Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

11 Şubat '11

 
Kategori
Dostluk
 

Kuzenim Mustafa Çetinkaya’nın ardından

Kuzenim Mustafa Çetinkaya’nın ardından
 

(Nasıl, kuzenim oldukça yakışıklı değil mi?)


07 Şubat 2011 günü, O, aramızdan ayrıldı. 

Ve tabii ki ben de kuzenimi kaybetmiş oldum! 

Peki O’nunla aramızda bir kan bağı var mıydı da “kuzenim“ diyorum? Hayır yoktu. 

Hatta bazılarına göre bizim kuzenliğimiz “çakma” idi. 

Bazıları ne derse desin bizim umurumuzda değildi ve biz yaklaşık 15-20 senedir kuzendik. 

** 

O yıllar televizyonlarda yayınlanan ve Mehmet Ali Erbil’in de rol aldığı bir komedi dizisi vardı. İşte biz bu diziden esinlenerek birbirimize “kuzen” demeye başlamıştık. 

Uğur Dershanesi’de uzun yıllar birlikte aynı odayı paylaştık. O Fizik bölüm başkanı idi, ben de Felsefe bölüm başkanıydım. Odaların her yeri değiştirildiğinde ne yapıp edip aynı odaya düşmeyi başarırdık. 

Ben gırgır yapmayı severdim, o ise bana göre oldukça ciddi idi. Odada çok uzun süreli muhabbetlerimiz olamazdı, çünkü gelen-giden trafiği fazla olduğu gibi sürekli hazırlanacak test, kitap ve sınavlar üzerinde çalışmak zorundaydık. Tabii bunlara ilaveten girmek zorunda olduğumuz dersler de vardı. İşte bu koşuşturmacadan arta kalan zaman olursa birer kahve söyleyip birazcık da muhabbet ederdik. 

Biz birbirimizin dostu muyduk? Hayır. Çünkü ne o, ne de ben hayatımızda sır sayılabilecek herhangi bir şeyi birbirimizle hiç paylaşmadık. Belki de böyle ağır bir yükü birbirimize yüklemek istemedik. 

Aramızda para alma-verme işi de hiç olmadı. 

** 

Kuzenim, dershanede işi bittikten sonra hemen özel derslerine koşardı. Gecenin geç saatlerine kadar yıllarca özel ders verdi. 

Çok iyi para kazanıyordu ve yüksek bir hayat standartı vardı. Dersanede ilk cep telefonunu alan o idi. Giysileri hep markaydı. Hatta bana: 

-Kuzen bırak şu cimriliği de biraz marka giyin, diye takılırdı. Tabii benim branşımın böyle bir yaşantıyı mümkün kılmayacağını çok iyi bildiği için alınmayayım diye: 

-Şaka yaptım be kuzen, derdi. 

Bir gün sigarasını yakarken yeni aldığı çakmak dikkatimi çekti. Baktım:Zippo. Beğendiğimi ve güle güle kullanmasını söyledim. Bir hafta sonra bana bir paket verdi ve “aç bakalım!” dedi. Açtım, aynısını bana da almıştı. Bu çakmak hâlâ bende durur ve kuzenimden bana kalan tek hatıradır. 

Her sabah cep telefonumuna mutlaka bir mesaj atardı. Sabahları telefonumda ilk gördüğüm isim yıllarca kuzenim olmuştu. Bazı akşamlar da mesaj attığı ve telefon ettiği olurdu. Ben ise bilhassa Fenerbahçe’nin yenildiği gün arayıp onu biraz kızdırırdım. Bana: 

-Konuş, konuş. Haklısın konuşmakta, ama bizim de konuşacağımız günler gelecek derdi ve gülüşerek konuşmayı sonlandırırdık. 

** 

Yıllarca süren beraberliğimiz benim Uğur Dersanesi’nden ayrılamamla sonlandı, ama kuzenliğimiz bitmedi. Telefon ve mesaj trafiğimiz sürdü gitti. Birkaç kere de buluşup uzun uzadıya sohbet ettik. Hepsi bu kadar… 

Ben onu istediğim zaman arayamazdım, çünkü birkaç kere aramalarımın uygunsuz zamanlara denk geldiğini fark ettim. Tam özel ders zamanlarıydı… Onun için kuzenimin aramasını beklemek en iyisiydi. 

Son yıllarda yaptığımız bir görüşmede çocuklar gibi şendi: “Kuzen, Uğur Derrshanesi’nin bir sınıfına Mustafa Çetinkaya Amfisi adı verildi. Ne kadar güzel değil mi?” diyordu. “Kuzenim kutlarım. Tabii ki çok güzel, ama sen zaten bunu çoktan hak etmiştin.” Dedim. “Hak ettim, değil mi kuzen? Uğur’un ilk gününden beri ben buradayım. Benden başka ilk günden beri kalan kim var?” dedi. 

Bunda çok haklıydı. Yaklaşık 40 yıla yakın bu dersanede çalışıyordu. Başka yerlerden gelen transfer tekliflerini hep reddetmişti. 

-Bu sene gene anlaştım kuzen, dedi 3-4 sene önce. 

-Yeter be kuzen. Bırak artık şu işi, biraz dinlen, hayatını yaşa, keyfini bak. Dedim. 

-Öyle mi yapayım kuzen? Ama evde ben nasıl vakit geçirecem. Gene de sözünü seneye tutacağım, demişti. 

Bir ara telefon trafiği iyice seyrekleşti, hatta bir ay geçmesine rağmen aranmadım. Meraklandım. Bir başka arkadaşa sordum. “Galiba biraz rahatsız” dedi. Kuzenimi aradım, beni atlattı. “Kuzen, bir yaramazlık yok. Ufak bir rahatsızlık. Geçecek ve iyileşince ben seni hemen arayacağım.” Dedi. 

Ufak bir rahatsızlık dediği şey o “kanser” denilen illetmiş meğerse. 

Sonraki aramalarımın hepsinde “iyileşince bana haber vereceğini ve birlikte gezeceğimizi” söyledi. 

Beklediğim haber gelmedi. Bu arada bir çok ameliyat geçirmiş, hatta bunlardan birisi de hatalıymış. Telefondaki sesinden durumunu tahmin edebiliyordum. 

Kurban bayramında aradım. “Kuzenim şu anda İtalya’da tatil yapıyorum. Yurt dışı sana fazla yazar, onun için ben seni döndüğümde mutlaka arayacağım ve buluşacağız” dedi. 

Yurt dışından dönüşte gerçekten aradı, ama hastanedeydi. Gezi sırasında mikrop kaptığını ve iltihaplanma meydana geldiğini, bu nedenle doktorların gene hastahaneye yatırdıklarını söyledi. 

Son günlerinde ortak bir arkadaşımız aradı ve “Hemen git, ziyaret et, yoksa çok pişman olursun! Senden bahsettik, gözleri ışıldadı.Zaman kaybetme, git.” dedi. Hep onu görmek istediğimi, ama onun beni oyaladığını söyledim. Arkadaş, “O halini görmeni istememiş olabilir, ama artık mutlaka gitmelisin.” Dedi ve hastanenin adresini de verdi. 

Çağlayan’daki hastaneye gittiğimde koluna takılı birkaç tane iğne ile yatağında yattığını gördüm. Beni görünce gözleri yaşardı. Yanına yaklaştım. “Kuzenim sarılma” diyerek hem kendini hem de beni korumak için uyarıda bulundu. Yarım saat kadar oturdum. Zorla da olsa konuştu. 

-Kuzen, hani ağacın içine kurt girer ya, bu da öyle bir şey. O ağaç bir daha iflah olmaz, dedi. 

-Böyle deme kuzenim. Gayet iyi görünüyorsun. İnşallah yakında iyileşeceksin, dedim. 

Eşi de doktorların iyileşeceğinden umutlu olduklarını ve yakında eve gönderecebileceklerini söyledi, ama tabii bunlar yalandı. Ben inanmadım, kuzenim de inanmadı ancak inanıyormuş gibi yaptı. Yani hepimiz gerçeği biliyorduk ve hepimiz rol yapıp yalan söylüyorduk. 

Bazı kişilerde ölmeden önce duman renginde bir bulutun vücutlarını kuşattığını görmüştüm. Maalesef o katil bulut kuzenimi de kuşatmıştı. İçim yanıyordu, ama neşeli görünmeye çalışıyordum. Yarım saat kadar oturdum. Yorulduğunu anlayınca müsaade istedim. Gene buluşma vaadleri verdik birbirimize, tabii iyileşince!.. 

Bana, elini sallamaya çalışıyordu. Gözlerinden süzülen yaşları görünce her şeyi berbat ederim korkusuyla el sallayıp hızla uzaklaştım oradan. 

Üç gün sonra aradım. “Kuzenim, inşallah yakında iyileşeceksin. Senin için dua ediyorum. Bilirsin benim dualarım çok kuvvetlidir. O nedenle sağlığına kavuşman yakındır. Yoksa bana inan mıyormusun?” dedim. “İnanıyorum kuzenim inanıyorum. İnşallah dediğin gibi olur” dedi. 

Vefatından iki gün önce aradığımda ise çok zor konuşuyordu, kelimeler ağzından bozulmuş olarak çıkıyordu.Konuşmamız bir dakika ya sürdü ya da sürmedi. Kuzenimden son kareler işte bunlardı: “Sağ ol kuzen, aynıyım. Görüşürüz kuzenim…” 

** 

Dün gece rüyamda: 

-Kuzen, beni kandırdın. Hani senin duaların çok kuvvetliydi ve ben iyileşecektim!” dedin. 

Duaların takdiri yüce yaradana kalmış. Elden bir şey gelmez. Ama sen de beni kandırdın be kuzen: Hani iyileşince arayacaktın, buluşacaktık, oturup sohbet edecektik, birlikte gezecektik. Beni kandırmadığını kanıtlamak için öteki dünyadan bana: 

-Bir telefon et, ya da 

-Hiç olmazsa bir mesaj çek. 

Bekliyorum. 

Seni çok sevmiştim be kuzennn….. 

 
Toplam blog
: 1081
: 980
Kayıt tarihi
: 30.07.10
 
 

Uzun yıllar çeşitli sitelerde Oruç Yıldırım adı ile yazı yazdım. Dört tane romanım ve çokca da de..