Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

10 Ağustos '16

 
Kategori
Sosyoloji
 

Lider mi Toplumu şekillendirir; Toplum mu Lideri?

Lider mi Toplumu şekillendirir; Toplum mu Lideri?
 

Ele alınan makale derin bir felsefi analizi gerektirir. Ancak burada yer bakımından mümkün olduğunca özetleyerek ifade edersek, hem okuyucuların sıkılmaması açısından, hem de konunun daha rahat kavranmasına yardımcı olacağı kanaatini taşımaktayız.

Makaledeki sorunun net cevabını vermek için, toplumların sosyolojik oluşum aşamaları ele alınarak ancak mümkündür. Bunun dışında genellemeye göre ifade etmek her zaman bizleri yanılgılara götürebilir. 

Bu yüzden günümüzde dünya yüzünde yaşayan toplumlarının hangisinde “Toplumun Lideri veya Liderin Toplumsal yapıyı belirlediğini” söyleyebilmek için, insanlığın toplumsallaşma aşama ve evreleri olan çağların şekillendirmiş olduğu kültürel ve siyasal özelliklere bakarak söylemek daha doğru bir yöntem olarak görülmektedir.

Örneğin; bugünlere gelmiş olan tüm toplumlar ve siyasal yapılar, şu üç tarihi çağın özelliklerine göre varlıklarını sürdürmüşlerdir. Bunlar…

1.İlkel Komünal ya da İlk Çağ Dönemi: Bilindiği gibi taş, demir tunç ve tarımsal yaşama dayanan bu dönemde, ana ilkesel yapı, yetenek ve gücünü öne çıkarabilen kişilerin, lider pozisyonuna geçerek toplumu değiştirip dönüştürmüşlerdir.

2.Orta Çağ dönemi: Bu dönemin ilkeleri ise tek tanrı, tek din, tek millet ve tek devlet (Hanedanlık) yapısıyla, toplumun içerisinden çıkacak her lider, bu yapının etkisinde kalarak şekillendiği anlaşılmaktadır.

3.Yeni Çağ: Ya da diğer adıyla Modern dönemin ilkeleri ise laiklik, sekülerizm ve demokrasiye dayandığı için, bazen şartlara göre liderin etkisi görülmektedir, bazen de toplumun lideri şekillendirdiğini rahatlıkla söyleyebiliriz.  

İnsanlığın yaşamında bu kadar büyük öneme sahip çağların etkisinin açımlamasını ise şu şekilde özetlemek mümkündür.

Örneğin M.Ö. yaklaşık 20 bin yıl boyunca, ilkel komünal dönem olan Poloteist ve Dualist dinlerin etkin olduğu yaşam biçiminde, insanlar daha çok özerk, özgür ve küçük topluluklar şeklinde yaşamakta idiler.

Bu yüzden mevcut yapı içerisinde yetenek ve gücünü öne çıkaran kişiler, lider konumuna sahip olup, toplumu daha kolay bir şekilde yönlendirip etkilemekte idi. Bu da liderin toplumu şekillendirdiğini kanıtlamaktadır.

Belirtilen toplumsal yapıda, bireylerin yetenek düşünce ve güçlerini geliştirmesinin önünde herhangi bir engel söz konusu olmadığından, adeta insanlar doğal bir yarış içerisinde gelişip olgunlaştıktan sonra, “Tanrı Krallıklar” döneminin yolunu açmışlardır.

Ve bu “Kral Tanrı” yaşam şekli, binlerce yıl sürmüş olup, her şeye hükmetmesi, adeta insanlığı yok etme noktasına getirmişti. Bunun sonucun da, Orta Çağ döneminin temel dayanağı olan tek ve gök tanrı anlayışına giden yol da böylece açılmış oldu.  

Ortaya çıkan bu Monoteist yaşam, temel ilke olarak tek tanrı, tek din tek millet ve tek devlet (Hanedanlık) anlayışı ile ulus toplumların ilk aşaması olan millet kültürünü geliştirmiştir. Bu yapıda toplumlar, lideri belirleyip şekillendirmiştir.

Orta Çağ dönemiyle birlikte birçok noktada tekçiliğe (Monolog) inanmaya başlayan insanlar tanrı, din, devlet ve millet (Soy) yapılarını hızlı bir şekilde tekleştirerek büyük imparatorluklar adındaki devletçi yaşama geçmeyi başarmışlardır.

Bu devlet yapılarında ortaya çıkan her lider veya peygamber, toplumun beklentilerine göre şekillenerek yönetim erkini elinde toplayıp, güçlü kişiler olarak tarihte önemli izler bırakmışlardır.

İfade edilen Orta Çağ topluluklarının büyük bir çoğunluğu, tekleşme mantığını tereddütsüz kabullenerek, uzun yıllar bu temelde ayakta kalmaya çalışmışlardır.

Doğal olarak her canlı ve cansız varlığın diyalektiğinde görüldüğü gibi, doğmak, büyümek, olgunlaşmak ve sonunda ölüp yok olmak gibi; bu sistemler de miladi 1500 yıllara kadar büyük bir çıkmaz ve kargaşa içerisinde gelip sonunda dağılmaya başlamışlardır.

Her geçen gün büyüyen bu kargaşa, kavga ve savaşlar, herkesin bildiği gibi 1700 ile 1800 yıllarından başlayarak, Yeni Çağın kapılarını açmış oldu.     

1789’dan itibaren Yeni Çağın toplumsal yaşamda tek ve en büyük belirleyici olduğunu düşünen Avrupalı ve diğer bazı toplumlar böylece Yeni Çağa adım atmış oldular. Bu Çağın temel ilkeleri ise, laiklik, sekülerizm ve demokrasiye dayanmaktır.

Bu ilkeler doğrultusunda hareket eden toplumların bazılarında liderler toplumu değiştirip dönüştürürken, bazıların da toplumlar liderleri etkileyerek dönüşmesini sağlamaktadır.

Yeni Çağın şartlarının dayatmış olduğu değişim ve dönüşümlerin kaçınılmaz olduğunu düşünen batılı ülke toplumları, insanlığın geçmişteki tarihsel kültürel yapılarından faydalanabilmek için şu yöntemle işe başlamışlardır.

Pozitif bilimsel felsefeden hareketle, tüm kültürel değerlerin sentezlenmesini yapıp, daha çağdaş ve demokratik yaşamın temellerini atmış oldular.

Örneğin bu metotla, hem ilkel komünal toplumsal kültür değerlerini, hem de Orta Çağ kültürünün geçerli olan noktalarını, Yeni Çağa uyarlayarak, daha az sorunlu ve daha özgürlükçü şekilde yaşanabilecek Federal ya da Konfederal devlet sistemlerini oluşturmuşlardır.

İşte bu sistemler de; bazen toplum lideri şekillendirirken, bazen de lider toplumu biçimlendirmektedir. Anlaşılacağı gibi zamanın şartlarına ve toplumların özelliklerine göre sentezleme yapıldığın da, hangi unsur geri kalmış ise diğer unsur onun gelişmesine öncülük yapmaktadır.

Çükü her çağın, insan yaşamı için katmış olduğu değerler, bilimsel süzgeçten geçirilerek, daha modern ve insanın rencide olmayacağı demokratik bir yaşamın temelini oluşturmaktadır.

Bu yapının gelişmesinde belirleyen, pozitif felsefi bilimin temel ilkeleri olan laiklik, seküler ve demokrasidir. İfade edilen lkeler gerçek ve samimi bir şekilde sahiplenilmeden, bir toplumun çağa uygun biçimde yaşadığını söylemesi, iki yüzlü politika anlamına gelmektedir.

Çünkü çağın şartları laik, seküler ve demokrasiyi dayatmasına rağmen, bazı ülke ve toplumlar, bu çağdaş ilkelere düşmanca bakıp, sürekli orta çağ mantığında ısrarcı olmaktadırlar. Bu anlayışa, Türkiye’nin yaşam ve dünyaya bakışı en çarpıcı örneği oluşturmaktadır.

Ve böylece Türkiye’nin yapısına daha yakından baktığımızda, bu düşüncelerimizi doğru çıkaran şu gerçekleri görmekteyiz.

Türkiye devlet sistemi ve toplumun kültürel yaşam şeklinden de anlaşılacağı gibi, Türkiye insanının geleceğini belirleyen bilimsel bir sentezlemenin varlığında söz etmek kesinlikle mümkün değildir.

Çünkü bugüne kadar sürdürülmüş olan toplumsal siyaset yapısı, her zaman  “Devşirmeciliğe” (Bilim dışı çokluk)  dayanıp, Orta Çağın ilkeleri olan tek devlet, tek din, tek dil ve tek ırk (Monolog) mantığını hâlâ bırakmış değildir.

Bu mantık her yönüyle Arap İslam din ve kültürüne saplanıp boğulduğu için, Türkiye’nin bir türlü bu yapıdan kurtulamadığı anlaşılmaktadır. Ve toplum, Arap İslam gericiliği içerisinde nefes alamadığı gibi, kendi içinden çıkan liderlerde aynı şekilde bilgisiz ve kültürsüzlük yüzünden, topluma göre şekillenmektedirler.

Bu yüzden değil midir? Türkiye’de iktidara yakın olan ya da iktidara gelebilecek tüm parti lider ve siyasi toplumsal yapı, çok küçük nüve farklılıklarıyla Orta Çağ mantığının ilkeleri olan Arap İslam din ve kültürünün monoloğuyla yaşamaya devam etmektedirler.

Mevcut yapının karşıtı şeklinde, Türkiye toplumu içerisinde yaşayıp biraz daha laik, seküler ve demoktatik düşünen siyasi liderlerin hiçbirisi, Türkiye’de ciddi bir siyasi etkin güce sahip olamamışlardır.

Bunun nedenini araştırdığımızda verilecek tek yanıt, Türkiye toplumunun kültürel ve yaşam anlayışı, hâlâ Orta Çağ mantığında, devşirmeci monolog yapıyı aşamadığı için; laik, seküler ve demokratik düşünceler her zaman aykırı fikirler olarak görülmektedir.

Ve bu statik yapı içerisindeki laik ve çağdaş düşünen liderlerin, demokratik yöntemlerle toplumu değiştirme gibi bir şansları bulunmamaktadır. Bu yüzden değiştirip dönüştürmeyi isteyenlere tek bir seçenek kalmaktadır. O da silahlı yöntemlere başvurmaktır.

Bunu da her kişinin göze alıp yapacağı bir iş olmadığından, toplum çaresizlik içerisinde “Mehter marşındaki gibi bir adım ileri iki adım geri” şeklinde yerinde saymaya devam etmek durumundadır.

Türkiye’de mevcut tabanı olan siyasi parti ve liderleri, her zaman Orta Çağ mantığının teklik ilkesinde birleşerek, sanki bugüne kadar aralarında hiçbir sorun yaşamamış gibi, el ele tutuşup hareket etmeleri, toplumu büyük bir umutsuzluğa sevk etmektedir.

Bu da Türkiye’nin bir yüzyıl daha Orta Çağ karanlığında yaşamasının en açık ifadesidir. Umarız bu aşılır ve kısmi şekilde de olsa laik, seküler ve demokratik bilimsel bir sentezlemeyle, Türkiye’nin biraz daha yaşanacak duruma getirilmesi sağlanmış olur. İşte makalenin en doğru ve uzun cevabı, bu ifadelerden ibarettir.

Cemal  Zöngür

 
Toplam blog
: 56
: 1108
Kayıt tarihi
: 27.03.16
 
 

Eğitim: Yüksekokul, Meslek: Yönetim, İlgi Alanım: Tarih, Felsefe ve Sosyoloji üzerine araştırma. ..