Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

06 Şubat '15

 
Kategori
Sinema
 

Mahsun Kırmızıgül'ün "Mucize" filminden insana dair mucizeler

Mahsun Kırmızıgül'ün "Mucize" filminden insana dair mucizeler
 

Mucize filminden


Çok az film vardır ki insanı günlerce derin düşünmeye iter, kısa kısa aralarla sık sık düşündürtür.. Düşünür insan, çünkü filmin mesajı insanı aklından ve kalbinden vurmuştur. Öyle bir beyninizden vurur ki, size hayatın farklı yönlerini düşündürür. Hatta düşünmediklerimizi de düşündürür. Ve öyle bir etki bırakır ki insanda, insan o kısacık zamanda çok şey öğrenir.

İşte bugün böyle bir filmden bahsetmek istiyorum. Gerçek ve yaşanmış bir hikayenin filmi bu. İmkansızı başarmış olan insanların hikayesi.

Geçtiğimiz hafta sonu Mahsun Kırmızıgül’ün yeni filmi Mucize’yi izleme fırsatı buldum. İyi ki de bulmuşum. Zira Hollywood’un büyük bütçeli ve şaşalı filmlerinden sonra Türk filmlerine giderken acaba diye soru işareti ile sinemaya giderim. Ancak Mucize filmi beni kesinlikle yanılttı.

Filmin sonunda hem ağlamak, hem inanılmaz bir mutluluk hissi, hem gerçekten yaşanmış bir hikayede anlatılan mucize hikayenin insanı beyninden vurmasının getirdiği keyif, hayret ve ilham ile birlikte bin bir düşünceyle ayrıldım.

Filmin özetini birçok yerden bulabilirsiniz ancak film kısaca 1960’ların Türkiyesi’nde Ege’de yaşayan ve çalışan bir öğretmenin okul bile olmayan, hiç öğretmenin gitmemiş olduğu Doğu’da yollardan bile uzakta olan bir dağ köyünde geçiyor. Yılın 8 ayı kardan dolayı ulaşılamayan bir köyde yoktan bir okul kurup oradaki öğrencilere ışık olan bir ışık savaşçısı öğretmenin ve çevresindekilerin hikayesi.

Ancak hikayede konuşamayan, önemli derecede fiziksel engeli olan köy muhtarının bir oğlu var ki, onun yaşadığı mucize filmin son anına dek anlaşılmıyor. Engelinden ötürü hiç evlenemez diye düşünülen bu adamın, Allah’ın muhteşem bir dokunuşuyla dünyalar güzeli bir kızla evlenmesi sonucu bu engelli adam kendini hiç olmadığı kadar ezik, eksik, kötü hissediyor. Bu acı ve aşk ise onu mucizevi bir dönüşüme götürüyor.

İnsanız ya, baştan aşağı duygu yüklü bir varlığız. Duygularımız bu dünyada beden olan ruhun dünya sınavına tutunmasını ve insanın tekamül etmesini sağlıyor. Duygular körü körüne yaşanır, fiziksel haz, arzular, istekler, güç, makam, mevki, payeler ve putlara bağımlılık için iş görürse insanı vezir ediyor. Ya da bu filmdeki gibi Allah’ın insanı celali ile , acı, sıkıntı, üzüntü, bela ve felaketlerle sınadığı dönemlerde olduğu gibi kişiye öyle bir çıkış gücü veriyor ki, o güç ile olmaz denilen, imkansız denilen imkanlı oluyor.

Her insan hayatında yaşadığı güzellikler ve zorluklar karşısında yaşadığı duyguları aklı ile harmanlayarak ve kendini çevreleyen koşullara uygun olarak bazı kararlar alıyor. Çocuğun 0-7 yaş döneminde buna çocukluk kararları diyoruz ve bu kararlar 7’den 70’e insanın karakterini ve dolasıyla da kaderini belirliyor.

Ancak insan sadece çocukluk zamanında hayatını etkileyen kararlar almıyor. Allah’ın bu muhteşem düzeninde bizler O’nun cemali ve celali ile sınanıyoruz. Bazen güzellikle, bazen de zorluklarla. O yüzden eskiler Allah’tan bizleri hep güzelliklerle sınamasını ister. Hatta arifler, veliler ve nebiler sadece ama sadece hayırlı olanın olmasını diler, çünkü ne oluyorsa bir amaç için oluyordur ve her olan hayırlı olduğu, o kişinin iyiliği için oluyordur...o an anlamasa bile.

İşte bu engelli, mucize adam, sevdiği ama sevgisini gösteremediği, konuşarak anlatamadığı, dokunarak bile aşkını ifade etmekte zorlandığı bu kadına sırılsıklam aşık oluyor. Sevdiği kadın Leyla oluyor, kendisi de bir Mecnun. Ferhat’ın Şirin için dağları delmesi gibi o da kendi içinde, engelinden dolayı bir nevi yarı yarıya hapsolduğu fiziksel bedeninden, kendi ten kafesinden aşkı ile kurtuluyor. Ölerek kurtulmuyor. Sadece aşkı ile coşan duygularının ve azminin liderliğinden bir bir engellerinden, özürlerinden kurtuluyor.

7 yıl önce sevdiği kadının kendi engelinden dolayı aşağılanmasına dayanamayarak ayrıldığı köye, 7 yıl sonra engellerini atmış bir şekilde geliyor. Artık bedenine yapışık tutuğu ve kaldıramadığı sağ elini kullanıyor. Hem de arabadan inen oğlunun başını yavaş ve nazikçe ve büyük bir sevgiyle okşayacak kadar iyi kullanıyor.

Sol eli ise sol omzuna yapışık olacak kadar kötü bir biçimde idi eskiden ve o el hiç mi hiç kullanılamıyordu. O el artık tamamen aşağıda ve büyük çoğunlukla kullanımda.

O kambur, seke seke her 2 ayağını da 45 hatta bazen 60 derece içe basarak, yalpalaya yalpalaya yürüyen adam, artık, köye geldiği arabadan büyük bir karizma ile, yavaşça iniyor, ve anasına banasına, sevdiklerine yavaş, güvenli adımlarla, dimdik yürüyerek gidiyor. Sanki muharebeden zaferle dönen ancak gördüğü onca şeyin bilgeliğiyle susarak konuşan bir efe gibi.

Ve en büyük dönüşüm ise konuşmasında olmuş. O konuşamayan, kafası sol omzuna doğru eğik bir vaziyette hareket eden, konuşmaya çalışsa bile ağzının bir tarafı aşağıya kayarak ağzından salyalar çıkartan o adam, 7 yıl sonra doğduğu köye geldiğinde ağzı da bedeni, ruhu ve zihni gibi düz ve tam bir şekilde konuşuyor. Yıllardır kendisinden hırıltıdan başka bir şey duymayan anne ve babasına konuşuyor. Eskiden ten kafesinde hapsolan ruhunun güzel sesini, duygularının coşkusunu artık anne ve babasına onları çok özlediğini söyleyerek aktarıyor.

Filmi izleyenler bu anların benim aktardığımdan çok daha fazla bir güzellikle işlendiğini görecekler. Film bu açıdan muhteşem bir mucizeyi, yaşanmış bir mucizeyi anlatıyor. Ve bu adam hala İstanbul’da sevdiği, aşık olduğu eşiyle ve çocuklarıyla yaşıyor.

Allah’ım bu ne büyük bir adam diyor insan. Eşi de Allah’ın yeryüzüne emaneten gönderdiği görevli ibir melekmiş herhalde ki, sevdiği adamın dönüşümünün sebebi ve yoldaşı oluyor.

İşte sevgi böyle büyük bir şey dostlar. Sevgi her şeyin, evrenin temeli. Her şey ama her şey bu evrende ve yaşamda sevgi üstüne kurulu. O olmadı mı insan ve mekan kuruyor; su olmayınca kuruyan dere yatağı gibi. Ama sevgi her zaman var. Her zaman kuru, kupkuru dereyi yeşertecek kadar çok var.

Bu mucize adama eşinden önce Tanrı bir kere daha el veriyor. O köye ilk defa bir öğretmen geliyor. Okul yokken köylü ile birlikte kendileri okul yapıyorlar ve dersler başlıyor. O uzak köyde ilk defa küçük insanlar bilgiye kavuşuyorlar. Öğretmen bizimkini sınıfa alıyor ve öğrencilerle ders yaptırıyor. Ve zaman geçince kendi kısıtlı fiziksel engellerine hapsolan o güzel insanın konuşmasa da kendini ifade etmesi için bir imkan ortaya çıkıyor. Okumaya ve yazmaya başlıyor ve bunu köyünden anne-babasına haber vermeden eşiyle birlikte ayrıldığı o gün yazdığı mektuba dek kimse  bilmiyor.

Allah’ın yüceliğine bakın. Önce o ten kafesinde hapsolmuş o güzel ruha, mucizeler okuma yazma becerisi sunarak kendini ifade etme imkanı veriliyor ve sonra sevdiği kadına olan aşkının verdiği acı ve aşk onu kendi engellerini aşmaya zorluyor. Ve muhteşem bir mucize kendini gösteriyor.

Film tek kelimeyle muhteşem ve lütfen kendi gözlerinizle bu mucize hikayesine tanık olun ve feyz alın.

Hepimiz aslında doğum ile birlikte doğum öncesi o İlahi bütünsellik ve saflığını kaybetmiş, maddesel bedenin kısıtlı imkanları ile sınırlanan muhteşem güzellikte ruhlarız. “Hepimizin içinde Allah’ın isim ve sıfatları gizli” diyor Tasavvuf alimleri buna.

Filmde bir diğer mucize de Ege’den tayin ile kalkan gelen o öğretmenin, karşılıksız sevgisi ve çabası ile yoktan bir okul var etmesi ve çocuklara ışık olması. Şekliyle karşılandığı o küçük dağ köyünde, içindeki güzellikler hatırlanarak ayrılması. Görenler için başka mucizeler de var ama tüm bunlar başka bir yazıya inşallah...

Evet hepimiz biricik ve eşsiz bir potansiyele sahibiz. Ve sınırsızsınız..

Ya engel SİZSİNİZ ya da engelsizsiniz. Seçim sizin.

Sevgiler,

Kenan

 

https://twitter.com/Naacel

https://www.facebook.com/public/Kenan-Kolday

http://naacel.blogspot.co.uk/

http://www.felsefetasi.org/author/kenan-kolday

 
Toplam blog
: 245
: 1347
Kayıt tarihi
: 29.10.12
 
 

Çocukluğumdan beri kendimden büyük bir şeyleri arayıp durdum. Ve 1999 yılında yaşadığım şoklar il..