Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

17 Şubat '08

 
Kategori
Deneme
 

Mavi

Mavi
 

Elinde şemsiyesiyle öylesine duruyordu. Gelip geçen arabalara bakmak bile içinden gelmiyordu. Baktıkça arabasızlığına biraz canı sıkılıyordu. Bunca zamandır istediği halde bir türlü istediği arabayı alamamıştı. İstanbul gibi bir yerde araba almak da bir dertti, arabaya benzin koymak da, park yeri bulmak da... Ama yine de böyle zamanlarda bir arabası olmadığına üzülüyordu.

Minibüsler, otobüsler, servisler sürekli olarak geçiyordu ama onun servisi gelmiyordu. Yaklaşık on dakika geçtiği halde servisten bir ses yoktu. Acaba servise bir şey mi olmuştu? Bir kaza olsaydı ne zaman haberi olurdu? Servisteki arkadaşları ona ceple nasıl ulaşabilirdi? Aslında servis hiç bu kadar geç kalmazdı ama.. Birçok olumsuz soruyu aklından geçirirken birkaç dakika daha geçti. Sonrasında arkadaşlarından birini aramanın iyi bir fikir olduğunu düşündü.

Arkadaşı servisin çoktan geçtiğini söylüyordu, hatta onlar ofise varmışlardı bile, üstelik kendisini merak etmeye başlamışlardı, iyi ki aramıştı ofisi... Birden saatine baktığında saatinin durduğunu fark etti. Yani bu kadar da tesadüf olur muydu? Kabaca hesapladığında evden çıkmadan onbeş yirmi dakika önce saatin pili bitmişti. Beklediği süreyi de ekleyince yarım saati geçen bir zamanda arkadaşlarının ofise varmaları son derece doğaldı.

Şimdi ne yapacaktı? Eğer otobüsle gitmeye kalksa geç kalacaktı, taksi de biraz tuzluya geliyordu ama yapacak başka bir şey de yoktu. İşte yine şu arabasızlık deyip kendi kendine kızmaya başladı. Ama şimdi kızacak zaman değildi, işlerini düşündü. Müdürü şu sıralar pek erkenden işlere gelmediği için bir şey olsa hemen ona soruyorlardı. Genel Müdürün sağı solu belli olmazdı, aklına bir şey takıldığı gibi sormadan duramazdı. En iyisi hızla gitmekti.

Hemen bir taksi çevirmeye karar verdi ama şu yağmurlu günde de taksi bulabilmek yerde para bulmak gibiydi. Bir süre bekledikten sonra boş taksi bulabildi ve yirmi dakika sonra ofisindeydi. Girdiği gibi ofis arkadaşları genel müdürün kendisini aradığını söylediler. Hemen üstüne başına çeki düzen verip genel müdürünün yanına çıktı. İnşallah bir aksilik çıkmazdı, acaba geç kalışının nedenini söylese miydi? Yoksa kendisi mi sorardı? Aslında iyi bir adamdı ama bazen öyle fazla sıkıştırıyordu sıkıştırılma hissi onda panik duygusu yaratıyordu. Yine de oniki yıldır birlikte çalıştıkları için birbirlerinin özelliklerini biliyorlardı. Bugün güne hiç de iyi başlamamıştı. Ve sanki iyi bir şeyler olmayacakmış gibi bir duygu vardı içinde..

Sekreterine geldiğini söylemesini istedi, hemen içeri buyur etti ve her zamankinden farklı olarak oturmasını söyledi. Demek ki konuşulacak şeyler uzundu. Acaba geç kaldığı için bir söz mü işitecekti? Bugün geç kalınacak zaman mıydı şimdi? Adam ne söylese haklıydı, bir de üstüne üstlük mevki farkı ortaya çıkınca haksız olduğu şeylerde de konuşsa haklı çıkacaktı.

Hiç konuşmamaya karar verdi, sadece söylenenleri dinleyecekti. Madem ki kendisi çağırmıştı, o zaman onun konuşacağı şeyler vardı. Hem her zaman geç kalmıyordu ki.. Üstelik müdürünün yokluğunu hiç aratmıyordu. İşte bu düşünce ona güven verdi ve konuşmaya kendisi başlamaya kara verdi. Onu istemişti ve kendisine nasıl yardımcı olabilirdi?

Evet, onu çağırmıştı ama önce ne içmek istediğini sordu. Ağzından kahve lafı çıktı. Bugün farklı bir gün olacaktı, farklı bir şeyler konuşulacaktı. Acaba şu ekonomik dalgalanmadan dolayı şirketi bazı bilmediği kararlar mı bekliyordu? Aslında her şey iyi gibi gözüküyordu. Ama her şeyi bilmesi mümkün değildi.

Genel müdürü şirketin durumunu anlatmaya başladığında kafası çorba gibi olmuştu. Yani insana çile çektirmekse bundan daha iyisi yapılamazdı. Ağzındaki baklayı bir çıkarsaydı ya.. Neden bu kadar acı çektiriyordu ki? Bir an önce söylese olmaz mıydı?...

Ofisten çıktığında hala inanamıyordu, müdürü işten ayrılmış ve kendisi müdür olmuştu. Üstelik artık bir de mavi bir makam arabası vardı. Bundan böyle durakta beklemeden, servise binmeden işine gelebilecekti. Üstelik bir de zam almıştı. Aslında keyfine diyecek yoktu ama arkadaşlarına bunu nasıl söyleyecekti? Daha doğrusu nasıl söylemeliydi?

İçinden geldiği gibi sevincini göstermeli miydi yoksa doğal bir şekilde müdürünün ayrıldığını, yerine de kendisinin uygun görüldüğünü mü söylemeliydi? Önce sevincini kiminle paylaşmalıydı? Arkadaşlarıyla mı, ailesiyle mi? Kafasında bir sürü soru işareti gidip geliyordu.

Ofise geldiğinde arkadaşları kendisini tebrik etmeye başlayınca haberin onlara kendisinden önce gittiğini anladı. Sabah geldiğinde genel müdür gerekli açıklamayı yapmış ama haberi kendisinin vereceğini söylemişti. O gün tebriklerle ve yaptığı işlerle akşamın nasıl olduğunu anlamadı. İşi bittiği gibi evinin yolunu tuttu. Ah şu İstanbul trafiği ne kadar da sıkışıktı? Kim bilir bu sıkışıklıkta ne kadar süre sonra eve ulaşabilecekti? Burada insanların birbirine karşı saygısı hiç yoktu, herkes sadece ben varım dercesine kuralları ihlal ederek araba kullanmasa ne olurdu sanki? İstanbul'da araban var mı derdin var diyenlere şimdi daha iyi anlayabiliyordu.

Bütün bu trafik karmaşasından sonra, acaba park yeri bulabilecek miydi?!!

 
Toplam blog
: 64
: 968
Kayıt tarihi
: 28.10.07
 
 

Mülkiye İşletme mezunuyum ve aynı zamanda Sakarya Üniversitesi Maliye Bömlümünde doktora öğrencis..