeyi düşünmedik. Düşünmedik, keza kedilerin köpekler gibi edep adap konularından çakmadıkları, buldukları yere tuvaletlerini yaptıkları malumunuz. 

Ve biz, zaten temiz tutmakta zorlandığımız bekar evimizde, kedi pisliği peşinde koşmak için çok yorgunuz. 

O halde, kediyle her karşılaşmamızda (genelde benim odamın penceresinde) sadece ufak bir selamlaşmayla geçiştirmem doğal hale geldi. 

Ancak, sen misin sevimli ve haylaz, kulakları kırmızıya çalan beyaz sokak kedisini sallamayan, pencerenin öte tarafından bıyık altı gülümsemenle zavallı hayvancağıza nanik atan? 

Üç dört gün öncesi artık nedense sabaha karşı 4’de uyanıverdim, mahmur gözlerimi şöyle bir açtım ki, karşımdan beyaz bir görüntü geçiverdi. 

Evet, kulakları kırmızıya çalan beyaz sokak kedisiydi bu; artık hangi ara nereden girdiyse? Bu arada pencereleri kontrollü açıyoruz dediysek, her an pencerenin önüne sandalye atıp kedi mi girecek acaba diye tetikte bekliyor da değiliz. Sonuçta azimli kedi amacına ulaşmış, kapıdan olmadı mı bacadan misali girmiş eve. 

Ben ise, yalan olmasın, “Allah belanı…” benzeri bir homurdanmayla yerimden fırladım adeta. İnsan, kulakları kırmızıya çalan beyaz bir sokak kedisi de olsa, uykusunun arasında gözlerini açıp bir yabancıyla karşılaşınca tuhaf bir tedirginlik duyuyor ister istemez. 

Bizimki benim homurdanmamı duyar duymaz mutfağa kaçıverdi. Ben o arada ev arkadaşımı usulca uyandırdım ve “evde kedi var, ” diye fısıldadım. Garibim, böyle bir şey için tatlı uykusunun bölüneceğini kırk yıl düşünse aklına getirmezdi herhalde. 

Ev arkadaşımı uyandırmak zorunda kaldım, çünkü evden bir sokak kedisi çıkartmanın organize bir çalışma gerektirdiğini düşündüm. 

Şöyle ki, planımıza göre ben sokak kapısını açıp önünde nöbette duracak (kedi oradan geçerken tekrar eve sıvışıvermesin diye), ev arkadaşımda kediyi kapıya doğru getirecekti. 

Aynen öyle de oldu, ev arkadaşım eline aldığı Vileda sopasıyla hayvancağızın gözünü korkutarak kapıya getirmeyi başardı. Ben ise kapının önünde nöbetçi asker olarak tekrar eve girmesine engel oldum. 

Kulakları kırmızıya çalan beyaz sokak kedisi resmen mahcup bir ifadeyle, poposunu bir sağa bir sol atarak ufak adımlarla kibarca çıktı evden. 

Nihayetinde, bende bu ufak sempatik maceranın yüzüme verdiği tebessümle yatağın yolunu tuttum. 

Tam bu macera da böylece bitti derken, iki gün önce sabah uyanıp penceremi açmak için perdemi açtığımda ne göreyim dersiniz? Hadi tahmin edin. 

Kulakları kırmızıya çalan beyaz sokak kedisi! 

Kapalı olan pencerem ile perde arasında öylece duruyordu. Sanırım dışarıya çıkmak için fırsat kolluyordu ve sanırım bütün gece bize misafir olmuştu. Düşünsenize, mışıl mışıl evde uyuyorsunuz, ama aynı zamanda haberiniz olmadan bir sokak kedisi de evde sizinle birlikte kalıyor. 

Arlanmaz misafirimi gene kibarca, bu sefer pencereden gönderdim. Bizimki Vileda sopası görmemek için akıllıca davranıp uslu uslu dışarı çıktı. Ne yalan söyleyeyim, akıllı hayvanmış. 

Peki ama, o akıllı da biz değil miyiz sanki? İkinci eve girme başarısından sonra bizim tarafımızda güvenlik tedbirleri bir kademe daha yükseltildi elbet. Pencereleri hangi odada oturuyorsak sadece o anda açmaya karar verdik; hatta tuvalete işemeye bile gitsek kapatmaya! 

Ancaaak… 

Macera burada kalsa iyi… 

Bir insan için CIA merkezine girmek ne kadar zorsa, kulakları kırmızıya çalan beyaz sokak kedisinin bizim eve girmesinin o kadar zor olduğunu düşünürken duymaya inanamayacağınız bir olay gelişti. 

Dün gece salonda oturmuş güzel güzel kitabımı okuyordum; okumasına okuyordum da ne eziyet! Çünkü pencereleri açamadığımızdan sıcaktan kan ter içindeydim. 

İçeriden bir kedi ciyaklaması gelmeye başladı, ancak ses ben odaya yaklaştıkça dışarıdan geliyordu. Benim odamın oraya gelince de kesiliyordu. Bende doğal olarak, kulakları kırmızıya çalan beyaz sokak kedisinin, penceremin dibine gelip eve giremeyince hayal kırıklığı içinde inlediğini düşündüm. Ve inleme sesleri bir müddet daha devam etti. Bende içimden “yaa ne oldu? İçeri giremeyince bozum bozum bozuldun değil mi?” falan diyordum. 

Sonra ciyaklamalara kulak kabarttığım bir an dehşet içerisinde bir şeyi fark ettim: ciyaklamalar dışarıdan değil, evin içinden geliyordu! 

Depo olarak kullandığımız odaya ev arkadaşımla girdik, orada kullanmadığımız rulo yapılmış halıları kurcaladık ve bir de ne görelim? 

İki tane yavrucak, mini minnacık, bir avuç kadar iki tane yavru kedicik! 

Nasıl tiril tiriller, nasıl inceler bir görseydiniz içiniz giderdi. 

Bunlardan birisi beyazdı ve büyüyünce eminim kulakları kırmızıya çalacaktı, çünkü şimdiden bu belirtiler vardı. Bu, bizim kulakları kırmızıya çalan beyaz sokak kedisinin yavrusuydu, orası kesin. 

Diğeri ise farklıydı: kahverengi şeritleri olan bir yavrucaktı. O, babaya çekmiş olmalıydı, çünkü kulakları kırmızıya çalan beyaz sokak kedisine hiç benzemiyordu. 

Ben nasıl panik, elim ayağım birbirine dolandı, bir şey yapmam gerektiğini düşündüm, aklıma ilk gelen süt getirmek oldu. Getirdim ama içmediler, sanırım görmediler bile, gözleri daha açılmamıştı sanırım. O halde geriye tek seçenek kalıyordu; kulakları kırmızıya çalan beyaz sokak kedisini bulmak ve yavrucaklarını ona teslim etmek. 

Yavrucakları benim pencerenin dibine bıraktık içim gide gide. O kediciklere bakmak isteyip bunu yapamamak içimi acıttı. Dünyaya gözlerini bizim evde, yatağımın sadece üç metre ötesinde açmışlardı. 

Kulakları kırmızıya çalan beyaz sokak kedisi çok geçmeden geldi, önce tıpatıp kendisine benzeyeni ensesinden tutup götürdü, daha sonra da umuyorum ki diğerini; çünkü ben yattığımda daha diğerini götürmemişti, sonra uyandığımda yoktu, büyük bir ihtimalle onu da götürmüştü. 

Demek ki, kulakları kırmızıya çalan beyaz sokak kedisinin dün kapalı penceremin dibinden ayrılmayışının nedeni yeni doğurduğu yavrularını görebilmekti. Ve o bizde kaldığı gece doğurmuştu muhtemelen. 

Geldi, doğurdu ve yavrucaklarını alıp gitti evimizden. 

Ve kulakları kırmızıya çalan beyaz sokak kedisi ile maceramda şimdilik sona erdi. 

 

 

 
Toplam blog
: 47
: 1149
Kayıt tarihi
: 24.11.10
 
 

Praksise düşünceden varan bir romancı, kültür eleştirmeni, otodidakt bir feylesof, yaşam gözlemci..