Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

04 Şubat '08

 
Kategori
Anılar
 

Mektup / bir varmış, bir yokmuş

Mektup / bir varmış, bir yokmuş
 

Ağaçlar, yürüdükçe ardımda kalan ve her adımda yeniden çoğalarak beni karşılayan... Çok severdin onları ve kır gezilerinde tek tek isimlerini sayardın hiç usanmadan. Altlarında oturup gözlerimizi kapayarak yapraklarını koklardık

- Bu ceviz yaprağı olmalı.

Avuçlarım terliyor yaklaştıkça. Burada seni bulamayacağımı biliyorum. Çünkü bunu da sen öğretmiştin, ölüm üzerine meraklı sorularımı sabırla yanıtladığın o çok uzak, mutlu, şanslı çocukluk günlerimde. İşte bir taş, üzerinde adın yazılı, acımasız gerçek... Toprağın çiçeklenmiş. Eğilip, daha da yakından bakıyorum çiçeklere, senden birşeyler bulurum umudu ile. Bir böcek bu ve böylesine daha önce hiç rastlamadım. Yaprakların altına adeta süzülüyor, bir ara kaybolur gibi oluyor. Onu, yürek atışlarımdaki kreşendoyu duyarak izlemeyi sürdürüyorum. Sakin hışırtısız bir ağırlıkla, çiçeklerden birinin en pembe kenarından tekrar başı beliriyor böceğin. Göz göze geliyoruz... Bu, bu gözler, bu yüz... Gözlerimi kapatıp, başımı salladıktan sonra yeniden açıp bakıyorum, evet aynı manzara. Babamın başı bir böceğin gövdesinde… Aynı sakin eda ile gözlerini benden kaçırıp, yaprakların arasında kayboluyor...

Bu gün yataktan daha zor kalkıyorum. Gördüğüm düş ile yılların özlemini giderebilme beklentimi de karşılayamadan. Gün boyu düşünmeyi ve yazmayı sürdürüyorum.

Sevgili babacığım, seni ne çok özledim. Yazdığın son satırları annem bize göstermek için, acımızın küllenmesini ve ölümünün dördüncü yıldönümünü beklemiş. Onları defalarca okudum, işyerimdeki bilgisayar ile temize çektim, çoğalttım. Cebimden, çantamdan, çekmecelerimden onlar çıkıyor. Bugün yine okudum. Emekliye ayrıldıktan sonra adeta yaşarcasına içselleştirerek yazdığın tiyatro eserinle ödül alamayınca gün güne eridin ve hayatı boşladın, şimdi ben o eseri de temize çekeceğim, yaratıcı bir zekâ ürünü o edebi güzellik benim için çok değerli babişkom... Ah babacığım hasta olduğunu bile bile gizlice sigara içmelerine karnımdaki Ekin Bebek bile engel olamadı.

Hastanede seni son görüşümdü. Sessizce yanaklarımdan dökülen yaşları senden saklamaya çalışırken iyice büyümüş olan karnıma dokundun.

— Az kaldı değil mi?

Dedin, tebessüm etmek için kendini zorlayarak. Karnımın üzerindeki elini alıp öptüm

—Evet babişkom…

— Benim ay gibi parlak, tanrıça kadar güzel yüzlü kızım bebesini emzirecekmiş, gözleri ah bir de sana benzerse…

Daldın derinlere, o günleri göremeyecek olmanın tedirginlik verici bilgeliği ile... Hemen toparlandın ve

— Bu tulumla işçi gibi olmuşsun... ( sonra yüzündeki zorladığın o kısa tebessüm yerini durgun bir ifadeye bıraktı ) Sakın üzülme emi, ölümden korkmuyorum, sizlerden ayrılmak zor olacak, ama buraya beni görmeye yine gel, gazetemi tutmakta zorlanıyorum, artık gazete de getirmeyin.

Gözlerime çok derin bakıyordun, bu sözleri söylerken. Sanki yüzümü iyice ezberleyecek ve içinde fotoğrafımı da alıp götürecektin... Hemşireler kolumdan çekip beni dışarı çıkarıyorlar,

— Burası yoğun bakım kızım, hem sen karnın burnunda böyle fazla dolaşma buralarda, üzüntü yaramaz sana, git de yüzünü yıka.

Hastanenin tuvaletindeki aynalar kirli ve buğulu. Ağlamaktan şişmiş gözlerimi seçmekte zorlanıyorum. Suları yüzüme çarpıyorum... Denizde soğuk suya alıştırmak için su sıçratıyoruz birbirimize;

— Hadi babişko daha da açılalım, bak renkler ne güzel değişiyor derinlere gittikçe. Yorulursam sen benim adam olursun, dev adam, sende dinlenir sonra devam ederim yüzmeye...

İlkokul üçüncü sınıftaydım annemle bir dönem ayrıldığınızda. Birlikte güzel tatiller geçirebilmek için sigaranın bile en ucuzunu içerek para biriktirdiğinin farkındaydım. Ayrı olduğumuz zamanlarda da sayfalar dolusu mektuplar yazar, içine benim yazdıklarımı da kırmızı kalemle düzeltir, koyar ve gönderirdin, sürgün gittiğin şehirlerden, ideallerin masmaviydi senin, cevher adam...

Karnımda bebeğim dünyaya kendini hazırlıyor. Büyüdükçe artan devinimi ne hoş. Elim karnımın üzerinde, bu dirseği olmalı, dönerken batıyor diye düşünüyorum parmaklarımı dolaştırırken. Bu bebek ne hoş kokar kimbilir, havaya kaldırdığım burnumu çekip, gözlerimi kapıyorum, belki bebek kokusu içime dolar... Kucağıma alıp koklayacağım, yüzlerce öpeceğim heryerlerini. Göğsümde uyursa öyle tutup yatırmadan hareketsiz durup onun sıcak yatağı olacağım… Telefon çalıyor... Acı haberin sessizliği odayı kaplıyor,


(Sizin hiç babanız öldü mü?

Benim bir kere öldü, kör oldum… Cemal Süreyya)

Bebeğim, yazık ki dedelerin en tatlısının yüreği dayanmadı, durdu. Benim yüreğim nasıl dayanacak seni kucaklamanın güzelliğini onunla paylaşamadan yaşarken? O sevgisini öyle ballı hissettirirdi ki bunu yaşayamayacak olman ah ne büyük eksiklik!

Babacığım, ben de küçük bir kızken yatmadan önce yatağına gelirdim, dünya turuna çıkardık, masallarının akabinde.

— Söyle bakalım Mısır nerede kuzucuğum?

Göz bebeklerimi duvarda bir daireyi izliyormuş gibi yaparak ve muzipçe gamzelerim gererek;

— aşağıda bir yerlerde işte, hani o şeyin altında, dilimin ucunda ama bir ipucu versene babiş?

Gülmemek için kendini zorlar ve kızardın

— Daha fazla okumalısın, daha meraklı olmalısın, ben tek bir takım elbise ile hukuk fakültesini bitirdim, ama kitaba verilen paraya hiç acımadım. Sizlere de varsıl bir gelecek sunamam ama bilgilerimi, deneyimlerimi paylaşabilirim. Bunun değerini bilecek kadar akıllı bir kızsın sen… Afrika, Libya, Pakistan, Meksika ve Viva Zapata. Sonra uykuya dalardım o kendine has baba kokusu dolu boynunda güvenle...

Kalp krizi geçiriyor olduğunu bile bile ben üzülmeyeyim diye aramadın, evde yalnız yerde kıvrandın, çok canın acıdı mı nefesin tıkanır gibi olurken? Şimdi bu sancılar hiç kalıyor, senin gücünü düşündüğümde, nazlı kızın, canı tatlı kızın dayanmaya çalışıyor doğum sancılarına. Karnıma, sırtıma bıçaklar saplanıyor. Tatlı acılar bunlar, sonunda dirim var, ölüm değil. Ayrılık değil, kavuşmalara gebe zor geçen saatler. Hamileliğin son döneminde yaşadığım büyük acıyı bilen doktorum da, şaşırıyor sorunsuz yaptığım doğuma ve dayanma gücüme…

Sevgili babacığım, biz sevginin gücü ile en kötünün bile iyiye dönüşebileceğini biliyorduk. Altında oturup yapraklarını kokladığımız ağaçlar gibi, doğanın ve dönüşümün bir parçası olduğumuzu da. Anlattığın masallar hep böyle başlardı “…bir varmış, bir yokmuş…”... Kızımın varlığı yokluğunun acısını dindiremese de biliyorum ki ben de bir gün toprağa, havaya, bitkiye, belki de bir böceğe dönüşünce, başka bebeklerin çığlıkları hastahanelerin boşluklarını dolduracaklar.

Hiç bitmeyecek olan özlemle…

 
Toplam blog
: 25
: 1059
Kayıt tarihi
: 16.01.08
 
 

İşletmecilik eğitimi ve sonrasında finans sektöründe bir dönem profesyönel çalışmanın dışında, 19..