Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

13 Aralık '10

 
Kategori
Öykü
 

Merdivenlerden inerken

Merdivenlerden inerken
 

Merdivenlerden çıkarken onu ilk defa gördüğümü hatırlıyorum. Beyaz teninin içerisine hapsedilmiş kapkara gözleri içinden ayrılıp; gözlerimin derinliklerinde yol aldığını hissedebiliyordum. Zamanın içinde durdurulmuş olduğunu söylesem bunca yıllık fizik kariyerime ters düşer, biliyorum. Ama zamanın yavaşladığı bir süreçteydim sanki. Odamdan kahvemi içerken gelen anons; keyfimi kaçırırken içimden söylediğim bütün sövmelerimi geriye aldım, sarsıntımdan birkaç dakika sonra.

Mesai arkadaşlarımın arasından, müdür muavini Haluk Bey’in odasına çağırılmıştım. Hepsini de düzlediğimi iyi biliyorum. Özür dilerken, tüm içtenliğim ile ettiğim sövmeler gibi yine aynı içtenlik içinde olduğumu da bilmelerini istiyorum. Kalkarken masadan uzaklaşmayıp da masayı da kirlettiğim anda hademelerin söyleyecekleri adına ise sorumluluk alamayacağım. Ama değer olduğunu da inkar edemem. Bir borcumda masa örtüsü olsun. Sorun değil. Bir örtü de değer değil ya. Neyse; merdivenlerden çıkıyordum telaşım ve sinirlerim içerisine bürünmüş halde. Önce kokusunu aldım, karşılığında ise kalbimi verdim. Elimde değildi. Yanımdan geçişinde ise açık bıraktığım kapının yarattığı rüzgara, inandığım için duacı oldum. Tadilatta olan merdiven arasından geçerken yanımdan, rüzgarın desteği ile saçlarını yüzümde hissettim ve ağzımın açık kalışından olacak bir telini de dudaklarımda. Kaçmasını istemedim ve dudaklarımı sıkıca kapattım. Milyon tellerin arasından, bir tanesinin üzerine yayılmış milyon dolarlık bir koku. Hiç yok olmadı. Bir an geri dönüp bakamadım geçtikten sonra. Cesaret olması gereken zamanda olmayınca bir anlamı kalmıyor, pişmanlığı ve bıraktığı ıstırabı dışında. Şimdi, bu defterde yitirdiğim cesaretleri anlatsam; arabesk bir şarkıdan öteye gitmez. Benim gibi enteller arabeskten uzak kalmaları ile bilinirler. Bu da ayrı bir yalanlarıdır. Hepsi saatleri geldiğinde damarlarını kesercesine dinlerler. Onlardan farklıyım demiyorum. Ama şu an, o saat değil. Eğer ki bir kalem elimde ise her kelime, her cümle ve her paragraf, bir arabesk olur. Buna niye melankoli diyip de; türkçeme bir pekiştirme daha yapayım. Arabeskçiyim işte. Kapının sert çarpışından ne kadar hızlı gittiğini anladım. Acaba saçını aldığımı fark ederek sinirlenmiş miydi? Allah’ım! Şükür dönüp de gözlerimin içine baka baka azarlamadı. Belki de duacısı olduğum rüzgarın, adına adadığım şükranlarımı duymayarak kabalık yaptığımı düşünmesi idi. Saat 14:26. ilk gördüğüm an bu.

Ertesi gün; 14:24 merdiven boşluklarındayım yine. Gelicektir mutlaka ve benim kapım, rüzgarım yine açık. Tadilat devam ediyor. On yedi yaşımdan hiç farklı değilim, sabırsız ve aç. Yine görülüyor. Merdivenlerdeki otomatiğin sönmesi bile yalan. Işık ondan yükseliyor. Belki de ben sarhoşum ilk içtiğim bardak ile son içtiğim arasındaki tüm alkol oranı sanki damarlarımda. Korkuyorum. Titriyorum. Terlemeye başladım. - merhaba. - ... cevap vermedi. Kısıklığında mı kaldı yine titreşimlerim. Lanet mi? Yok canım belki de iyi oldu. Düşünüyorum da ya benim bile duymamım zor olduğunu duysaydı. “şuna bak, sesi bile çıkmıyor” demez miydi? Ben derdim. Hoşuma gitmiş olsa da. Saçlarını izledim yalnızca, o giderken. Baktığımın farkında değildi belki de ama ben hissetmiş olduğunu hissediyordum. Yüzümde kızarıklıklar oluşmaya kesin başlamıştı. İçimden “ayıp, terbiyesiz “ diye gelen sesleri duyabiliyordum. Ama “günah tatlıdır” diyecek olsam da; “bu da mı günah canım” diye tersliyordum otuz iki yıllık aile ahlakımı. Gözlükleri çıkartmak lazım. Korkaklık demiyorum altını çizerim ya da arayış; buna inanmak için bilmek diyelim. Böyle olmayacak. Konuşmam lazım ve sesimin ihanet etmemesi lazım birde. Nane aromalı bir şeker. Evet kesin çözüm. Bunu düşünürken dahi kendime gülüyorum. Ne biliyim ben böyleyim işte. Kendime güldüğüm, saçma anlarımda dahi istediklerimden ödün vermiyorum. Çünkü bir kere, çünkü istiyorum, çünkü yapmalıyım. İçimde kalmamalı, pişman olmamalı, niye yapmadım ki dememeliyim. Gerçi keşke yapmasaydım dediğim anlarda yutulur derece azlıklarda da değil hani. Aman! Pişman olduğumuz nice anlar ve kararlar var değil mi? Bunu da iliştiririm kenara, beyin kanserim ile buluşmama yardımcı olur diye. Belki de buna da pişman olacağım. Belki son ana diyeceğim ki birkaç dakika daha diye. Ne kadar detaylarındayım her şeyin ya!!!

13:24. Merdivenler. J Dersler nasıl bitti bilmiyorum artık. Birkaç dakika önce odadan çıkıp, aşağıya indim, vakit geçsin diye. Sanki o da bişeyleri ayarlamış gibi ikinci ve üçüncü katın arasındayım. Geliyor. Önünü kestim. Ah! Sapık değilim bugün. Tadilat bahanem, sağolsun. - affedersiniz. Bitiremeyecekler bu kış anlaşılan o. Bir an düşer gibi oldu sandım. Korkuttum galiba, etkilemek için gözlerinin içinde Yüzmeye çalışırken. Yana doğru açılan elini tutmak için mükemmel bir fırsat. Sanki hiç orada değilmiş gibi elinin yalnızca sıcaklığını hissettim, dokunamadım. İnerken yine yüzüme bakmadı. Ama ben onun ifadesini görebiliyordum. Korkmuş ve telaşlanmıştı. Hızlandı adımları... ileri gidemezdim çünkü bende kendimden korkmuştum. Az kalsın bir meleği yeryüzü ile buluşturacaktım. Bugünün karıda yine bir his ve ulaşılamayanın içimde bıraktığı hırs ve özlem. Yeniden, yeniden konuşmayı deneyeceğim. Bugün geçti, yarın ve sonraki yarın, belki de ondan sonraki yarın ama bir gün, onun sesini duyacağım ve bir vahiy içimdeki; elini tutacağım, gözlerinin içine bakarken. Bunu yapacağım üstelik o da hissederken sıcaklığımı. Karanlığın içinde ve karın ağrılarım içimde seslerini inlerken, korkum ve acınmam içinde dua ederken gecenin bitmesi için dualarla beraberdim. Başka zamanlarda yapmazdım ya... artık affeden büyüktür her zaman. Bugün eve de gitmedim, işim var uzayacak hallerde bıraktım haberimi eve. Uyku gözlerime doğru akarken bir sel gibi, ayak seslerini duydum. En başta hayalperestliğime verdim, altıncı duyumdandır dedim. Durmadı. Rüya olsa biterdi, bitmedi. Bekçi olsa topuklu olmazdı bu sesler. Topukluydu ve bitmiyordu. Aşağıya doğru geliyordu. Merdivenlerden inişini duyuyordum. Gözlerim bir alev topuna dönüştü ve ayağı fırladım, bugünün pazartesi olmasını bile düşünmeden. Malum pazartesi sabahları zordur. Bu aralar zaman fırsatlarının en iyi değerlendirildiği yer, merdiven basamakları. Cesaret, heyecan, oyun ve korku; basamaklar içinde olanlar. Of diyeceğim ama bıktığımdan değil, sabırsızlığın sonucu.

Bencil ve kıskancım ve bunu kimseye söylemedim. Ve kimseye de sormadım, benden başkasının da gördüğünü sanmıyorum. En azından benim baktığım gözlerle hiçbirinin bakmadığını düşünüyorum. Yukarıdan üzerime doğru gelen gözler, merdivenleri unutturuyor. Artık yukarıya çıktığımı dahi bilmiyorum. Sanki ilerledikçe küçülüyorum karşısında. Cennetin içinden geçmiş gibiyim, belki de cennet benim içimden geçti. Ben gözümü arkaya baka kalmış iken; benim arkamdan adımı çağıran sesler hiç duyulmuyordu. Ta ki omuzum da bulunan eli hissedene kadar.

- Haluk Bey? Buyrun? Bu adamın hiç bıkıp sıkılmayacağını çok iyi anlıyorum artık. Eskiden ders aralarımı Alırdı, şimdi ise ömrümün en güzel saniyelerini benden çalışıyor. Adi herif. Ah bu iki kelimeyi bir de yüzüne söyleyebilsem ya.

- siz nereye bakıyorsunuz böyle? Merdivenlerden çıkarken bile tuhaf yürüyorsunuz? İyi misiniz? - ??

pardon, nasıl yani? Herhalde kendimi fazla hissettirdim ve uyarılma ihtiyacı duydular. Yalnızca gözlerim Konuşuyordu zaten. Hem SANA NE!

- ne oldu Haluk Bey? - Hasta değilsin değil mi? Bu aralar sizi çok dalgın ve yalnız başınıza merdivenlerde görüyorum.
- Yo, kesinlikle. Yalnızca oda da bulunmaktan daraldım. Ne öğrenmek istiyor bu ya? Farkında değilim arkamda hissettim yine cenneti, baktım. Çünkü kokusunu alabiliyordum. Tanrım! arkamdaydı. İçimde gibi. Bizi dinliyor. Arkamda.
- arkanızda ne var? - ....!?
arkamda ne mi var? Nasıl yani?
- Durmadan arkanıza bakıyorsunuz?
- Bayan. Bayanı bir anda yanımda hissedince...
- hangi bayanı?... - !!!

 
Toplam blog
: 13
: 318
Kayıt tarihi
: 07.12.10
 
 

İlköğretimimi İstanbul'un üç farklı semtinde tamamladım. Ardından ticaret meslek lisesi, moda- ta..