Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

03 Nisan '20

 
Kategori
Güncel
 

Kurtuluş Savaşında Salgın

Tarih boyunca sanılanın aksine insanlar savaşlardan çok salgın hastalıklardan öldü.

Osmanlı Devleti’nin son yıllarında özellikle savaşlar nedeniyle yoksulluk ve gayr-ı sıhhî durum söz konusuydu. Bu konu Türkiye’ye gelen ve Türkiye’de kalan yabancıların da dikkat çekmişti. Alman Ernst J. Christoffel, savaş öncesindeki durum üzerine kötü yönetimden, vergilerin yüksekliğinden, çiftçilerin baskı altında tutulmasından ve ulaşımın yetersizliğinden kaynaklanan açlık ve sefaletin mevcut olduğunu söylemişti. Christoffel, 1909 yılında Malatya’ya geldiğinde burada da açlık olduğundan ve bütün Asya Türkiye’sini bulaşıcı hastalıkların sardığını ifade etmişti. Christoffel, Anadolu’da yaşananlara ilişkin olarak, “Günlerimiz Tifüs, Dizanteri, Siyah çiçek hastalığı ve frengi hastalıklarıyla mücadele etmekle geçiyor. Güneydoğuda ve sahil şehirlerinde koleradan dolayı insanların ölüyordu.” demektedir. Bulaşıcı hastalıklar halkın yanı sıra cephedeki askerler arasında da çok yaygındı. I. Dünya Savaşı yıllarında bit ve pire salgını yüzünden Kafkas cephesinde binlerce asker tifüs, lekeli humma ve humma-i raciden, yaklaşık 6.000 kişi dizanteriden, tüm cephelerde ise 20.000’den fazla asker sıtmadan hayatını kaybetmiş; Hicaz, Irak gibi sıcak bölgeden dönen askerler de malarya tipi sıtmayı ülke geneline yaymışlardı. Salgın hastalıklar cephelerde sadece Türk askerlerini değil müttefik devletlerin askerlerini de etkilemişti. Çanakkale cephesinde, Haziran 1915’te sıcaklıklarla birlikte sineklerin çoğalmasıyla dizanteri baş göstermişti. Her hafta 100 kadar müttefik askeri dizanteriye yakalanarak cepheden tahliye edilmişti. Türk tarafında da dizanteri yaygındı. Savaştan sonra yapılan istatistiklere göre 85.000 Türk askeri hasta olarak cepheden çekilmiş, bunlardan 21.000’i hastalıktan ölmüştü. Sadece Çanakkale’de günde 800 civarında asker hastalık nedeniyle cepheden alınmıştı. İkinci Anafartalar Savaşında da dizanterinin yaygınlaşması askerleri yıldırmış ve askerler tedavi için adalara gönderilmişti.

Savaş ortamlarının getirdiği en büyük olumsuzluklardan biri bulaşıcı hastalıklardı. Balkan Savaşlarından sonra Anadolu’ya göçlerin fazlalaşmasıyla birlikte I. Dünya Savaşı sırasında gerek Anadolu’da ve gerekse diğer cephelerde kolera, tifüs, veba, verem gibi salgın hastalıklar baş göstermişti. Bu hastalıklar su ihtiyacının karşılanamaması, teçhizat eksikliği, bit ve pirenin artması gibi nedenlerden dolayı daha da çoğalmıştı. I. Dünya Savaşında ordularda, hastalıktan ölenlerin sayısı, yaralanma nedeniyle ölenlerden 7 kat daha fazla idi. Bulaşıcı hastalıklar, zaman zaman öyle boyutlara ulaşmıştır ki yabancı görevlileri, hatta paşa ve doktorların ölümüne neden olmuştu. Bu derece etkili olan bulaşıcı hastalıklardan olanakları sınırlı olan insanların ölmemesi mümkün değildi.

1918 yılında baş gösteren ve I. Dünya Savaşı’nın yarattığı olumsuz koşulların da etkisiyle kısa sürede bütün dünyaya yayılan İspanyol gribinin neden olduğu ölüm sayısı 50 milyon civarındaydı. I. Dünya Savaşı’nda bu kadar insan ölmemişti. Atatürk bile İspanyol gribine yakalanmıştı.

I. Dünya Savaşı’ndan çok ağır bir yenilgiyle şehirler, hatta ülkeler kaybederek çıkan Osmanlı’nın o yokluk ve yoksulluk içinde bir de bu salgınla mücadele etmesi pek kolay değildi. Ayrıca Osmanlı’da ne yeterli doktor, ne yeterli hemşire, ne yeterli hastane, ne de yeterli ilaç vardı. Bilimsel yetersizlik ve o sırada yaygın durumdaki tifüs, sıtma, verem, trahom gibi hastalıkları da buna ekleyince Osmanlı’nın İspanyol Gribiyle mücadele etmesi daha da zorlaşıyordu. Ancak yöneticiler ve doktorlar yine de ellerinden geleni yapıyorlardı.

Kurtuluş Savaşı’nda da Türk kuvvetleri, sadece düşman kuvvetleriyle değil, mikroplarla da büyük bir savaşa girişmişti. İsmet Paşa, işgalci güçlerin kuvvetlerinden değil, ellerinde neredeyse sağlam katır bırakmayan sığır vebasından korkuyordu. Az sayıdaki, çalışkan, bilgili ve fedakar veterinerlerimizin sığır vebasına karşı büyük ve başarılı mücadelesi olmasaydı, Garp Cephesi’ndeki mücadelenin zaferi kesin olmayabilirdi.

Savaş yıllarında Kızılay’ın yerindeki Hilal-i Ahmer Cemiyeti, İstanbul’da 1400 yataklı 6 hastane ile cepheden yaralı taşımak üzere iki hastane gemisi kiralamıştı. Üsküdar ve Fatih semtlerinde iki dispanser tesis etmiş, Cemiyet, cephelerde hastaneler, nekahethaneler, dispanserler kurup işletiyordu. Düşman, Çanakkale’ye asker çıkarınca derhal, Galatasaray, İstanbul ve Darüşşafaka liseleri hastaneye çevrilmişti. Bunların yetersiz kalması üzerine ise 5500 yataklı 7 hastane daha devreye sokmuştu.

İstanbul’da bel soğukluğu, frengi, uyuz, kırkayak, karnebit ve benzeri zührevi hastalıklar savaştan sonra çok artmış, İstanbul sınırlarını aşarak Anadolu’da bulaşıcı hastalıkların tehdidi altına girmişti. Halkın yarısından fazlası sıtma, her üç dört aileden bir fert tüberküloz, trahom, frengi, yoğun biçimde kolera, tifüs, tifo ve diğer salgın hastalıklar nedeni ile hasta, sakat veya hayatını kaybetmişti

Türk halkı Kurtuluş Savaşı’nda sadece düşmanla mücadele etmemiş, bulaşıcı ve salgın hastalıklarla da mücadele etmişti. Kurtuluş Savaşı’nda askerin % 40’u sıtmalı, 10 milyon insanın 3 milyonu trahomlu idi.

Sonrasında, Dr. Refik Saydam önderliğinde 1928 yılında Merkez Hıfzısıhha Okulunun açılmasıyla halk sağlığı çalışmaları ivme kazanmıştı. 1930 yılında 1539 sayılı Umumi Hıfzısıhha Kanunu çıkarıldı. Bu kanun o dönemin şartlarına göre devrim niteliği taşıyordu. 1928-1945 yılları arasında Seyyar Tabiplikler, Tedavi Evleri, Hıfzısıhha Mektebi, Köy Sağlık Koruyucuları, Köy Ebesi Mektebi, Etimesgut Dispanseri ve Köy Enstitüleri açıldı. Sağlık propagandası yapılarak; sıhhi filmler, renkli afişler, sağlık broşürleri, teknik neşriyat, sıhhi ve içtimai coğrafyalar, sağlık dergisi ve sıhhi teşkilat haritaları basıldı ve yayınlandı.

Tarih yazıcılığındaki yeni yaklaşımların, “hanedan tarihçiliği” görüşünü terk etmesinin üzerinden epey süre geçmesine rağmen, toplumların kolektif bilincinin oluşmasında geçirdiği tarihi deneyimin kimsenin göz ardı etmemesi gerekmektedir.

Nizamettin BİBER

 
Toplam blog
: 887
: 2743
Kayıt tarihi
: 06.06.12
 
 

Yeni dünya düzensizliğinde insan olmaya çalışan ve okuyarak ne kadar cahil olduğunu gören, olayla..