Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

06 Ekim '18

 
Kategori
Öykü
 

Külkedisi

Külkedisi
 

1960‘lı yılların sonlarıydı herhalde, çocukların sokaklarda oynadığı, insanın insandan korkmadığı yıllar, komşuluk diye bir kavramın olduğu yıllardı. Denizin uzaklara itilmediği, şehir kulübünün altına usulca sokulduğu, bandırmanın dedikodularını dinlediği yıllardı. Yaşadığım mahallede hiç mi hiç yaşıtım kız çocuğu yoktu. Yaşıtlarım hep erkekti,  dolayısıyla da kız arkadaşımın olmaması normaldi.  Bu yüzden mahallenin futbol takımının bir elemanı, cicoz oyununda kullik ekibinin en iyisiydim. Tam bir erkek çocuğuydum. Çamura çivi saplamada üzerime yoktu. Kirli, çamurlu olmak onur verirdi bana. Bana verirdi de annemin bu konuda neler düşündüğünü yazmasam da olur, terlik fırlatma muhabbetlerine ise hiç girmeye gerek yok.

Benim bilyelerim hep en güzeldi. Hatta eniştem havacı astsubay olduğu için, bana hava üssünden büyük, parlak metal gerçek bilyeler getirirdi de, acayip hava atardım onlarla mahallede.

Futbol da da öyleydim gerçekten. Hatta Bandırma’nın yetiştirdiği futbolculardan Seracettin ağabey de bizim mahallede oturuyordu. Biz çocukları da futbol maçı yaparken camından seyrederdi.  Ve bana seslenirdi:

-Kız, gel seni Fenerbahçe’ye transfer edelim, erkeklerden daha iyi oynuyorsun sen, diye takılırdı.

Ben altta kalır mıyım:

-Sen önce kendin git fener’e de, sonra beni alırsın, derdim, pabuç kadar dilimle.

İşin garip tarafı, bir süre sonra Seracettin ağabey, gerçekten de Fenerbahçe’ye transfer oldu ama bizi unuttu tabi ki.

Apartmanlar tek tüktü o yıllarda henüz. 2 ya da 3 katlı betonarme evler ya da müstakil bahçeli evler vardı.  Aralıklı olarak da, sayıları gittikçe azalsa da ahşap evler de yer alıyordu. Mahallemiz kurtuluş caddesinin bir alt sokağı ve o çevreydi.  Köşede yer alan bir ahşap ev vardı, 2 katlı ahşap bir ev. Bana hep üflesen yıkılacakmış gibi bir his verirdi o ev. Ve ürkerdim o evden nedense. Koyu kahverengi renginden mi, onu hiç hatırlayamıyorum.

Ama o evde oturan upuzun saçlı liseli kızı hatırlıyorum. O eski ahşap eve hiç yakıştıramazdım onu,  o eski püskü evden çıkan bir külkedisiydi kesin, onu çok iyi biliyorum.

Liseye gitmek o dönemlerde çok önemliydi, yüksek tahsilli sayılırdı lise mezunları. Bankaya girerler, şirketlere girerler, tabi o dönemlerde işsizlik gibi bir sorun yoktu herhalde.

Liseli kızlar özellikle, bu yüzden çok gözdeydiler, havalıydılar, şimdiki zamanda cool ‘ dular yani. Okuldan çıkınca İspanyol paçalı pantolonlarını giyerlerdi. Kot pantolonlar Wrangler, Lewis marka idi. Amerikan pazarlarından alınırdı daha da önceleri. Üstlerinde jarse gömlekleri, omuzlarına da bir kazak ya da hırka bağlarlar, sahile inerlerdi. Şimdi havalar da değişti, baharlar yaşanmıyor artık buralarda, birden ısınıveriyor havalar. Hırkalar, süveterler tarih oldu, kot pantolonlarda paramparça, yırtık pırtık oldu, birçok değişen şeyle birlikte, hayatımız gibi…

Bandırma da bir havalı grup daha vardı o dönemlerde. Hatta bunlar hem havalı hem de yakışıklı bir gruptu. Hava üssünün subayları. Bandırma resmen subay, astsubay cennetiydi.  Genelde Bandırmaya tayin olup gelen bu gençler bekâr olup, Bandırmalı bir kız ile evlenip, buradan aile kurarak giderlerdi.

Eee, Bandırmanın kızları malum, hem havalı, hem liseli, hem de güzel…

İşte bizim mahallenin köşesindeki, ilk yangında yanıp kül oluverecek gibi duran ahşap evin, karşısındaki iki katlı betonarme binanın birinci katında bekâr bir teğmen oturuyordu. Omuzlarında apoletler,  jilet gibi subay elbisesi,  şapkası ile Tekin Teğmen mahallenin gözbebeğiydi.  Bütün kızların da gözdesiydi aynı zamanda. Acaba benim de mi gözdemdi bu kadar aklımda kaldığına göre?  

Ben her zamanki gibi sokaklarda çocuklarla futbola, cicoza devam ederken mahallede olan bitene de kayıtsız değildim yani. Tekin Teğmen bizi sokakta oynarken görünce gelir, bana takılırdı. Cicozlarıma ayağıyla vurur, futbol topuna vurur gibi, bana da derdi ki:

-Hişt, baksana bana, ne biçim kızsın sen öyle? Hep erkek çocuklarla oynuyorsun. Git evine annene yardım etsene.

Ben de yine o pabuç dilimle:

-Sen esas kendine bak, derdim ona. Küçücük çocukların oyununu bozuyorsun, ne biçim askersin sen, bir de vatanı koruyacaksın,  diye sıralardım arka arkaya cevapları… Bu sözler onun çok hoşuna gider, kahkahalarla gülerdi, çok da güzel gülerdi, o bembeyaz dişleri ortaya çıkar, sol yanağında da bir gamzesi oluşurdu.

Bir ara duydum ki bizim Tekin Teğmen, tahsilli ya, liseli gençlere ders veriyormuş. Matematik, İngilizce özellikle.

O yıllarda özel ders kavramı yoktu aslında. Ama demek ki böyle tek tük ders verenler, ders alanlar varmış, biz de öğrenmiş olduk.

Sonra ablam da anlatmıştı. Okuldaki fizik öğretmenleri, ablam ile 2 arkadaşını ders çalıştırmak için evine çağırmış. Ama ders çalıştıracağına,  merak etmeyin canım, kötü bir şey yapmamış da, bu 3 saf kıza evini temizletmiş. Çok gülmüştük çok.

O zamanlar da ders alanlar gerçekten tembel öğrencilerdi.  Onlara kafası çalışmıyor da ders aldırıyor ailesi denirdi.

Ben de anneme çok yalvarmıştım.

‘’Ne olur anneciğim,  benim de matematiğim çok kötü. N’olur, Tekin Teğmen beni de çalıştırsın, diye. Ama ne yazık ki bana sadece annemin terlikleri çalıştı.

Bir de duymaz mıyım bizim ahşap evin külkedisi Tekin Teğmen’den ders alıyormuş diye. Yüreğime sanki bir kor düştü. İçime doğmuştu,  bu işin sonunun foto romanlık olacağı. Offf çekememezlik bu olsa gerek.

Bir süre sonra mahallede dedikodular aldı yürüdü. Sonra da dedikodular gerçeğe doğru yol almaya başladı. Sene sonu yaklaştıkça, sınavların sayısı arttıkça, özel derslerin sayısı da artıyor, aşkın kokusu da tüm mahalleye yayılıyordu. Bizim kül kedisi prensese dönüşüyordu.

Artık okulların kapanmasına yakın, mahalleli düğün bekler olmuştu. Mahallenin kızları kıskansa da külkedisini, düğün için BURDA dergileri ellerinde elbise modelleri seçiyorlardı. Tekin Teğmeni kaptırmışlardı ama Tekin Teğmen’in arkadaşları düğünde olacaktı. Bir umut daha vardı yani.

Nereden de aklıma geldi o yıllar, o eski mahallem, o ahşap ev, Tekin Teğmen,  ahh o çocukluk anıları…

O ahşap evin külkedisini gördüm geçen gün,  Bandırma’ da.  Yine saçları uzundu ama o gür saçlar biraz zayıflamış,  boyayla renklendirilmiş, canlılığını yitirmiş.  Biraz da kilo almış kendisi. Ama yine güzel, hani derler ya mihrap yerinde.

Beni mi merak ettiniz, ben hala çocuk ruhumla geziyorum ortalarda.  Ama yüzümdeki çizgiler artmış, saçlarım hala kısacık, dilim yine pabuç.  Sanki çıkıp gelse arkadaşlarım,  oynarım onlarla futbol da, cicoz da vallahi.  Çivilerimi atarım çamurlara, keşke annemde hayatta olsa da, o da terliklerini atsa yine bana.

O, yani külkedisi tanımadı beni tabi ki. Benim gibi bir erkek Fatma’yı, kısa pantolonlu beni,  nereden hatırlasın ki.

-Siz o ahşap evde oturuyordunuz, dedim.

Şaşırdı, biraz duraksadı, anladım anılara gönderdim onu hunharca, öç alırcasına.

Bir gün söylentiler aniden sardı mahalleyi, kulaktan kulağa… Pencerelerdeydi mahallenin kadınları. Güya çarşaf silkiyor, güya çamaşır asıyorlardı. Amaç ise gerçeği öğrenmekti. Herkes soruyordu birbirine:

-Gitmiş mi gerçekten?

-Nasıl yani, kaçmış mı mahalleden?

-Aaaa, tayini mi çıkmış, her şeyi bırakıp gitmiş mi hiç haber vermeden?

Gerçekler ortaya çıktı akşamüstüne doğru. Tekin Teğmen’in tayini çıkmış ve de O, sadece bavulunu alıp, gece yarısı çıkıp gitmiş mahalleden, kimseye görünmeden, düğün hazırlıkları yapan külkedisine haber bile vermeden, bir veda bile etmeden.

Uzun saçlı, liseli, ahşap evin külkedisini kıskananlar bile üzüldü. Tekin Teğmen ile prensese dönüşen liseli, tekrar külkedisi oldu ve uzun yıllar evlenmedi, içine kapandı. Çok sonraları duymuştum, evlendi kendisinden yaşça çok büyük bir adamla diye.

Ben hala düşünürüm, Tekin Teğmen, acaba benim yüzümden mi evlenmedi külkedisiyle diye.

O benimle bence daha mutluydu,

Çünkü bana gülüşü bir başkaydı.

Çünkü bizim ilişkimiz onunla doğaldı

Çünkü bizim ilişkimiz onunla temizdi, saftı…

 

 
Toplam blog
: 18
: 121
Kayıt tarihi
: 16.09.17
 
 

Bir emekli öğretmenin kaleminden düşenler . Bandırma doğumlu olup , ilk , orta öğrenim hayatımı B..