Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

17 Temmuz '10

 
Kategori
Öykü
 

Kuşların yalnızlığı

Adamın canı hiçbir şey istemiyordu...

Bu kötüydü adam için...

Günlerdir ne zevkle bir şey yiyip içiyor, ne bir sinemaya, tiyatroya gidiyor, ne de bir yerlerde birileriyle buluşup konuşuyor, bir şeyleri paylaşıyordu adam...

Bir türkü mırıldanmak istedi bugün, olmadı... Islık çalmayı denedi, başaramadı... Kararsız adımlarla yürüdü öyle…

Bir durak sonra otobüse bindi adam...

Kalabalık arasından elini güçlükle uzatıp kartını gösterdi şoföre...

Şoför gülümsedi, selam verir gibi güzelce başını salladı...

Güzel yüzlü şoförün gözlerinin içi güldü…

Adam çok sevindi...

“Ne iyi şoför bu böyle!” dedi...

Elinde olsa hep bu adamın sürdüğü otobüse binerdi. Ama bunca koşturmacanın arasında ne yazık ki bu mümkün değildi...

Adamın yapması gereken pek çok işi, buna karşılık çok az zamanı vardı...

Adamın işe gitmesi, para kazanması, taksitleri zamanında ödemesi gerekiyordu...

Sonra, alışverişler, tanıdık gezmeleri, hastalıklar...

Yazmak zorundaydı adam bir de...

Bunu bildiğinden hep yazıyordu... Ama irili ufaklı kâğıtlar kullanıyordu ve sayfa numarası koymadığından dolayı kimi zaman yazdıklarını anlamlı bir şekilde birleştiremiyordu…

Hangi sayfayı öne, hangisini arkaya koyacağı konusunda karar veremeyip, hangi sırayla yazdığını da unutmuş olduğu için bunalımlara girdiği günlerde geceye bırakırdı bu işi…

Ayın yıldızlarla buluştuğu, gecenin sessiz, o gizemli saatlerinde bunu yaptığı, başardığı zamanlar çok sevinirdi...

Çocuklar gibi sevinirken kendini aynada gördüğünde bu coşkusuna herkesten çok kendisi şaşardı...

Gerçekte o yalnız biriydi...

Kimse onun bu halini bugüne değin görmemişti...

Belki ölene değin de gören olmayacaktı... Ama adam insanların şaşkınlığının ölçüsünü, duygularının gelip geçiciliğini ve bir birine benzerliğini bildiğinden böyle olacağını kestirebiliyordu...

Adam son durakta indi otobüsten...

Çiçekler vardı yolun iki yanında...

Kimse farkında değildi onların; o güzel, hoş kokulu çiçekleri gören yoktu...

Adam da yeterince farkında değildi belki.

...

Kusacak gibiydi adam...

Bunaltıyordu onu, bunca koşturmaca, vurdumduymazlık, insanların, taşıtların böyle sürekli gidip gelmesi...

Tükürdü çimenlerin üzerine biri, bilinçsiz, iğreti...

Kimse onun yemyeşil çimenlere tükürdüğünün fark etmedi bile...

Bir kadın, çılgınca, şuh bir kahkaha attı, biriyle bilinen bir konuda pazarlık ederken...

Adam irkildi bunu duyunca, ama şaşırmadı...

Sahi, adam niçin buradaydı?..

Ne yapıyor, neyi arıyordu?...

Bu adamın arkadaşları yok muydu?...

Onlar nerdeler şimdi?...

Adam, koluna, omzuna çarpanlara aldırmadan yürüdü kalabalıkta...

Ne arkasına, ne de sağına soluna baktı...

Yürüdü öyle, dosdoğru yürüdü...

Çekip gitmek gerek diye düşündü bir an...

Alıp başını gitmeliydi...

Peki ama, nereye gitmeliydi?...

Onun gidecek bir yeri, sığınacağı bir ada var mıydı?...

Milyonlarca insanın yaşadığı şu kara parçasında, ne gerçek anlamda bir yakını, tanıdığı, ne de önemli önemsiz her hangi bir şeyi paylaşacağı bir arkadaşı vardı onun...

Gözlerini kapadı kısa bir süre...

Yürümeyi bıraktı adam...

Kulağına gelen bir çocuk sesiyle gözlerini açtı...

Yere yüzüstü düşen bir çocuk çığlık çığlığa ağlıyordu…

Adam çocuğu kaldırdı...

Aklına gelen güzel sözlerle onu avutmaya çalıştı...

Çocuk, gözyaşları sümüğüne karışmış, gülerek uzaklaşırken o da köşedeki harap eve doğru yürüdü…

Bir kadın açtı kapıyı, sıradan görünen biri... İçeri buyur etti adamı…

Hemen hiçbir şey konuşmadan çaylarını içtiler, yudum yudum, tadına vararak...

Adam bu kadını seviyor muydu?...

Evet, belki...

Kadın adamı seviyor muydu?...

Evet, hem de ölesiye... Ama bir duvar vardı aralarında, görünmez bir duvar...

Yolların değil, yılların ördüğü görünmez bir perde adeta...

Neden sonra, kadın güzel vücudunu saran örtülerden kurtuldu...

Âdem’in karşısında Havva gibi oldu...

Önce şaşıran adam, bir süre sonra kadını öyle çıplak daha yakın buldu kendine...

Adam onun bütün vücuduna dokundu, okşadı. Arı duru sevdi onu. Kadının göğüslerinin canlılığı, dipdiri duruşu hoşuna gitti adamın. Aklına çocukluğunda yediği kurabiyeler geldi. Kadının kalçaları da kıpır kıpırdı adamla sevişirken.

Her şey çok doğaldı o anlarda.

Onlar, denizle kum gibi oldular...

Adam bir türkü mırıldandı, aylardır ilk kez...

Yaşanmamış kim bilir kaç günün, kaç gecenin ardından, gözlerinde şarkılar yaşattı kadın, peş peşe, birbirinden güzel...

Dışarıda taşıtlar hızla ilerliyor, insanlar dört bir yana koşturuyordu yine...

Ne kendi dilinde türküler mırıldanarak uçan kuşları gören vardı, ne de onların sesini duyan biri...

Kuşlar yalnızdı yine... Kuşların yalnızlığı hiç bitmeyecekti...

Fuat OVAT

 
Toplam blog
: 54
: 877
Kayıt tarihi
: 30.06.10
 
 

Kamu yönetimi alanında yüksek lisans yaptım. İletişim, medya sektöründe çalışıyorum... Yazmayı se..