Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

21 Nisan '07

 
Kategori
Kitap
 

Metot Üzerine Konuşma

Metot Üzerine Konuşma
 

Descartes


Prf. Dr. Yalçın Küçük’ü bir televizyon kanalının pazar sohbetlerinde tanıma fırsatı buldum. İsmini duyuyordum ama doğrusunu söylemek gerekirse hiçbir kitabını okumamıştım. Düşünceleri, fikirleri konusunda ayrıntılı bir bilgiye sahip değildim. Çok ilgimi çekti. Keyifle seyrediyorum. Aslında biraz da merakla. Çok farklı, çok aykırı, çok özgün bir kişi.

Öğrendiğime göre Siyasal Bilgileri birincilikle bitirip, 1960 yılında DPT ilk kurulduğunda uzman yardımcılığı sınavını da birincilikle kazanmış. ODTÜ. de hocalık yapmış, 100 den fazla kitap yazmış, en ilginci de Süleyman Demirel Cumhurbaşkanı seçilince protesto için yurt dışına gidip 2 yıl Paris te yaşamış.

Genel kabul görmüş konular hakkında öyle çarpıcı öyle aykırı şeyler söylüyor ki bizi şok ediyor. Söyledikleri deli saçması mı yoksa gerçekten incelenmesi ve düşünülmesi gereken konular mı ben şahsen henüz karar veremedim. Ama yine de onun müthiş bir araştırmacı olduğunu kabul etmek ve saygı duymak lazım. Bir de söylediklerinin üzerinde düşünülmesi gerekir diyorum. Söylediği bir çok şeye katılmasam da.

Niçin böyle söylüyorum?

2 yıl önce bir hocam bana bir kitap verdi. Okumam ve sınıfa anlatmam için. Kitap Modern felsefenin ve analitik geometrinin kurucusu olan Descartes’ ın “Metot Üzerine Konuşma” isimli kitabı.

Descartes’ı “Düşünüyorum, öyleyse varım” diye başlıyan ünlü sözüyle hepimiz hatırlarız.

İşte ben, Prf. Dr. Yalçın Küçük’ü izlerken de hep bu kitapta ki yazılanları düşünüyorum.

Bu kitap ülkemizde ilk olarak, kitabın yazılışından 250 yıl sonra İbrahim Ethem Mesut tarafından dilimize çevrilmiş fakat gerekli ilgiyi görememiştir.

İkinci basımı Cumhuriyet döneminde, 1928 de o zamanki adıyla Maarif Vekaleti tarafından gerçekleştirilmiş, fakat yeni harflerin kabulüyle yine atıl duruma düşmüştür. İlerleyen dönemlerde İbrahim Ethem’in yeni harflerle basımı için Maarif vekaletine başvuruları da sonuçsuz kalmıştır.

Bendeki kitap ise 2000 yılında İbrahim Ethem’in çevirisinden sadeleştirilerek Ali Utku ve Kemalettin Kuzucu tarafından yayına hazırlanmıştır.

Kitabın tarihsel süreç içerisinde ülkemizde yeterli ilgiyi göremeyişi bizler adına düşündürücü bir durumdur ve hep sorduğumuz “Biz niçin batı medeniyetlerinin gerisindeyiz? “sorusunun da aslında acı bir cevabıdır.

Descartes “Metot Üzerine Konuşma” adlı eserini 6 bölüme ayırmıştır. Ben burada sadece çok önemli gördüğüm ilk üç bölümden bahsetmek istiyorum

Birinci bölümde Descartes, aklın , doğru ile yanlışı ayırt edebilme gücünün bütün insanlarda eşit olduğunu, fakat düşüncelerdeki farklılığın ve uyuşmazlığın aklın farklı olmasından değil düşüncelerimizi her birimizin farklı yollara sevk etmemizden ve aynı şeyleri göz önünde bulundurmadığımızdan kaynaklandığını ileri sürmektedir.

Onun geliştirdiği metot, şüphe üzerine kuruludur.

Gerçeğe ancak her şeyden şüphe ederek ve sorgulayarak ulaşabileceğimizi söyler. ‘Metot Üzerine Konuşma’ adlı eserinde, her şeyi şüphe ile ele alır fakat kendisine bir takım ilkeler koymayı da ihmal etmez. Bu ilkeler ise onun toplumsal yaşantısının sürdürebilmesini sağlayacak ilkeler ve ahlaki düşüncelerdir. Yani felsefi şüphe, her şeyi bir kenara atmak değil derine inen bir düşüncedir.

Edebiyat, felsefe , ilahiyat, tarih ve bilim kitaplarının şimdiye kadar söylediklerini yadsımaz ve okunmaları gerektiğini, fakat bunların söylediklerinin hepsinin dikkatle araştırılması, sınanması ve sorgulanması gerektiğini aksi taktirde önyargılarımızın bizi hakikate, doğruya ulaştıramayacağını söyler.

Descartes’in şu tesbiti günümüz için çok geçerlidir; biz kesin ve şüphesiz bir bilgiden çok gelenek ve göreneklere inanırız. Oysaki doğru tektir, ona ulaşabilmek ve doğruyu bulmak ancak şimdiye kadar sahip olduğumuz ve doğru sandığımız tüm önyargılardan kurtulmamıza, bize sunulan her şeyi sorgulamamıza, şüphe etmemize bağlıdır.

Felsefede bireylerin vardığı her sonuç, bireyin ilgi alanına giren problem üzerinde, kendisiyle tartışması ve bu tartışma sürecinde düşüncelerini yoğunlaştırması daha ileriki aşamada da probleme bir cevap bulmasıdır.

21, y.y çerçevesinde olaya baktığımızda çevremize gerçekten eleştirel gözlüklerle bakmayı başarabiliyor muyuz, yeterince irdeleyebiliyor muyuz?

Kitabın ikinci bölümünde Descartes felsefe disiplinleri arasında mantığı, matematik ilimleri arasından da geometricilerin analizi ile cebiri kendi tasarılarının gerçekleştirilmesinde işine yarayacak disiplinler olarak görmüştür. Ancak yakından inceleyince bunların eksik yanlarının olduğunu ve bunların bilinen şeylerden öteye gidemediğini üstelik zihni işletecekleri yerde karışık ve karanlık bir yöne sürüklemekte olduklarını söyler. Bu nedenle duyuların sağladığı kesin olmayan aldatıcı bilgilerden; çevremizin etkisinde kalarak kabul ettiğimiz basmakalıp görüşlerden, inançlardan, değerlerden, bütün geleneklerden sıyrılmamız zorunludur der. Böylece kanaatlerine tercih edilebilecek tek kimse seçemediğinden kendi kendine yol gösterir ve metodunu kurar. Descartes bu metodu dört kural çerçevesinde ele alır;

1-Açık seçik ve belirgin fikirler dışında hiçbir şeyi kabul etmemek

2-Her sorunu çözümü için gerekli sayıda parçalara ayırmak

3-Düşünceleri basitten karmaşığa doğru sıralamak

4-Gözden kaçmış bir şey olup olmadığını sürekli kontrol etmek

Descartes kurduğu bu metot ile her türlü düşünsel sorun ve güçlüklerin çözümünde izlenecek ilkeleri belirlemiştir.Bu ilkeler gerçeğe giden yolda aslında herkese örnek olacak, yol gösterecek yapıdadır.Bugün gerek bireylerin kendilerine ait problemlerinin çözümünde , hakikati arayışlarında , gerekse devlet yönetiminde, karşılaşılan problemler ve çözüm arayışlarında ilkesizlik, bazen sorunları içinden çıkılmaz bir hale getirebilmektedir..

Özellikle devlet yönetiminde var olan yasalar, gelenekler, bilgiler geçmişten günümüze kadar gelen uygulamalar çoğu zaman sorgulanmadan doğru kabul edilmektedir.

Matematik ve fen bilimlerinde mutlak değerlere ulaşabiliriz. Fakat özellikle sosyal bilimlerde herkes için , her yerde ve her zaman tam bir kesinlik ve hakikat yoktur. Bir başka toplum, ülke veya örgüt için doğru olan, bir başkası için doğru olmayabilir. Hakikate ulaşmak, doğruyu bulmak için açık seçik ve delile ihtiyaç duyulmayan bilgiler dışındaki hiçbir şey doğru kabul edilmemelidir. Bir başkasının bilgisi onun için açık olabilir fakat bizim için olmayabilir.

Descartes’in ikinci kuralında bahsettiği “her sorunu çözümü için gerekli sayıda parçalara ayırmak” problemin iyice anlaşılmasına yardımcı olabilecek bir yöntemdir. Herhangi bir konuya ait bir güçlüğün çözümünde bu güçlüğü birtakım parçalara bölersek, onları basit ve mutlak şeylere dönüştürmüş oluruz. Bu şekilde anlaşılması, bilinmesi güç olan şeyler daha kolay hale gelir ve istenilen bilgi elde edilebilir. Burada parçalara ayırdığımız problemi analiz ederiz.

Üçüncü kuralda bahsedilen ”düşünceleri basitten karmaşığa doğru sıralamak” bir önceki kuralda parçalara ayırdığımız unsurları uygun bir sıra ile yeniden toplayarak bütünü yeniden oluşturmaktır. Yani metodun sentez kısmıdır ve Descartes’e göre metodun temel kısmıdır. Problemin basit ve açık parçalarından elde ettiğimiz sezgi ve bilgilerden yola çıkarak derece derece o problemin bütününe çıkmaya çalışırsak doğruyu, hakikati de adım adım izlemiş oluruz.

Dördüncü kural; hiç birşeyin unutulup ihmal edilmediğinden emin olmak için tekrarlar yapmaktır. Hakikate giden yolda yapılan analizler bazen uzun araştırmalar gerektirebilir. Ve uzun zaman alabilir. Kat edilen yolu hatırda tutmak kolay olmayabilir. İkinci kuralda bahsedilen problemin parçalara ayrılmış her bir kısmı mükemmelen sayılmalı ve gözden geçirilmelidir. Bunlardan bir tanesinin unutulması problemi bozar.

Descartes'ın bu analiz ağırlıklı, yöntemsel kuşkuculuğa dayanan yöntemi, felsefe için gerçekten çok yenidir. Bu anlamda o, modern felsefenin kurucusu kabul edilmiştir.

Kitabın üçüncü bölümünde Descartes bu metot sayesinde kendisine ahlak kurallarını oluşturur. İlk olarak kendi düşüncelerini sınama süresince yani henüz tam olarak kendi doğrularını oluşturmadığı zaman içerisinde kendi ülkesinin ve birlikte yaşayacağı insanların en akıllılarınca genellikle benimsenen görüşlere , ülkesinin örf ve adetlerine ve sahip olduğu dine bağlı kalarak hareket etmenin daha doğru olacağını düşünür.

İkinci olarak işlerinde karar ve sebat sahibi olmak ve en şüpheli kanaatleri bile bir defa kabule karar verdikten sonra pek emin ve şaşmaz kanaatlermiş gibi daima onları takip etmek gerektiğini söyler.

Üçüncü olarak da düşüncelerimizden başka hiçbir şeyin tamamı ile elimizde olmadığına , dışımızda olan şeyler hakkında elimizden geleni yaptıktan sonra gücümüzün yetmediği bütün şeylerin bizim için mutlak olarak imkansız olduğuna inanmaya, alışmaya çalışmak gerektiğini düşünür.

İlgimi çeken ilk üç bölümü kısaca özetlemeye çalıştım.

Tijen Taşlı- İzmir

 
Toplam blog
: 156
: 2800
Kayıt tarihi
: 03.04.07
 
 

SÖZ UÇAR, YAZI KALIR. 9 Eylül Ünv. İşletme mezunu, 9 Eylül Ünv.Sosyal Bil. Ens.Sağlık Kurumla..