Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

13 Aralık '10

 
Kategori
Öykü
 

Kelebek ve dalgıç giysisi

Yazarı: Jean-Dominique Bauby

Jean-Dominique Bauby, 8 Aralık 1995‘te beyin kanaması geçirir. Beyin kanaması sonucunda derin bir komaya girer. Komdan çıktığında, bütün vücut fonksiyonlarını yitirir. Tıpta “locked-in Syndroma” adı verilen hastalığa kapılır. Öyle bir hastalık ki, insanı yaşayan bir ölü haline getirir. Yazar hareket edememekte, yardım almaksızın konuşamamakta, yemek yiyememekte, hatta nefes alamamaktadır.

Felçli vücudunda, sadece ve sadece bir gözü hareket etmektedir. Bu onun dünyayla, insanlarla ve yaşamla tek bağlantısıdır. O, her şeye rağmen yaşama devam ettiğini kanıtlamak ister. Hayata olan bağlılığını bir şeyler yaparak insanlara göstermek ister. Böyle bir hastalığa yakalanmış yatalak bir insan, yaşama tutunabilmek için gözüyle yaşam sahnesi içinde yerini alır.

Yazarın hayatının en güzel günlerini hastane köşesinde geçirmesi pek de kolay değildir. Hayatın tüm güzelliklerine, hastane penceresinin ardından bulanık bir gözle bakmak, yazara derin bir üzüntü yaşatır. Sadece bir beyaz yatağa mahkum olmak, insanın bedenine vurulan büyük bir zincir gibidir. Yazarın bedeni her ne kadar yatağa mahkum olmuş olsa da, düşünceleriyle özgürlüğü doyasıya yaşamak ister.

O, komadan uyandığında felç olduğundan habersizdir. Odasına ilk defa tekerlekli sandalye getirildiğinde, yeni bir hastanın geldiğini zanneder. Kendisine geldiğinden haberi bile yoktur. Çünkü o ana kadar bu sandalye hiçbir anlam ifade etmez. Bu sandalye her şeyin habercisi gibidir. Tekerlekli sandalye, onun düşler dünyasının arabasıdır. Yazar kısa zamanda tekrar konuşabileceğine ve hareket edebileceğine inanarak, kendisi ve sandalye arasında bir bağ kurmak istemez.

Komadan çıkar ve uyanır. Bütün planları aklındadır. Roman yazmak, seyahatler, bir tiyatro oyunu… Oysa sadece ayak parmaklarını oynatabilmesi bile mucizedir. Yani ayak parmaklarını oynatabilmesi için seneler geçmesi gerekir. Bu durumdakilerin çoğu da bitkisel hayata mahkum oldukları için hastalığın gelişimi pek iyi bilinmez. Bilinen tek şey, sinir sisteminin canı, olur da tekrar çalışmak isterse, bunu beyin hizasında büyümeye başlayan bir saç telinin hızıyla yaptığıdır. Yazar bu hastalık karşısında metanetini korumaya çalışsa da, bu pek de kolay olmaz. Ağzında biriken tükürüğü yutkunmakta bile büyük sıkıntı çeker. Çeşitli tedaviler görür, vücut egzersizleri yapar ve sonunda yutkunabilir. Ve kendini dünyanın en mutlu insanı hisseder.

Yazar sıvı yiyeceklerle yaşamını sürdürmeye çalışır. Doktorların beyaz önlüklerine sadece sol gözüyle bakıp, bir şeyler söyleyememek, onu derinden üzer. Hayata olan tek bağı sol gözüdür. Her zaman, başkalarının yardımına muhtaç bir şekilde yaşamak, hayattaki en zor sınavdır. İçindeki düşünceleri, duyguları karşısındakilere aktaramadan içinde saklı tutmak pek de sabır işi değildir. Yazar içinden o kadar güzel duygular geçirir ki, bunları içinde hapsetmeme yollarını arar.

Yazar kırk yaşındadır ama hala bebek gibi temizlenir, döndürülür, silinir ve kundaklanır. Hastalığı nedeniyle de olsa, böyle olmayı çok komik bulur. Tıraşı, banyosu hastabakıcılar tarafından yapılır. Hele ki banyoya, küvetin içine, girdiği zaman kendini çok mutlu hisseder. Suyun içinde olmak, bir çocuk gibi su içinde oynamanın özlemini hisseder. Hastane odasında düşünmeye, hayaller kurmaya başlar. Sol gözüyle hastanede olup biten her şeyi gözlemeye çalışır. Görebildiği her şeyi incelemeye çalışır. Vücut bütün fonksiyonlarını yitirmiş, sadece sol gözü görmektedir. Sabit bir şekilde durup, etrafı incelemesi de kolay değildir.

İçindeki fidanları hayat toprağına dikebilmenin yollarını arar. Yazar içinde hapsolmuş düşünceler kelebeğini özgür kılmak ister. Yazar hastalığını bir dalgıç kıyafetine benzetir. Çok da güzel bir benzetmedir. Duyguları, düşünceleri, her şey bu hastalığın içerisinde sıkışıp kalmıştır. Çocukluğu, gençliği, çalıştığı yıllar bir film şeridi gibi sol gözünde canlanmaktadır. Yazar içindeki coşkun duyguları bir kelebek misali uçurmak ister.

O, yakın arkadaşlarının yardımıyla, sadece sol göz kapağını açıp kapatarak, alfabedeki harfleri belirtir ve böylece içindeki duyguları dışa yansıtmaya çalışır. Yakın arkadaşları alfabenin harf versiyonunu tek tek sıralar. Yazar da, konuştuğu kişinin, not alması gereken harfte göz kırpmasını, durma belirtisi olarak anlar ve harfi yazar. Aynı işleme sonraki harfler için tekrar başlar ve eğer hata yoksa çabucak tam bir kelime elde eder. Sonra da aşağı yukarı anlaşılır cümleler ortaya çıkar. O dünyadan kopmak yerine, sol gözüyle hayata haykırır. O her şeyi güzüyle anlatmaya başlar. Sol gözü dünyasını aydınlatan bir güneş olur. Böyle bir hastalığa maruz kalmasına rağmen, insanlığa büyük bir mesaj verir. Sağlığı yerinde olup da hayata küskün olan insanlara sol gözüyle çağrışımda bulunur.

Yazar 29 harfle baş başa kalarak hayallerinin peşinden koşar. Ömrünü bir kitaba sığdırmak ister. Bir gün Fransız İmparatoriçe hastaneyi ziyaret eder. İmparatoriçe, yazarla kaşı kaşıya gelerek ona büyük sevgi gösterir. Kraliçe onu bir çocuk gibi sever ve başını okşar. Yazar bundan büyük bir mutluluk duyar. Kraliçeyi koruyucu bir melek gibi görür. Hasta, yatalak bir insanı hayata bağlan en büyük bağ sevgi bağıdır.

Yazar, hastane penceresinden dışarı bakarken, kendi yüzünün yansımasını pencerede görür ve kendi yüzünü tanıyamaz. Dağınık saçlar, bir gözü açık, bir gözü kapalı, çarpık bir ağız… Bu ben miyim der. O ne kadar bu durum karşısında üzülse de hayata olumlu yönden bakmaya çalışır. İçindeki uçmak isteyen kelebeği, ona biraz olsun moral verir. Sabah olur, karanlık dünyayı aydınlık sarar ve şöyle der: “Hiç değilse sol gözümle güneşin doğuşunu görebiliyorum.”

O hastane odasında, yaşadığı ve yaşamak istediği her şeyi sol gözüyle yaşatmayı başarır. Biricik dostu olan sol gözü, onu hayaller dünyasının ötesine taşır. İçindeki tüm arzuları beyaz sayfalara dökebilmek için gözlerini saatlerce, günlerce kırpar. Kırpılan göz her bir satırın kalemi gibidir. Kırpılan sulu göz, her satırın bir harfi, kelimesi, cümlesidir. Sadece bir gözle hayatını kitaba sığdırabilme cesareti gösteren yazarı takdir etmek gerekir. Sağlığı yerinde olup da amaçsız yaşan o kadar insan var ki, toplum içinde eriyip gitmişlerdir.

Yazar dört duvar arasından çıkıp kelebek gibi daldan dala konmak ister. Koşmak, eğlenmek, gülmek, dışarıdaki güzel havayı teneffüs etmek ister. Bu onun en doğal hakkıdır. Kapının dışına hastabakıcı, hemşire olmadan çıkamaz. Bu engeller karşısında sabırla suskunluğunu sürdürmeye çalışır. 8 ay boyunca sadece limonlu su ve yoğurt tüketebilmiştir. İçinden o kadar güzel yemekler geçer ki, bunlar sadece hayalde kalır. Bunları hayaller dünyasında tadabilir. Yazar salımı çocukluğunda beri çok sever. Bunu da hayaller dünyasında da olsa tatmak ona büyük bir zevk verir.

Böyle bir hastalık içerisinde ailesiyle geçirmiş olduğu güzel anılar kafasında canlanır. Ve bunları Kafsında tekrar yaşatmak ister. Yapamıyor, yaşamıyor olsa da kafasında yaşattığı her şey onu hayata bağlar. Babasıyla geçirmiş olduğu o güzel günler onu çok derin duygulara iter. Bir baba için de çok zordur, oğlunu yatalak bir şekilde görüp ondan hiçbir şey duymamak.

Sonuç:

O tüm olumsuzluklara rağmen savunma mekanizmasına girmeyip, haline şükür eder. Acaba hayatta kaç kişi böyle bir hastalık içinde olumlu düşünebilir? Gözünü hastanede açtığı günden beri çektiği sıkıntıları, öyle zor şartlarda dile getirir ki, böylece insanlara elinde olanların değerini bilmeyi öğretir.

 
Toplam blog
: 9
: 1418
Kayıt tarihi
: 24.10.10
 
 

Çukurova Üniversitesi Eğitim Fakültesi öğrencisiyim. ..