Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

13 Aralık '10

 
Kategori
Öykü
 

Tuzlu Su

Tuzlu Su
 

Buz gibi su ile dolu bardağı dudaklarına doğru götürürken, perdenin pencereyi tam olarak kapayamadığını fark etmişti gözüne vuran keskin güneşten. yeni uyanmış, yeni ovuşturulmuş mavi gözlerinin, kapakları ile yaptığı mücadele de yenilmesine engel olamamıştı. Dudakları henüz buluşmuştu ki, güneşin öylesine canlı oluşu saatin ne derece ilerlemiş ve geç uyanmış olduğunu hatırlatmıştı kendisine. Elinden bırakamadı bardağı, çünkü serinliğe ihtiyacı olduğunu düşünüyordu, ağustosun ortasında güneşle karşı karşıya idi ve yanıyordu vücudu, deli gibi atmaya başlayan kalbi gibi.

Yatak odasına doğru hızla giderken ne holdeki saate, ne de açık olarak unuttuğu televizyona bakmak aklındaydı. İki yıldır bu koca evde yalnız yaşıyordu. Arasıra davet ettiği, yatıya kalmalarını istediği arkadaşlarını saymazsa. Annesinin ölümünün ardından, babası da beraber geçirdikleri trafik kazasından dolayı hastaneye giderken yolda ölmüştü. Sağ bacağındaki protezi de otobüs şirketinden aldığı tazminat ile taktırmıştı. Acı içinde yardım diye haykırırken; babasının etrafı kan ile çevrilmiş gözlerini görmüştü. Bazı sabahlar ayna ile buluşmalarında sanki o gözleri tekrar görüyordu. Gözleri babasına çekmiş iken, içine bir acı düşer ve maviliği sulanır oluyordu. İkisini de özlüyordu. Annesinin hediyesi olan saate tekrar baktı. On bire geliyordu. Oldukça ufak ve üzerinde çizgileri bulunmaya ( aslında kullanışsız olduğunu eskiden düşündüğü) saati anısı için taşıyordu. Yedi yıllık bir kol saatiydi ama yaklaşık bir yıldır kolunda bulunuyordu. Geçen sene evi toparlarken eşyaların arasında bulmuştu. O gün nasıl da ağlamıştı, evde tek başına hıçkıra hıçkıra, aynaya bakarken de kendini görmüştü. Artık öylesine ağlayamıyordu; halbuki nasıl da isterdi bunu. Gözyaşlarını pek gören olmamıştı bebekliğinden bu yana. Ne zaman ki konuşmaz, donuklaşır, bakışları sabit, yere doğru bakar ve nefesi ağırlaşır. Annesi anlardı. Ağlardı. Saati doğruydu yine on bire doğru geliyordu. Uzun zamandır şiddetli baş ağrıları çekiyordu. Çevresindekiler gitmesi için tavsiyeleri aşan artık baskı halini alan sözlerini uzun süre umursamamıştı. Ama gözlerini sedyede açtığı gün arkadaşlarının ona doğru bakışlarını hatırlıyordu. Neler olduğunun farkındaymışçasına hiç soru sormamış etrafına bakıp durmuştu. Onların sorularını ise yalnızca gözleri ile cevaplandırmıştı. Henüz bir yudum almıştı ki; cep telefonunun sehpadan düşme sesini duydu, uzun süre çalmıştı demek ki. Yedi cevapsız arama yapılmıştı. Doktoru ve Funda tekrar tekrar aramışlardı. Yüzlerce tanıdığı, onlarca arkadaşı olmasına rağmen, bir tek dostu olan Funda vardı. Yıllardan beri devam eden birlikteliklerinin ardından yalnızlığında olduğu gibi iki yıldan beri daha da yakın olmuşlardı birbirlerine. Bir saat önce doktor ile randevusu vardı. Buluşup beraber gideceklerdi ama Funda iş başvurusunun sonucunu almak için toplantıya gidecekti bugün. Merak etmiş olacaktı ama gidemedim de diyemezdi, kızıp söylenmesini istemiyordu. Doktoru aradı. Sesi donuktu, titriyordu da sanki konuşurken, geç kalmış olduğunu ona anlatırken, hemen gelip görüşmeleri gerektiğini belirtiyordu doktor. Yıllarca ailesi ile ilgilenmiş olan; büyükannesi, babası, annesi ve kendisinin rahatsızlıklarında tüm içtenliği ve özverisi ile yanlarında olan aile doktorları idi.

Çocukluğunda Faruk Abi diye seslendiği doktoruna büyükannesinin ölümünden sonra sorumlu tutup resmiyet seviyesine düşmüştü hitabı. Zamanla idrak etmiş olsa da “ bey” artık dilinde yer etmişti. Dudaklarının iyice kuruduğunu fark etti telefonu kapatırken. Doktorla görüşmesi o kadar uzun sürmüştü ve yormuştu ki onu, bardağı kaldırabilecek gücünü emmişti sanki. Telefonun ahizesi kulağını terletmişti. Bütün görüşme boyunca aslında Faruk Bey hep konuşmuş, ona yalnızca kısa cevaplar kalmıştı. Zaten hali de yoktu konuşmaya. Gözleri doluyordu sanki. Görüşme sırası Funda’ya gelmişti ve o arıyordu. Nedeni bilmiyordu ama iyice yorgunlaşmaya başladı birden, uyumak istedi yeniden. Duymadım diyebileceği geldi aklına ama doktor çok uzun konuşmuştu ve bu süre zarfında Funda mutlaka yine arayıp, meşgul olduğunu fark etmiş olmalıydı. Saçma olurdu. Taşımaktan yorulduğu suyu önce içmeye karar verdi. Tuzlanmıştı. Dinlediği süre boyunca doktoru, aslında ağlamıştı, hala da ağlıyor gibiydi. Bu yüzden yalnızca “ evet, hı hı” gibi kelimelerle görüşmeyi bitirmişti. Başı dönmeye başladı, Funda hala arıyordu da, ekrandaki ismine bakarken odanın karardığını farketti. Dağınık yatağının üzerine kendini salarken farkında olmadan meşgule almış ve kapanmış telefona “ alo” demeye çalışıyordu. Funda eve kendi anahtarı ile girdiğinde saatler sonra, güneş beyaz tenine ve mavi gözlerine baka kalmış, telefon yatağın üzerinde, bardaktan dökülmüş su ise gardolaba doğru akmış durumdaydı.
 
Toplam blog
: 13
: 318
Kayıt tarihi
: 07.12.10
 
 

İlköğretimimi İstanbul'un üç farklı semtinde tamamladım. Ardından ticaret meslek lisesi, moda- ta..