Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

23 Ocak '15

 
Kategori
Öykü
 

Mahalle bakkalı

Mahalle bakkalı
 

Görsel http://www.dunyabizim.com/?aType=haber&ArticleID=17635 adresinden alıntıdır.


Altmış üç yaşındaydı Ali Rıza amca. Hoş pekte yaşını göstermiyordu. Sanki altmış üç yılı, yıllar yıllar öncesinde bırakmış da çoktan yetmişin üstüne çıkmış bir görüntü sergiliyordu, fersiz bakan gözleri, beti benzi soluk çehresi, sanki kurumuş ta yer yer derin çatlaklar oluşmuş gibi duran alnıyla. En çokta gözleri veriyordu bu hissi. Dalgın, anlamsız ve hep uzaklara bakan gözleri.  İnsanın içini tuhaf eden bir anlam yüklüydü gözlerinde. Acıma hissiyle karışık merak uyandıran bir ifade. Ara ara hepten kopardı çevresinden, ara ara dönerdi dünyaya, bir dünyalıya benzeyerek. Ama döndüğü zamanlarda bile hep durgun ve sakindi.

Anadolu’nun kıraç topraklarının hakim olduğu bir coğrafyada,  o toprakların yakıcı güneşle kavrulduğu bir günde doğmuştu. Anacının dediğine göre harman zamanıydı. Öyle ya harman baharda olmazdı, yaz sonu güz başı gibi açmıştı gözlerinin dünyaya herhalde. Lakin nüfus kâğıdı geçen sene sarılıktan ölen iki yaşındaki ağabeyinindi. Geçimini bir evlek toprakta eşelenerek sağlayan, üç beş hayvanın etinden sütünden beslenmeye çalışan, yok yoksul bir ailenin beş çocuğundan biriydi. İkisi kız üç erkek beş çocuk nasipleniyordu o evde.

Vatani görevini yamak için gelmişti İstanbul’a ilkin. Önce başı dönmüş, aklı başından gitmişti şehrin azameti karşısında. Sonra sonra alışmış, hatta keyif almaya başlamıştı sokaklarından bile bu şehrin. Çarşı izinlerini bekler olmuştu, İstanbul havası solumak için. Askerlik görevi bittiğinde, mektup yazmıştı memlekete.

-Taşı toprağı altın buranın, elbet  nasibim vardır bu şehirde. Beklemeyin beni artık, demişti.

            Terhis olup çıktığında, memleketlisi Nazmi amcayı aradı günlerce. Köydeyken birkaç kez duymuşluğu vardı, hali vakti yerindeydi Nazmi Amca’nın. Elbet elinden tutardı kendisinin de. İz süre süre, ona buna sora sora nihayet buldu,  büyük teyzesinin kaynı olan Nazmi Amca’yı. Fatih’de bir bakkal dükkanının kapısının önünde, neredeyse bacakları çarpılmış tahta bir sekide oturmuş, birkaç  arkadaşıyla sohbet ederken buldu onu. Elindeki avucundaki bitmiş, memleketten gelen babasının yolladığı paracıkları da suyunu çekmişken tam zamanıydı bu buluşma. Utana sıkıla sokuldu yanlarına. Hafiften boğazını temizledi köh köh.

 -Buyur! Dedi üç adamın en yaşlıca olanı.

-Şeyy, dedi. Ben Çolak Memedin torunu, Yılık İsmail’in oğlu Ali Rıza.

Hafifçe kıpırdadı Nazmı amca;

-Buyur evladım, nedir halin ahvalin? 

Gerçekten de elinden tutmuştu Nazmi Amca. Büyüklük etmişti ona bu koca şehirde. Mahallede bulunan bir taksi durağında şoförlük ayarlamıştı ona. Boş zamanlarında da kendisine yardım ediyordu Ali Rıza. Yine bir gün durakta mesaisi bitip bakkala geldiğinde, yandaki apartmanların akşam siparişlerini götüreceği sırada, babasına yemek getirmiş olan Nazmi Amca'nın büyük kızı Hayriye'yi gördü. O anda kısmetinin Hayriye olacağı içine doğmuştu sanki.

Kısa bir zaman sonra Nazmi Amca; "Oğlum, birkaç yaş fark pek önemli değil. Önemli olan anlaşmaktır, akıl yaşta değil baştadır. Baş göz edelim sizi." demişti. Böylelikle yıllarca sorunsuzca, kabullenişle sürüp gidecek olan bu evliliğe giden yolu açmış, ön ayak olmuş, kendisinden dört yaş büyük olan, kısa boylu, tıknazca, sol ayağı hafifçe aksayan, ön dişleri sanki yer bulamamış da üst üste binmiş gibi duran Hayriye’yle, hem kız hem erkek babası olup, onları baş göz etmişti gerçekten.

Gel zaman git zaman, Ali Rıza çoluk çocuğa karışmış, işine, evine, sahip çıkmaya çalışmış hayat böyle geçip gitmişti. Nazmi Amca’yla karısı hakkın rahmetine kavuşmuş, onlardan kalan üç beş miras Hayriye'yle üç kardeş arasında pay edilmiş,  bakkal dükkânı da Hayriye’nin payına düşmüştü.

Her zaman olduğu gibi, mahalledeki kendi yaşdaşı eş dostla günlük muhabbetini yapmak üzere dükkanın önündeki tahta sekiye yerleşti. Siyatikten muzdarip bacaklarını güneşe vermiş,başına güneş geçmesin diye de, cebinden çıkardığı mendilini, sekinin yanına koyduğu şişeden ıslatıp tepesine yerleştirip duruyordu. Bir yandan çayını yudumlarken, "Askerlik görevim bitti, memlekete dönmedim" diyen, süklüm püklüm karşısında oturan memleketlisi semercilerden Hüssam'ın oğlu Şevket'in anlattıklarının  pek çoğunu duymamıştı bile.

 

 
Toplam blog
: 153
: 1584
Kayıt tarihi
: 18.12.08
 
 

Yaşamayı seven, yaşamı dürüst ve içten yaşayan, evi, eşi ve iki yavrusunun annesi... ..