Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

09 Şubat '15

 
Kategori
Sosyoloji
 

Marx geri mi dönüyor?

Marx geri mi dönüyor?
 

Marx’ın mezar taşının üzerinde “Dünyanın bütün çalışanları birleşin” sloganı yazar. Marx bu mesajla Küresel çalışanların birleşebileceğini ve bir sonuca gidilebileceği mesajını vermeyi başardı. Her ne kadar devlet aygıtını kullananlar sosyal hareketlerin ve işçilerin arasına kendi manüplatörlerini sokarak işleri başka yerlere sürüklemeye çalışsalar da toplumlar varacakları bir yerler olduğunu ve çözümlerin kendi ellerinde olduğunu gördüler. Yakın zamanda yaşanan Arap Baharları ve Occupy hareketleri bunlara en temel örnekler oldular.

Toplumların çalışan kesimleri dünyanın her noktasında farklı seviyelerde kazançlar elde etmekte ve farklı iş kollarında çalışmaktalar. İş gücü sınırlara ve coğrafyalara göre farklı şekillenmekte. Çin’deki fabrikada çalışan bir işçi ile Detroit’teki bir mağazada çalışan bir tezgahtar aynı miktarda kazanmamakta. Gelişmiş dünyanın işçileri kendilerinden daha zor koşullarda çalışanların şartlarını daha az dikkate almaktalar. Ancak küresel politikalara karşı işçi sınıfının farklı yerlerde de olsa aynı açıdan yaklaşımları yükselmeye  başlamış durumda. Bütün bu gruplar birlikte hareket etmeye başladığında küresel elitlerin titremeye başlamasının zamanı geliyor. Günümüzü 1800’lü yıllardaki işçilerin silahlarıyla sokaklarda olduğu dönemlerle karşılaştırmak bir hata olacaktır. Ancak orta sınıf aktivizminin yüzde birle ifade edilen elitlerin dünyasını sarsabilecek kuvvette olduğundan kimse şüphe duymuyor.

Marx sınıf çatışmasına dair uhrevi bir mesajı gördü. Küçük bir plütokrasinin varlığına karşı büyük çoğunluklu işçi sınıfının birleşmesi gerekliliğine vurgu yaptı. Devrimci işçi nabzının küreselleşmiş olması gerektiğini öngörüyordu. Çalışan kesimin birbiriyle olan iletişiminin ve bilgilerini paylaşmasının önemine vurgu yaparken fabrika hayatının insanı tek tipleştirmesinin ve fakirliğin aslında göreceli bir kavram olarak yok edilebileceğini ifade etti. Bu noktada küresel gücün farklı coğrafyalarında yer alan işçi sınıfının temelde aynı sorunlarla boğuştuğunu belirtti. 1848 yılında Engels’le yazdığı Komünist Manifesto’da vurguladığı konu gelir adaletsizliğinin farklı sınırlar içerisinde olduğuydu. Bazı ülkeler diğerlerinden daha zenginken kazancın farklı olduğu Fransa, İngiltere, ABD veya Arjantin gibi ülkelerde zengin fakir veya işçi ve burjuva tanımı farklı şekillerde ortaya çıktı.

Endüstriyel devrim güç kazandıkça parite değişmeye başladı. Marx’ın küresel işgücüyle ilgili öngörüsü tahmin ettiğinden farklı gelişim gösterdi. Komünist Manifesto’nun yayınlanmasından sonra İngiltere’deki işçi kesiminin ücretleri yükselmeye başladı. Aynı durum Avrupa ve Amerika’da benzer şekilde gelişim gösterdi. Kazançların farklı coğrafyalarda farklı değerlerde olması işçiler arasında bölünmelere yol açtı. 1870 yılında İngiltere’de ortalama bir işçi yılda 3190 $ kazanırken aynı yılda orta seviye kabul edilen  Afrikalı işçinin kazancı 648 $ seviyesindeydi. 2010 yılı ortalamalarını karşılaştırdığımız zaman yıllık 23,777 $ kazanan bir İngiliz işçinin karşısında alım gücü yıllık 2,034 $ olan bir Afrikalı işçi söz konusu olmaktaydı. Yüz yıl öncesinde Afrikalı bir işçi, İngiliz işçisinin ellide biri kadar kazanırken ünümüzde onda birine tekabül eden bir kazanca sahip.

Birçok Amerikalı şişirilmiş CEO ücretlerini ve hedge fonu kazanımlarını gördükçe ekonomik büyümenin ne olduğunu sorgulamaya başladı. Kendi varlıklarını sorgulamayan orta kesimin sesini yükseltmesi elitler  için ne anlama gelmekte? Ay başını zorlukla getiren bir İngiliz orta sınıfı işçisinin kazandığı para ile herhangi bir Afrika ülkesinde aynı paraya sahip olacak birisi krallar gibi yaşayabilir. Hindistan’ın en çok kazanan %5’lik kesimi ABD’nin en az kazanan %5’iyle aynı oranda gelire sahip. ABD ve Avrupa’daki belediye çalışanlarının ücretlerini üçüncü dünya ülkelerinin ücretleriyle karşılaştırdığımız zaman arada uçurumlar olduğu tartışmasız. İşgücünün küreselliğinin yanında fakirliğin ve sermayenin de küreselleşmesi kaçınılmaz. ABD ve Avrupa’daki en düşük ücretli kesimin üçüncü dünya ülkelerindeki en çok kazanan kesimden daha yüksek oranda kazancı olması buna en iyi örnek.

Avrupa ve Amerika’daki fakirlerin kazançları Afrika ve Asya’daki kazanımlarla karşılaştırdığımız zaman işçilerin ortak amaçlar doğrultusunda birleşecekleri bir hayal gibi durmakta. Komünist Enternasyonel toplantılarının 1920’lerdeki ikinci toplantı ayağı Almanya ve Osmanlı’ya karşı savaşa giden zamanın kimi komünist parti üyelerince kınandı. Zamanın komünist partileri kendilerine yaratacakları kolonileri ve üçüncü dünya ülkelerindeki köleleri kullanmayı daha kolay bir yol olarak gördüler. Babalarının ülkelerini korumayı kendilerine bir görev olarak tercih ettiler. Bunu da Osmanlı ve Almanya ile savaşarak yapacaklardı. Ancak içerdiden buna muhalif olarak olan sosyalist taban I.Dünya Savaşına ve bütün savaşlara seslerini yükselterek emperyalizmin ancak gelişmiş ülkelerde de yok edildiği taktirde tarihten silinebileceğini vurguladılar. Buna göre dünya üzerindeki bütün toplumlar sadece bütünsel bir dönüşümle kurtuluşa yürüyebileceklerdi.

Herşeyin hızla değiştiği dünyada 90’ların popüler sloganı olan ”küreselleşme” halen gündemde. Birleşen küresel pazarlar daha yoğun şekilde iç içe girmeye başladı. Ortalama ücretler birbirlerine yakın seviyelere yaklaşmakta. Son 10 yılda gelişmekte olan ülkeler gelişmiş olanlara yakın hızda ekonomik büyüme gösterdiler. Kazançları gelişmiş ülkelerin seviyelerine yaklaşmaya başladı. Dünya Bankası’na göre Çin’deki kişi başına milli gelir ve yaşam standardı seviyesi 2030 yılında Avrupa ortalamasına ulaşacak. Brezilya 31,000 $ tutarındaki milli gelir oranıyla bu konuda Çin ve Avrupa’yı yakın takipte. 23,000 $ tutarındaki yıllık geliri, eğitime yaptığı yatırımlar ve üretim hacmiyle Endonezya en yakın rakibi olan Güney Kore’yi çok yakın zamanda yakalamak üzere.

Geleceği tahmin edebilmek için kahin olmaya gerek yok. Zengin sınıfın yanında ondan çok da uzakta olmayan bir orta sınıf belirginleşmekte. Dünya Bankası verilerine göre Dünya nüfusunun %16’sı zenginler kulübüne yakın yaşam standartlarına sahip. Büyüme hızları bozulmadan devam ederse dünya nüfusunun % 41’lik kesimi 2030 yılında kendini zenginler sınıfı içerisinde bulacak. Kalan kazanç farklılıkları sadece küresel anlamda ülkeler arasındaki farklardan ibaret olacak.

Günümüz orta sınıfınının hayatını 1800’lü yılların işçi sınıfının yaşadığı ile karşılaştırmak anlamsız olur. Günümüz insanı o dönem emekçisine göre hayallerinin bile ötesinde bir hayata sahip. LED ışıklarıyla aydınlatılmış ofislerde çalışıp, tablet bilgisayarlarla işlerini yönetmekte, cep telefonlarından işlerini dünyaya duyurmakta. 2015 yılının insanı 1848 yılında yaşayan sıradan birinden 40 yıl daha uzun yaşama şansına sahip. Ölü doğum oranı o dönemlere karşılaştırılamayacak oranda düşük. Ancak asıl soru okyanus ötesindeki işçi kardeşlerinin yaşadıklarını paylaşmaya ne kadar gönüllü oldukları.

Emekçi sınıf bazı konularda birleşebilir. Ancak kitle direnişinin tek seçenek olması birleşmenin ve devrime yürümenin kaynağı olmayacak. Marx bir devrimi öngördüğü süreçte bunun temelini emekçi sınıfın kazanımlarıyla ilişkilendirdi. Ona göre sadece geçinebilecek kadar bir kazanca sahip olan orta sınıf devrime mutlak surette yürüyecekti. Ancak eskinin çok çalış fakat az kazan kırılamayan zincirinin ötesinde günümüzde üçüncü dünya ülkelerinde olmasa bile en azından gelişmiş ülkelerde çalışan kesim daha iyi kazançları elde edebilmekte. Böylesi bir durumu geçmişle karşılaştırdığımız zaman sadece Çin’de bile milyonlarca çalışan yoksulluk içinde olmak bir yana eskiye göre epey rahat bir hayat sürmekte. 20. Yüzyılın ilk yarısında gerçekleşen komünist devrimler gösterdi ki yaşam standartlarındaki yükselişler olası bir devrimin gelecekte ihtimaller içindeki katsayısını epey geriye çekti.

Ancak bu durum patronların rahat bir nefes alabileceği anlamına gelmemekte. Lagos, İstanbul, New York veya Londra’daki orta sınıf aynı ücretleri kazanıp yaklaşık aynı haklara sahipken düşük gelirliler de birbirine çok uzak olmayan miktarlarda kazançlar elde etmekteler. Bu da 2030 yılında düşük gelirlilerin aynı amaç etrafında birleşecekleri konusunda Marx’ı haklı çıkarmakta. Teknoloji insanları bir araya getirip iletişimlerini artırmakta. 3,5 milyar işçinin farkına vardığı durum über zenginlerin kendi ülkeleri içerisinde sahip olduklarının düşük gelirli ile farkının miktarı ve neden olduğu sonuçlar olacak.

Emekçi kesim kendi hükümetlerine baskı yapmaya başlayacaktır. Kendi alın terlerinin ve tehlikeye attıkları hayatlarının sadece bir grup süper zengin için değil aileleri ve toplumun onlara gerçekten ihtiyacı olan katmanları için olduğundan emin olmak istiyorlar. Vergi cennetlerine ülkelerinin paralarını kaçıran zenginlerin bu kaçış noktalarını durdurmak için plütokratlarla işbirliği halindeki politikacıları köşeye sıkıştırmaya başladılar. Yatırımcı şirketleri ülkelerine çekmek için vergi kolaylığı sağlayan ve işçilerin kazançlarını kısıtlayan devletlerin ve hükümetlerin tutumlarına karşı duruş giderek daha da ivmelenmekte. İşçiler küresel hareket kolaylığından faydalanan süper zenginlerin yanında işçinin ve işgücünün de küresel anlamda dolaşımdan hakettiği payın verilmesini isteyecektir. İşçi sınıfı en ateşli devrimi halen görmüş değil aslında. Sadece en etkili olanlarıyla karşı karşıya kalındı. Şüphesiz ki günümüze kadar gerçekleşmiş olanlar tam anlamıyla işçi devrimleri değildi. Önümüzdeki yıllarda işçi sınıfının tüm yönetimi ele alacağını söylemek pek doğru olmayabilir. Ancak Marx’ın gülüşüyle bakılacak bir gelecek olmayacağını da söylemek anlamsız olur.

İşçi sınıfını ve zenginliğin ne olduğunu sorgulamak, yeniden tanımlamak ve buna göre kararlar almak en doğrusu. Sürekli değişen ve özellikle son 15-20 yılda din adındaki manüplasyon aracıyla uyuşturulan emekçi kesim kendi varlığını sürdürebilmek için ihtiyaç ve değer tanımlamalarını başkalarının eline bırakmaktan vazgeçmelidir.

 
Toplam blog
: 12
: 376
Kayıt tarihi
: 11.03.13
 
 

Blog Yazari  Politika, stratejik araştırmalar, edebiyat, güncel olaylar, haber yorumları, çev..