Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

11 Haziran '14

 
Kategori
Tarih
 

Mersinli Cemal Paşa ya da resmi tarihin alternatif okuması/Nablus–Megiddo Savaşı (1)

Mersinli Cemal Paşa ya da resmi tarihin alternatif okuması/Nablus–Megiddo Savaşı (1)
 

Nablus Savaşı-Türk Esirleri


Bu kaynak tarama yazı dizisinde nihai amaç olarak Mersinli Cemal Paşa’nın kurtuluş savaşı dönemindeki faaliyetleri üzerinden dönemin İstanbul ve Anadolu merkezli ikili iktidar ilişkilerinin irdelenmesi amaçlanmıştır. Taraması yapılan kaynaklarda resmi tarihin temel metnini Mustafa Kemal Atatürk’ün bugün artık belge niteliğinde yayınlanmış bulunan yazışmaları ve “Nutuk” oluşturmakla birlikte, bu temel kaynakla çelişmeme kaygısıyla kaleme alındığı düşünülen diğer kaynaklara ek olarak konuyu farklı cepheden değerlendiren ve bu yönde malzeme sağlayan kaynaklar da dahil edilmiştir.

Türk Dil Kurumu’nun yayınladığı 1981 tarihli Açıklamalı Söylev Sözlüğü’nde, Cemal Paşa, MERSİNLİ (1872-1941) karşısında şu ifade yer almaktadır: “Daha önce Yıldırım Birlikleri Komutanı, Son Osmanlı Meclisi ve T.B.M.M. I., VI., dönemler üyesi, Konya’da 12. Ordu Müfettişi iken Ekim 1919’da kurulan İstanbul’daki Ali Rıza Paşa Hükümetine Harbiye Nazırı olarak alınmıştır. Bu Hükümette Anadolu’nun bir temsilcisi durumunda sayıldığı halde, davranışları NUTUK’ta eleştirilmektedir. Korgeneral.” Bu iki askeri ve siyasi şahsiyet arasındaki ilişkiler yukarıda değinilen irdeleme açısından bu yazının konusunu oluşturacaktır. Öncesinde her iki paşanın askeri kariyerlerindeki kilometre taşlarına vurgu yapmakta yarar bulunmaktadır.   

Mersinli Cemal Paşa hakkında yüksek lisans tezi makalesi bulunan Dr. Dursun Gök Birinci Dünya Savaşı sürecine kadar şöyle bir kısa biyografi vermektedir. “H. 1288 (M. 1872) tarihinde Mersin’de doğan Cemal Paşa, Mersin’in tanınmış ailelerinden olup, babası belediye başkanlığı yapmış olan Osman Efendi’dir. Bahriye Nazırı ve ittihatçı Cemal Paşa’dan ayırmak için “Küçük Cemal” adı ile de anılır, ilköğrenimini Mersin’de yaptıktan sonra İstanbul’a gelerek 4 Mayıs 1308 (1892) de 1311-b-12 sicil numarası ile Askerî Lise’ye girdi. Mart 1311 (1895) tarihinde Teğmen rütbesi ile vazifeye başladı ve aynı yıl üsteğmenliğe yükseldi. Kısa zamanda mesleğinde kendisini kabul ettiren Cemal Paşa 1314 (1899) de Kolağası (Yüzbaşı), 1319 (1903) da Binbaşı ve yine aynı yıl Yarbaylığa terfi etti. 1320 (1904) yılında IV. Ordu’da vazifelendirildi ve Dersim bölgesindeki isyanın bastırılmasındaki başarısından dolayı 4 Mart 1324 (1908) de Miralay (Albay) oldu. Erkân-ı Harbiye Umûmiye Dairesi’nde de görev alan Cemal Paşa 2 Ocak 1326 (1910) da ikinci Müfettişlik Erkân-ı Harbiye Riyaseti’ne ve 22 Eylül’de Atik II. Ordu Erkân-ı Harbiye Riyaseti’ne tayin edildi. 16 Eylül 1328 (1912) de Balkan Harbi’nde vazife alarak önemli hizmetlerde bulundu. Bilhassa Ekim 1912 tarihinde İşkodra bölgesinde düşmanı durdurmak için büyük mücadele verdi. 20 Temmuz 1329 (1913) de 42. Fırka Komutanlığı’na getirilen Cemal Paşa, aynı yılın 17 Kasımında I. Ordu Müfettişi oldu. 30 Mart 1330 (1914) da 8. Kolordu Komutanlığı’na tayin edildi ve Birinci Dünya Harbi’nde Filistin Cephesi’nde Albay rütbesiyle çarpıştı. Mısır seferini hazırlamakla görevli Alman Von Kress, Şam’daki 8. Kolordu Kumandanı (o tarihte) Albay (rütbesinde olan) Mersinli Cemal Paşayı Kanal Seferi’nde görevlendirdi. Ali İhsan Sabis’ten aktarma yapan Dursun Gök’e göre Birinci Kanal Harekatını fiilen icra eden 8.Kolorduyu idare eden Mersinli Cemal Paşa’dır. Ancak Almanya’nın gemi ve botları zamanında göndermemesi, Türklerin yenilmelerini istemeleri nedenleriyle seferin başarısızlıkla sonuçlanması ve Von Kress’in durumu Cemal Paşa’dan sorması üzerine 8. Ordunun yorgunluk ve cephane yetersizliği sebebiyle savaşa devamının mümkün olmadığı cevabını alır. Buna cevaben Von Kress’(in tepkisi) “durumu kurtarmak için bütün sefer kuvvetinin mahvolmasının bir onur meselesi olduğu ve taarruza devam edilmesi gerektiği” yönünde olur. Ancak Mersinli Cemal Paşa bundan etkilenmez ve geri çekilme emrini verir. 16 Kasım 1330 (1914) tarihinde Mirliva (Tuğgeneral) olan Cemal Paşa, harplerde gösterdiği başarısından dolayı birçok nişan ve madalyalar aldı.”

Bu tarihte yaşça Mersinli Camal Paşa’dan dokuz yaş küçük olan Mustafa Kemal Paşa’nın ise Kaymakam (Yarbay) rütbesiyle I. Dünya Harbi’nin başlaması üzerine Başkomutanlık Vekâleti’ne müracaat ederek cephede bir görev istediği, kendisine “Sizin için orduda her zaman bir görev vardır. Ancak Sofya Ataşemiliterliği’ni daha önemli gördüğümüzden sizi orada bırakıyoruz” cevabı verilmesi üzerine Başkomutanlık Vekâleti’ne yazılı başvurusunun da etkisiyle 20 Ocak 1915’te Tekirdağ’da kurulacak 19. Tümen Komutanlğı’na atandığı anlaşılmaktadır. Mersinli Cemal Paşa’nın da Birinci Dünya Savaşı sürecinde Filistin-Suriye Cephesinde kariyerini başarılı olarak devam ettirdiği Dr. Dursun Gök’ün incelemelerinden anlaşılmaktadır.

Bu süreçte Mustafa Kemal Paşa Anafartalar’da başarılı bir komutan olarak adını duyurarak Albay rütbesi aldıktan sonra önce 16. Kolordu Komutanlığı’na oradan da Diyarbakır’a nakil ile mirlivalığa (tümgeneral) terfi eder. 1917 yılı başında Hicaz’a sonrasında Hicaz’ın boşaltılması görüşünü kabul ettirmesi üzerine de Diyarbakır’da 2. Ordu Komutanlığı’na önce vekaleten (Şubat) sonrasında da (Mart) asaleten aranır. Aynı yılın ortasında Enver Paşa komutanlar heyeti toplantısında Bağdat’ı geri almak için bir Yıldırım Orduları Grubu kurulması kararı üzerine Temmuz ayında Halep’te oluşturulacak Yıldırım Orduları Komutanlığı’na bağlı 7. Ordu Komutanlığı’na atanır. Ancak bir süre sonra Mustafa Kemal Paşa, Bahriye Nazırı ve 4.Ordu Komutanı (Büyük) Cemal Paşa’ya bir mektup yazarak Sina Cephesi ile ilgili detaylı bir durum değerlendirmesi yaparak cephe hedeflerinin değiştirilmesi gerektiğini, iki ordu karargâhının lüzumsuz olduğunu ve zararlı olacağı düşüncesini, ayrıca kendisinin de General Falkenhayn yerine atanması talebini ya da görevden affını isteyeceğini iletir. Bu durumun Enver Paşa ile karşılıklı yazışmalara yol açması ve Enver Paşa’nın Falkenhayn üzerinde ısrarı sonucunda Ekim 1917 başında 7. Ordu Komutanlığından istifa eder. Bu istifasının uygulamada kendisinin 2. Ordu Komutanı Fevzi (Çakmak) Paşa ile yer değiştirme şeklinde olması yönündeki Enver Paşa’nın isteğini kabul etmeyerek izinli olarak İstanbul’a hareket eder. Bu arada Yıldırım Orduları Komutanlığı altındaki Sina Cephesi’nde 20. Kolordu Komutanlığı görevini yürütmekte olan Ali Fuat (Cebesoy) Paşa, İngiliz saldırıları karşısındaki başarıları nedeniyle mirlivalığa (tümgeneral) terfi eder ve Mustafa Kemal Paşa’nın tebrikine mazhar olur. İstanbul’da bulunan Mustafa Kemal Paşa, Veliaht Vahdettin ile tanışıp onun maiyetinde Almanya seyahatine katılarak kendisi ile yakın ilişki içinde bulunma fırsatı yakalar. Vahdettin’in padişahlığı sonrasında da Mustafa Kemal Paşa, Mareşal Falkenhayn’ın yerine Yıldırım Orduları Grubu Komutanlığı’na getirilmiş olan Mareşal Liman von Sanders’in emrindeki 7. Ordu’ya tekrar komutan olarak Ağustos 1918’de atanır. Bu sıralarda birkaç kez görüştüğü padişahtan Filistin Cephesin’e atanması (5 Ağustos 1918) sonrasında Başkumandan Vekili olarak görevlendirilmesini talep eder. Buna karşılık M.Kemal Paşa, Vahdettin tarafından cephedeki önemli durum nedeniyle Suriye’de görevlendirilir. Tarihe Nablus Savaşi olarak geçen bu mütareke öncesi son savaşta Şeria Nehri batısında sahili savunmakta olan Cevat (Çobanlı) Paşa komutasındaki 8. Ordunun güçlü İngiliz taarruzu karşısında tutunamayarak dağılması üzerine kuşatılma riski nedeniyle M.Kemal Paşa’nın komutasındaki 7. Ordu’yu İngiliz saldırıları karşısında geri çekmek suretiyle dağılmaktan kurtarması kayıtlara geçer. Bu nedenden ötürü de 22 Eylül 1918’de Vahdettin tarafından kendisine, uzun süre yazışmalarda bir iftihar vesilesi olarak kullandığı padişahın fahrî yaverliği (Fahrî Yaver-i Hazret-i Şehriyarî) unvanı verilir. Cephede İngiliz taarruzu karşısında kimi kaynaklara göre direnmeksizin düzensiz ve dağılarak gerileyen M.Kemal Paşa komutasındaki 7. Ordu ve hemen sonrasında da Mersinli Cemal Paşa komutasındaki 4. Ordu birlikleri Şam-Rayak çizgisine süratle çekilirler. Bilahare, M. Kemal Paşa, Maraşal Limon Von Sanders’in emriyle 7.Ordu’yu Şam’ı savunmak üzere Mersinli Cemal Paşa’ya bırakarak (Bugün Lübnan sınırları içerisinde yer alan) Rayak’taki dağınıklığı toplamakla vazifelendirilir. Gerek Nablus Savaşı sırasında yaşananlar ve gerekse söz konusu devir teslim iki paşanın sonrasında ve milli mücadelenin ilk döneminde, sonrasında Cemal Paşa’nın Ali Rıza Paşa Hükümetinde Harbiye Nazırlığı sırasında ve İzmir Suikastı davası sanıklığına kadar defalarca birlikte ve çoğunlukla da M.Kemal Paşa’nın pozisyonu nedeniyle karşı karşıya gelmeleriyle tekrarlanacak olan ilişkilerinin kesinlik taşımamakla birlikte belirlenebildiği kadarıyla başlangıcını oluşturmaktadır.İlaveten her iki komutanın Yıldırım Orduları Grubu altında ordu komutanı bulundukları 1918 yılında Mersinli Cemal Paşa 46 yaşında ve Ferik (günümüz tümgeneral-korgeneral arasına karşılık), Mustafa Kemal Paşa ise 37 yaşında ve Mirliva (günümüz tuğgeneral-tümgeneral arasına karşılık) rütbesindedir.     

Komutanların resmi kariyer bilgisini tamamlamak adına Dursun Gök’e dayanarak aktarmaya devam edersek; Cemal Paşa: 17 Ocak 1334 (1918) tarihinde Şam’da bulunan IV. Ordu Komutanlığı’nı devraldı. 28 Temmuz 1334 (1918) de Ferik (Tümgeneral)’liğe terfi ettirildi. Şeria ırmağı doğusunda bulunan İngiliz ve Arap kuvvetlerinden müteşekkil düşman kuvvetiyle savaştı. Yukarıda belirtildiği gibi Osmanlı kuvvetlerinin 8.Ordu’nun yarılması üzerine geri çekilmesi sonrasında Liman Von Sanders’in talimatı ile Mustafa Kemal Paşa’dan 7. Ordu Komutanlığı’nı devralan Cemal Paşa, İngiliz kuvvetlerine karşı imkânsızlıklar içinde mücadelesini devam ettirdi ve kendisine Muharebe Altın Madalyası verildi. II. Ordu Kumandanı Nihat Paşa’nın vazifeden alınmasından sonra Yıldırım Kıtaat Müfettişi ve ikinci Ordu Komutanlığı’na tayin edildi.  

Tarihi kayıtlarda ve anılarda M. Kemal Paşa ve Cemal Paşa’nın birlikte hareket ederken karşı karşıya geldikleri ve Osmanlı İmparatorluğu’nun 1. Dünya Savaşı yıkımının son evresini oluşturan ve güçlü İngiliz birliklerinin komutanı Allenby karşısında 8., 7. ve 4. Ordulardan oluşan Osmanlı Yıldırım Orduları Grubunun İngiliz Ordusu karşısında dağıldığı ve İngiltere tarihine Megiddo Savaşı (zaferi), bizim tarihimize Nablus Savaşı olarak kaydedilen askeri  hezimet nedeniyle iki komutanın nasıl karşı karşıya geldiklerini aktaralım. Öyle ki bu bir bakıma beklenmedik derecede hızlı ve ağır geri çekilmenin sonrasında moraller tamamen çökmüş ve Sevr Antlaşması Osmanlı Devleti’ne dayatılmıştır. Bu yenilginin askerler üzerindeki etkisini anlamak açısından iki kaynaktan aktarma yapmak yararlı olacaktır. Bunlardan birincisi Nablus Savaşı’nda en büyük darbeyi alarak bugün dahi tam olarak açıklanamayan nedenlerle birkaç saat içerisinde bozguna uğrayan Cevat Paşa komutasındaki 8. Ordu’nun 16. Kolordusunda görevli Piyade Teğmen İbrahim Sorguç’un anılarıdır. Daha sonraki bölümlerde de ilgili diğerleri ile birlikte tekrar başvurulacak olan bu anılarda savaşın etkisini anlatan bölüm şu şekildedir: “Nablus Meydan Muharebesi 19 Eylül 1334. Yukarıdaki tarih Türk tarihi için esef verici bir tarihtir. 18/19 Eylül gece sabaha karşı Filistin Cephesi’nde İngilizler bize taarruz ederek bütün üç ordunun (8., 7. ve 4. Ordular) cephesini yıkmış, kısa zamanda Halep’e kadar varmışlardır. Filistin neresi? Halep neresi? Üç ordunun koruyamadığı bu topraklar 40 gün içinde uçup gitmiştir.” Aktarma yapılacak olan ikinci kaynak ise yine yeni mezun genç bir ziraat mektebi öğretmeni olarak, Çanakkale, Irak ve İran Cephelerinde görev yapan Abidin Ege’nin günlükleridir. Günlüklerde 26-30 Eylül 334 tarihine şu kayıt düşülmüş: “…Musul’dan: Bu beş günüm de sakin ve asude geçti. Yalnız harp havadisleri biraz endişe verici. Bulgaristan Ordusu’nun bozulup münferiden barış anlaşması imzalamaya giriştiğini bugünlerde işittik. Yine Filistin cephesinde Şam ve Beyrut’un düştüğünü üzüntüyle haber aldık. Bu iki ansızın ortaya çıkan olay beni çok üzdü. Sulhun pek yaklaştığını hissediyorum. Fakat korkuyorum ki bizim zararımızla neticelenmesin….”  

Bu noktadan sonra doğrudan savaş ile ilgili belge ve bilgilere başvurmak gerekirse, konuya ilişkin olarak M.Kemal Paşa kaynaklı belge niteliği taşıyan biri rapor diğeri de İleri Gazetesi yazarı Subhi Nuri’ye dayanarak aktarılan ve İstanbul’da fakat muhatabı bilinmeyen bir mektup bulunmaktadır. Öncelikle resmi yazışmadan başlamak gerekirse 7. Ordu Kumandan’ı sıfatıyla Başkomutanlık Erkânıharbiye Riyaseti’ne 29 Eylül 1918 tarihinde Şam’a intikali ile sıcağı sıcağına durumu özetle şu şekilde anlatmaktadır: “18/19 Eylül 1918’de başlayan muharebe sonunda 8.Ordu’nun uğradığı ani durum üzerine, çekilmek zorunda kalan 7.Ordu, çok büyük bir baskı altında Fara Vadisi kuzeyine çekilmeyi başardığı sırada, düşman Bisan’ı tutarak ordunun çekilme hattını kesmiş bulunuyordu. Bu engeli ortadan kaldırmak mümkün olmayınca, Ordu’yu batıya cephe aldırıp muharebe ederek Şeria Vadisi’nin doğusuna geçirmede ve oradan da Aclun Dağı üzerinden Kuzeydoğuya yönelerek Dera-Müzeyrip hattını tutmada başarı sağlanmıştır. Bundan sonraki kararım Ordu’yu Kuneytra üzerinden Şam güneyine çekmek ve Dera-Şam istikametini 4.Ordu’ya bırakmaktı. Fakat başından sonuna kadar Grup Kumandanı’nın (Liman Von Sanders) talimat gönderememesi ve 4.Ordu Kumandanı’nın (Cemal Paşa) her iki ordunun da Şam’a gitmesine dair verdiği bilgi üzerine, ordumu, İngiliz süvarisi ve Arap asilerle muharebe ederek bugün (29 Eylül 1918) Şam güneyindeki Kisve’ye getirdim. Burada bugün Liman Paşa hazretlerinden aldığım emir üzerine, bu kuvvetleri Şam’ın savunması için Cemal Paşa’nın emrine bırakıp, Rayak cephesinin kumandasını almak üzere bu gece trenle oraya hareket edeceğimi arz ederim…” (Atatürk’ün Bütün Eserleri Cilt:2, Kaynak Yayınları). Rapor sonunda mevcut koşullarda Şam’ın da elde tutulamayacağı düşüncesini de beyanla devam etmektedir. Anlaşıldığı üzere M.Kemal Paşa bu ağır zaiyatla sonuçlanan çekilmeyi aktarırken, pek üstelemese de 8. Ordu’nun ani yenilgisini başlangıç kabul etmekte, komuta ettiği 7.Ordu’yu hızla kuzeye Şam’a çekerken 4.Ordu’nun (konumu gereğince de) geriden gelerek İngiliz’leri yavaşlatması ve zaiyatı azaltması gerektiği görüşünde olup bu taktiği uygulamayan ya da uygulayamayan Liman Paşa ve Cemal Paşala’ra imada bulunmaktadır. Bunu yine Mustafa Kemal Paşa’nın İstanbul’a yazdığı 7 Ekim 1918 tarihli mektuptan daha açık olarak anlamak mümkündür. Şöyle ki: “Eylül on dokuzuncu gecesi (18 Eylül’ü 19 Eylül’e bağlayan gece olmalı) düşman evvela Yedinci Ordu’ya taarruz etmeye başladı. Düşmanın iki taarruzunu durdurdum. On dokuz sabahı batı tarafımızda bulunan Sekizinci Ordu (Cevat Paşa) kısa bir düşman taarruzu karşısında birkaç saat içinde dağıldı. Bundan dolayı Yedinci Ordunun sağ kanadı ve geri çekilme hattı tamamen düşman tarafından tutuldu. Doğumuzda bulunan Dördüncü Ordu (Cemal Paşa) hissizliğin azamisini gösterdi. Elzem olan yardımdan kaçındı. Buna rağmen her tarafta düşmanla muharebe ederek, güneye olan cephemi batıya çevirerek ve Vadi-i Şeria nehrinden orduyu geçirerek Aclûn Dağı dahilinde ve Der’a-Mezrip hattında ve oradan namus ve şerefle gerek İngiliz birlikleriyle ve gerekse Şerif (Arap ayaklanmasının lideri Şerif Hüseyin) birlikleriyle muharebe ede ede Şam’a kadar gittim. Orada Liman Paşa’nın emriyle Şam’ın korunması için ne yazık ki Cemal Paşa’nın emri altına bırakarak kendim de Riyak cephesini tutmak ve orada elde edeceğim kuvvetleri düzenlemekle görevlendirildim. Cemal Paşa’da, Şam’ı Rabu Boğazı’na kadar geldiğinden habersiz kaldığı düşmanın küçük kuvveti karşısında kendi ordusuyla beraber benim ordumu da terk ederek yalnız başına Riyak’a geldi…Düşmanın bilinen üstünlüğü karşısında ve bizim ordu adı altında tutulan beş altışar bin erimizin çekilmesi tabii idi. Fakat bu çekilme daima bir şekil muhafaza edilerek uygulanabiliyordu: Enver Paşa gibi bir ahmak genel harekât sorumlusu olmasa idi ve burada beş-on bin kişilik bir askeri topluluğun başında ilk top sesinde ordusunu bırakıp kaçan ve kendini kurtarmak için şaşkın tavuk gibi öteye beriye sığınan kumandan bulunmasa idi (Cevat Paşa ve 8. Ordu kastediliyor), hiçbir askeri vaziyeti takdir edemeyen bir Dördüncü Ordu Kumandanı (Cemal Paşa) bulunmasa idi…Ve bunların başında muharebenin ilk gününden itibaren hiçbir tesir ve nüfuzu kalmayan bir Grup Karargâhı olmasa idi (Liman Paşa ve karargâhı ki kendisi ve komuta ettiği 7. Ordu da oraya bağlıdır)… Bu andan sonra, artık barıştan başka yapılacak bir şey kalmamıştır.” Anlaşılacağı üzere M. Kemal Paşa gerçekçi bir tavırla en baştan geri çekilmeyi kaçınılmaz addetmekte, bu nedenle de Nablus Savaşı’nda alınan ağır ve aşağılayıcı yenilginin faturasını kendi ordusunu tamamen ayrı tutarak başkomutan vekili Enver Paşa, Yıldırım Orduları Grup Komutanı Liman Paşa, eşgüdüm halinde hareket etmelerini beklediği Esat Paşa ve Cemal Paşa’ya çok ağır biçimde kesmektedir.    

Mustafa Kemal Paşa’ya ait belgelerden aktarılan yukarıdaki saptamalara karşılık suçlamaya muhatap olan komutanlara dair konuya ilişkin ancak anılara dayalı bilgilere ulaşılabilmektedir. Aktaranın sübjektif tutumu ile malûliyetle birlikte, nispeten bağımsız kaynaklara gitmeden önce durumu tüm cepheleriyle aktarmak adına bu kaynaklara da başvurulmasında yarar bulunmaktadır. Bunlardan ilki, Nablus Savaşı ve sonrasında Mersinli Cemal Paşa’nın yaverliğini yapan Cevat Rıfat Atilhan’ın konuya ilişkin bilgilerin de yer aldığı Büyük Doğu Dergisi’nde (1950-1951) yayınlanan “Görünmeyen İnkilap” başlıklı ve bugün resmi tarihe karşı yargılara kaynaklık oluşturduğu tahmin edilen yazı dizisidir. Belirtildiği üzere Atilhan’ın Cemal Paşa’nın yaveri olması ve yaşamının ileri evrelerindeki siyasi konumu aktarımlarının gerçeği yansıtma adına güvenilir bir kaynak olarak değerlendirilmesinde dikkate alınmak durumundadır. Bununla birlikte durumun vahameti, gerisinde yatan koordinasyonsuzluk ve bunun delili olarak daha sonra M. Kemal Paşa tarafından Cemal Paşa ve diğer komutanların ağır suçlamaya maruz kalmaları, aşağıda sözü edilen türden bir konuşmanın geçmiş olması olasılığını çok güçlendirmektedir. Yıldırım Orduları Grubuna bağlı 8.,7. Ve 4. Orduların bozguna uğrayarak kontrolsüz biçimde geri çekilmelerinin bir aşamasında Şam yolu üzerinde Dera’da bir araya gelen iki paşanın görüşmesini şöyle aktarıyor Atilhan: “…Hadiselerin bu feci inkişafından son derece müteessir ve asabi olan Mersinli Cemal Paşa 7. Ordu Kumandanı’nı görünce zapt edilemeyen bir infial ve şiddetle şöyle haykırdı: - Bu hali görüyorsunuz Paşa Hazretleri! Allah bunu zat-ı devletlerinizden soracaktır. Üç ordu müşterek bir müdafaa yapmış müşterek bir mukavemet göstermiş olsa idi bu perişanlık husule gelmeyecekti! (cevaben M. Kemal Paşa) – Paşam, Beysan-Taberiye istikametinde geri çekilmemiş olsa idik ordunun ric’at hatları kesilmiş olacaktı. Zat’ı devletleriniz emrinizdeki üçüncü süvari fırkası ve öteki süvari alaylarıyla bu işe müdahale buyursa idiniz olmaz mıydı? İki gün geç kaldınız. Bu muhavere hiddet ve asabiyetle 20 dakika kadar sürdü. Ben Erkânıharp Reisi’ni çağırmak için bir müddet yanlarından ayrıldım. Konuşmanın sonunda Mustafa Kemal Paşa sert bir eda ile: -Münakaşayı bırakalım paşam! Siz ordunun en kıdemli kumandanı sıfatıyla Zât-ı Şahaneye sulh teklifinde bulununuz, vaziyeti müşahede buyuruyorsunuz! dedi. (cevaben Cemal Paşa) – Siz de Zât-ı Şahanenin yaveri ve mutemedisiniz. Kendileriyle dostluğunuz vardır. Lüzum görüyorsanız bu teklifi siz yapınız! Umarım ki, Kisve hattında da bizi yalnız bırakmazsınız! Ve selamsız sabahsız birbirinden ayrıldılar…”  (…devam edecek) 

 
Toplam blog
: 129
: 1104
Kayıt tarihi
: 12.06.06
 
 

Gazi Üniversitesi İ.İ.B.F mezunuyum. Yüksek Lisans diplomalarımı G.Ü Sosyal Bilimler Enstitüsü'nd..